Kanaat ve İktisat Dengesi
Müslümanın hayatında kanaat ve iktisat dengesi nasıl kurulmalıdır? Dikkat etmesi gereken hususlar nelerdir?
Zenginlikte ve fakirlikte iktisâdı ve îtidâli elden bırakmamak.
- Mülk Allâh’ındır.
- Rızık Allâh’a aittir.
Cenâb-ı Hak, kulundan zühdî bir hayat istiyor. Yani dünya nimetlerini Allah yolunda kullanmak ve nefsânî arzulardan müstağnî olabilmek…
Kullara dünya hayatında, ihtiyaçlarının üstünde verilen mal ve mülk, bir emânet ve imtihandır.
Emânete, mülk sahibinin şartlarına riâyet ederek tasarruf edilmelidir.
Cenâb-ı Hak, emâneten verdiği maldan istifâde edilirken;
- İsraf ve lüks istemiyor.
- Pintilik ve cimrilik de istemiyor.
İktisatlı bir şekilde, riyâzat ve kifâyet ölçüsünde, istifâde edip, arta kalanı Allah yolunda infâk etmemizi arzu ediyor.
İnsanın Karakter ve Şahsiyet Zaafını Kapatma Gayreti
Esasen;
Lüks ve israf, insanın karakter ve şahsiyet zaafını kapatma gayretinin neticesidir.
İnsan; güzel ahlâkıyla, fazîlet ve meziyetleriyle, nezih karakter ve şahsiyetiyle Cenâb-ı Hak katında da, insanlar nezdinde de değerli olur.
Bu meziyetlerden mahrum kişiler ise, mal mülk yığıp; «Ne kadar zengin!» dedirtmek, modalar ve lüks eşya ile arz-ı endâm etmek, yüksek harcamalarla gövde gösterisi yapmak gibi acayiplikler sergileyerek kendisinden bahsettirme yolunu tutar.
Günümüzdeki bir fecaat:
Anlatıldığına göre; bilhassa sosyal medya denilen mecrâlar, insanların birbirine yedikleri, içtikleri gıdâlarla, giydikleri elbiselerle, bindikleri arabalarla, gittikleri tatil yerleriyle gösteriş yapma mekânlarına dönmüş durumdadır.
Hâlbuki mâzîmizdeki nezâket ve zarâfet dolu âdâb-ı muâşeret kaidelerine göre; bir insanın eşyasıyla, zenginliğiyle, maddiyatıyla övünmesi çok çirkin addolunurdu.
İnsanlar;
“–Bu ev sizin mi? Kira mı?” gibi bir suâle bile;
“–Benim!” diye cevap vermekten hayâ eder,
“–Cenâb-ı Hak nasîb etti, emânetçisiyiz.” gibi mütevâzı ve pür edep cevaplar verirlerdi.
Aynı mahallede, benzer evlerde oturan fakir ve zengin, âmir ve memur, tüccar ve işçinin hayat tarzları ve evlerinin dekoru hemen hemen aynıydı.
İnsanlar; sahip oldukları imkânları ifade ederlerse, nazara / göz değmesine uğrayacaklarından da çekinirlerdi. Bu sebeple, çarşı pazarda iştihâ duyulan yiyecekler gözler önünde satılmazdı. Lokantalarda yemeklerin önüne perde çekilirdi. Mahrum nazarların takıldığı yiyecekleri yememek tavsiye edilirdi. Fırında bir börek pişirildiyse, mutlaka hizmet edenlere ondan -göz hakkı olarak- ikrâm edilirdi.
Günümüzde İse Her Türlü Teşhir -Maalesef- Psikolojik Bir Rahatsızlık Seviyesine Ulaşmıştır
Günümüzde ise her türlü teşhir -maalesef- psikolojik bir rahatsızlık seviyesine ulaşmıştır.
«Paylaşmak» kelimesi bile, mânâ kaymasına uğramış, bir nimeti ikrâm edip bölüşmek mânâsı kaybolup, «nisbet yaparcasına o nimetin resmini herkese göndermek ve gösteriş yapmak» şeklindeki çirkin mânâya kullanılır olmuştur.
Fakirlik de kulun bir imtihanıdır. Orada da;
- İlâhî taksime rızâ göstermek,
- İsyan etmemek,
- Bu imtihanı aşmak için gayr-i meşrû yollara girmemek bakımından ağır bir imtihan vardır.
Kredi çekip fâize bulaşmak, kumar, bahis ve benzeri gayr-i meşrû yollara girişmek zamanımızda muhtaç insanlarımızı tehdit eden birer belâ durumundadır. Bunların çaresi, kanaat ve istiğnâdır.
Cenâb-ı Hakk’ın bu dünyada bir kuluna bazı nimetleri kısarak vermesi, asla ona değer vermediği şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu menfî değerlendirme; kulu isyana iten, şeytânî ve nefsânî bir telkindir.
Bilâkis; nimetlerin bir nebze azlığı, âhirette hesâbın kolaylığı bakımından, kul için büyük bir nimet olabilir.
Belki bir âmâ, âhirette;
“–Yâ Rabbî!.. Gözleri dünyada gören kulların şu mahşerde çektiği muhakeme ve hesaptan beni âzâde eyledin! Bir de âmâlığa sabrımdan dolayı nice ecirler verdin!” diye hamd ü senâ edecektir.
Fakirlik de böyledir. Maddî imkânlar, birçok günahı kolaylaştırır. Şekere sineklerin üşüştüğü gibi, maddî imkânların etrafına ayartıcı, fâsık arkadaşlar doluşabilir.
Hâline sabreden bir fakir, bunlardan kendiliğinden muhafaza olmuş olur.
Peygamberimiz’in hayatı, fakirliğe de zenginliğe de en güzel nümûnedir. O kanaat ve istiğnâ ile dâimâ kifâf istemiştir.
Ganîmet ve hediye olarak eline ulaşan bütün imkânları ise, derhâl infâk etmiştir. Hasır bir yatakta yatmış, üç gün üst üste buğday ekmeği yememiş, mübârek hânelerinde günlerce ocak yanmamıştır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Ağustos, Sayı: 234
YORUMLAR