Kardeşliğimizin Bozulmasının Sonuçları
Günümüzde kardeşliğimizin bozulmasının sonuçları nelerdir? Kardeşliği bozmak, insanların arasına düşmanlık tohumları saçmak, husûmeti tahrik edecek sözleri insanlar arasında taşımak; bu çirkin fiiller Allâh’ın gazablandığı fiillerdir.
Kardeşliğin bozulması, nice İslâm diyarlarının elimizden kayıp gitmesine sebep olmuştur. Yedi asır güzîde bir İslâm beldesi olan Endülüs’te, küçük müslüman devletler arasındaki husûmet o hâle vardı ki; gaflet içinde, birbirlerine karşı hıristiyan devletlerle anlaşmaya başladılar. Hıristiyanlar birleşirken, müslümanlar parçalandı. Sonunda Endülüs kaybedildi.
Hâlbuki fethedilirken, ne büyük bir rahmet-i ilâhiyye tecellî etmişti:
Târık bin Ziyâd’ın, elbiseleri yamalı 7 bin kişilik ordusu; 95.000 kişilik İspanya ordusunu bertaraf etmişti.
Asırlarca Osmanlı’nın adâlet ve huzur kanatları altında yaşayan Balkanların kaybedilişinde de, kardeşliği yıkan bozgunculuk faaliyetleri vardır. Öyle ki, düşman Edirne’ye dayandığı hâlde, asker; hâlâ içine düştüğü parti tefrikasının vesvesesiyle hareket etmiştir. Bu gaflet içinde; asırlarca ezan dinlemiş beldeler, tek kurşun atmadan düşmana terk edilmiştir.
Kardeşler arasında fesat; küçük, ehemmiyetsiz şeylerden başlar.
Mevlânâ Hazretleri; mü’minlerin, Allah için birbirlerinin kusurlarını affedip iyilikte bulunarak kardeşliği ihyâ etmeleri gerektiğine şöyle işaret eder:
“Din kardeşinden bir cefâ gördünse, onun bin vefâsı olduğunu hatırla!.. Çünkü iyilik, günaha karşı şefaatçi gibidir.”
Âyet-i kerîmede kötülüğün iyilikle bertaraf edilmesi ne güzel bir ahlâktır:
“…İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman (göreceksin ki), seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost oluvermiştir.” (Fussilet, 34)
Rasûlullah Efendimiz; kendisine yirmi yıl kadar eziyet eden hemşehrîlerini, kısas yapma fırsatının doğduğu fetih gününde affetti. Bu af sayesinde, rahmet-i ilâhiyye galeyân etti. Yirmi yıldır inatla küfürde ısrar edenler, kısa sürede İslâm’a girdiler.
Kardeşliğin bozulmaması için; “Ben haklıyım, o haksız!” gibi lâkırdılardan vazgeçmek lâzımdır. Karşı taraf haksız da olsa; onu ıslah edecek, kazanacak bir gönülle ona yaklaşmak gerekir.
Ne güzel bir menkıbedir:
İki kardeşlikten birisi istikametini bozduğu için, diğerine;
“–Artık bu kardeşinden vazgeç!” derler.
O ise şöyle der:
“–Ne münasebet! Bilâkis o, asıl şimdi bana daha çok muhtaç. Böyle bir zamanda onu terk etmek doğru olur mu hiç?!. Ben şimdi ona öğüt verecek ve düzelmesi için Allâh’a duâ edeceğim.”
Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin bir talebesi de, düştüğü bir zaaf neticesinde son derece mahcup olup dergâhtan kaçar. Bir müddet sonra; gönlü harâbeye dönmüş bu talebe, dostlarıyla çarşıdan geçmekte olan Cüneyd-i Bağdâdî’nin gözüne ilişiverir. Talebe, hocasını fark edip utancı sebebiyle derhâl uzaklaşır. Durumu sezen Cüneyd -kuddise sirruhû-, yanındakilere;
“–Siz dönün, benim yuvamdan bir kuşum kaçmış!” deyip talebesinin ardınca gider. Geri dönüp bakan talebe, hocasının kendisini takip ettiğini görünce heyecana kapılarak adımlarını sıklaştırır. Girdiği bir çıkmaz sokakta mahcubiyetin verdiği telâşla, gayr-i ihtiyârî başını duvara çarpar. Hocasını karşısında gördüğünde ise renkten renge girip başını önüne eğer. Hazret müşfik sesiyle;
“–Evlâdım! Nereye gidiyorsun, kimden kaçıyorsun! Bir hocanın talebesine yardım ve himmeti asıl böyle zor günlerde ve müşkil zamanlarda olur.” der ve onu gönül sarayına alıp dergâhına götürür. (Bkz. Tezkiretü’l-Evliyâ, 469)
Kardeşliğin ve huzurun temeli, emniyet ve sadâkattir. Bunu bozacak şeyler, Cenâb-ı Hakk’ın gazabını tevlid eder.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Temmuz, Sayı: 185