Kanuni Sultan Süleyman ve Karınca Kıssası

Yazar Bahadır Yenişehirlioğlu, Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin kaleme aldığı Tarihe Yolculuk eserinden “Kanuni Sultan Süleyman İle Karınca Hikayesi” kesitini seslendiriyor. Erkam Tv hesabına abone olarak video serisini takip edebilirsiniz…

KÂNÛNÎ SULTAN SÜLEYMAN HÂN’I ZİYARET

Kânûnî dalgındı. Ufuklara bakıyordu. Sanki hâlâ Akdeniz’den gelen top seslerini dinliyordu. Târih Baba ile genci karşısında görünce derin bir iç çekerek şunları söyledi:

“–Ben üç kıt’ada hakkın ve adâletin bükülmez bileği oldum. At sırtında tâ Almanya’ya gittim; şimdi de gidenler var; hem de teknik vâsıtalarla ve çok kısa bir zamanda... Ama gidişlerdeki gâyeler nedir ve izzetimiz ne durumda?!.

Evlâdım! Preveze deniz zaferinden sonra Barbaros, esir dolu düşman kadırgalarını önüne katmış olduğu hâlde donanmasıyla Haliç’e giriyordu. Ben de zamanın devlet erkânıyla birlikte Sarayburnu’ndaki sahil saraylarından birinin önünde bu manzarayı seyrediyordum. Gemiler beni selâmlıyordu. Halk, coşkun bir tezâhüratla Barbaros’un zaferini tebrik ediyordu. Yanımdaki paşalardan biri bana dönerek:

«–Efendimiz! Zaman-ı saltanatınızda böyle bir zafer müyesser olduğu için ne kadar iftihar etseniz azdır! Acaba târih, böyle bir zaferi kaç kere kaydetti?» dedi.

O anda Allâh’ın müstesnâ bir lutuf ve keremiyle kalbim, irâdem, dimağım yalpalamadan ona şu cevâbı verdim:

«–İftihar mı, şükür mü? Paşa! Zaferi ihsân eden kimdir?»

Bence uzun saltanatım boyunca kazandığım zaferlerin en büyüğü, şu iki cümlelik cevapla nefsime karşı kazandığımdır.”

Bu ifâdelerden sonra Kânûnî Sultan Süleyman Han, ayağa kalktı.

Târih Baba ve genç, buradan idrâk berraklığına medâr olacak büyük bir nasîb almış olarak ayrılıp o büyük sultânın arkasındaki mânevî güç olan, Müfti’s-Sekaleyn Şeyhülislâm Ebu’s-Suûd Efendi’yi ziyarete revân oldular.

EBU’S-SUÛD EFENDİ’Yİ ZİYARET

Büyük âlim, kendisini ziyarete gelen Târih Baba ile gence bir hâtıra nakletti:

Bir gün Kânûnî Sultan Süleyman, sarayın bahçesinde armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülebilmesi için benden aşağıdaki beyitle fetvâ istemişti:

Dırahta ger ziyân etse karınca

Zararı var mıdır ânı kırınca?

Pâdişâh’ın bu fetvâ talebi üzerine, ben de, bir beyitle şöyle cevap vermiştim:

Yarın Hakk’ın dîvânına varınca;

Süleyman’dan hakkın alır karınca!

Böylece o cihan pâdişâhının bir karıncayı bile incitmekten kaçınan bir adâlet ve merhamet duyguları içinde yaşamasına yardımcı ve muvaffak oldum.

Oğlum! Devrinizin kendi öz bünyesinde kaybettiği ahlâk, zarâfet, incelik, diğergâmlık, sebat ve doğruluk gibi ölçüleri yeniden kazanmanız zarûrîdir. Yoksa maddî ve zâhirî mânâda tâlip olduğunuz yükselişlere ulaşmış bulunsanız bile bu, öz itibârıyla ham ve sakat kalmaya mahkûmdur. Hayat ve hâdiseleri böyle ince ve derin bir perspektiften telâkkî etmedikçe üzerinizdeki îman nîmetinin îcâb ettirdiği olgunluğa kavuşabildiğinizi sanmamalısınız...”

Târih Baba’nın, elinden tutarak dolaştırdığı genç, şâhid olduğu ibretli manzaralarla, îmâlı derslerle, hikmet dolu tavsiye ve irşadlarla o hâle gelmişti ki, aldığı nasipleri hazmederek kendi kendisini yeniden inşâ etme ihtiyâcını hissediyordu. Bu oluşun heyecan ve ağırlığı ile başı dönüyor, kalbi sıkışıyordu. Târih Baba, ona dönerek:

“–Evlâdım!” dedi. “Bu ziyaretlerimizde ecdâdından aldığın îkaz ve irşad derslerini iyi hazmetmelisin! Bunların çoğu büyük kalabalıklar için anlaşılmaz bir sırdır. Bunlar sana ifşâ edildi. Onları iyi idrâk et ve gerideki nesillere de intikâl ettir. Bir insan için en ağır yük, sır ve hikmettir. Görüyorum ki, sen de bu yük altında iyice bunaldın.

Evlâdım! Bir başka sefer, yine âlem-i mânâda, duraklama ve çöküş devirlerine uğrayacağız. O devirlerde Özi Kalesi elden çıkınca, bunun acısına dayanamayıp kısa zamanda vefât eden I. Abdülhamîd’in hâli, nasıl îzâh edilebilir? «Asker evlâtlarımız ve mâsum ahâlî parçalandı!» diye sultana hayatına mâl olacak derecede «âhh» çektiren ve gönlünü elemle dolduran îman hassâsiyeti ne müthiştir! Bütün bu ibretler ışığında Çanakkale’ye gideceğiz, İstiklâl Harbi’nin kahramanları olan Kuvâ-yı Milliye ile görüşeceğiz...

Ancak bugün, son olarak I. Ahmed Han ile Hüdâyî Hazretleri’ni ziyaretle iktifâ edelim.”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Tarihe Yolculuk, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN KİMDİR?

Kanuni Sultan Süleyman Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.