Kapitalist Düzende Müslümanca Yaşamak Mümkün müdür?
Kapitalist düzen içerisinde Müslümanca yaşanabilir mi? Müslümanca yaşamak mümkünse nasıl bir hassâsiyet geliştirmek gerekiyor?
Kapitalist sistem içinde Müslümanca yaşamak, zor olsa da mümkündür. İslâmʼın, içinden neşʼet ettiği câhiliye toplumundaki iktisâdî hayat şartları, bugünkünden daha iyi değildi. Fâiz, tefecilik, zulüm, aldatma had safhaya ulaşmıştı. İslâm, böyle bir ortamda doğup neşv ü nemâ buldu. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, o şartlar altında ticârî faaliyetlerde bulundu. Bütün bu çarpık düzenle mücâdele ederek İslâmʼın hak ve adâlet temelleri üzerinde yükselen iktisâdî hayatının tohumlarını attı.
Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan ve enflasyona sebep olan fâiz ve tefecilik, asr-ı saâdet toplumunda sıfırlandı.
Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem buyurur:
“Malını satışa arz eden cesur tüccar merzuk (rızıklandırılmış), muhtekir (karaborsacı) ise mel’undur.” (İbn-i Mâce, Ticârât, 6)
Ayrıca müʼminler, tarih boyunca pek çok yabancı sistem içinde kendi sistemlerini devam ettirmişlerdir. Zira gerçek bir müslüman, hangi toplum içinde olursa olsun, her hâlükârda varlığını ve îman heyecanını koruyabilen, tıpkı bir altın cevheri gibi, çamura düşse bile kıymetini kaybetmeyen, şahsiyetli insandır.
Bu itibarla bir Müslüman, ticarî hayatını, kapitalizmin istismar ve hodgâmlığına göre değil, Cenâb-ı Hakkʼın emrettiği helâl ve haram hudutlarına, sadâkat ve dürüstlük gibi ilâhî ölçülere göre tanzim etmelidir.
Nitekim, gayr-i İslâmî sistemler içinde bile ilâhî emir ve nehiylere riâyet edebilen müʼminler, etraflarında dâimâ bir fazîlet timsâli olmuşlardır. Hattâ bu hassâsiyetleriyle nice hidâyetlere vesîle olmuşlardır.
Ticarette helâlinden kazanmaya dikkat edip, ona haram karıştırmamanın maddî-mânevî bereketini, merhum pederim Mûsâ Efendi Hazretleri şu hâdise ile anlatırdı:
Abdullah ibn-i Ömer radıyallâhu anh buyurur:
“Namaz kılmaktan yay, oruç tutmaktan çivi gibi olsanız da haram ve şüpheli şeylerden kaçmadıkça Allah o ibadetleri kabul etmez.”
“Gayrimüslim bir komşumuz vardı. Sonradan Müslüman olmuştu. Bir gün kendisine hidâyete eriş sebebini sorduğumda şunları söyledi:
«–Acıbadem’de tarla komşum Molla Rebîʼnin ticâretteki güzel ahlâkı vesîlesiyle müslüman oldum. Molla Rebî, süt satarak geçimini temin eden bir zâttı. Bir akşam vakti bize geldi ve:
“–Buyurun, bu süt sizin!” dedi. Şaşırdım:
“–Nasıl olur? Ben sizden süt istemedim ki!” dedim. O hassas ve zarif insan:
“–Ben farkında olmadan hayvanlarımdan birinin sizin bahçeye girip otladığını gördüm. Onun için bu süt sizindir. Ayrıca o hayvanın tahavvülât devresi (yediği otların vücudundan tamamen izâlesi) bitinceye kadar sütünü size getireceğim...” dedi. Ben:
“–Lâfı mı olur komşu? Yediği ot değil mi? Helâl olsun!..” dediysem de Molla Rebî:
“–Yok yok, öyle olmaz! Onun sütü sizin hakkınız!..” deyip hayvanın tahavvülât devresi bitene kadar sütünü bize getirdi.
İşte o mübârek insanın bu davranışı bana ziyâdesiyle tesir etti. Neticede gözümdeki gaflet perdelerini kaldırdı ve hidâyet nûru içime doğdu. Kendi kendime:
“–Böyle yüce ahlâklı bir insanın dîni, muhakkak ki en yüce dîndir. Böylesine zarif, hak-şinâs, olgun ve temiz insanlar yetiştiren bir dînin doğruluğundan şüphe edilemez!” dedim ve kelime-i şehâdet getirip müslüman oldum.»”
Bu hâdiseden de anlaşılacağı üzere, insanlar dâimâ karakter ve şahsiyete hayran olur, karakter ve şahsiyetin peşinden giderler. Çünkü sağlam bir şahsiyetin sergilediği en küçük bir İslâmî hassâsiyet bile, bâzen en beliğ sözlerden daha tesirli olabilir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Müslümanın Para ile İmtihanı, Erkam Yayınları