Kardeşlik ve Tefekkür Zamanı

Şehirde neredeyse sağlam bina kalmadı ama bunların hepsi şu anda konuşuyor; ne mi diyorlar? Bakın, görün, sonunuz ne olacak diye ikaz ediyorlar. Şehir şu an vaaz ediyor, şehir her köşesiyle sohbet olmuş, anlayana akıbeti anlatıyor.

6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremlerde otuzdan fazla yakınını, evini, neredeyse her şeyini kaybetmiş bir kardeşimiz yıkılmış binaları gösterip şöyle söyledi: “Şehirde neredeyse sağlam bina kalmadı ama bunların hepsi şu anda konuşuyor; ne mi diyorlar? Bakın, görün, sonunuz ne olacak diye ikaz ediyorlar. Şehir şu an vaaz ediyor, şehir her köşesiyle sohbet olmuş, anlayana akıbeti anlatıyor.”

“İŞTE O GÜN İNSAN ‘KAÇACAK YER VAR MI?’ DİYECEKTİR”

6 Şubat bir tür kıyamet provasıydı. Altlarındaki yerin hareketini görüp dehşete kapılanlar sanki: “Ve dağlar (yerlerinden oynatan) bir yürüyüşle yürür” (Tur, 10) ayetini yaşadılar. 90 küsur saniye boyunca içeride kendisinin, salonda eşinin sürekli kelime-i şehadet getirişini hatırlayan bir depremzede dostumuz o anda insanın kendisinden başka bir şey düşünemediğini hayıflanarak anlatırken: “İşte o gün insan ‘Kaçacak yer var mı?’ diyecektir.” (Kıyamet, 10) ayetinde ifade edilen sahneye işaret ediyordu.

Ne olduysa O'nun iradesi ile oldu, milletimizin başı sağ olsun. O’nun müsaadesi olmadan kuru bir yaprağın düşmeyeceğine inanan bizler milyonları ilgilendiren böyle büyük bir felaketi sadece maddi sebeplere bağlayamayız. Gelen O’ndan gelmiştir, alanı O almıştır.

“BİZİM BAŞIMIZA ANCAK, ALLAH’IN BİZİM İÇİN YAZDIĞI ŞEYLER GELİR”

Depremde 25 kişilik ailesinin 17 ferdini kaybeden bir dostumuz: “İman ne büyük bir teselli kaynağıymış, yoksa dayanılacak acı değil” derken bunu kastediyor ve şu ayeti hatırlatıyordu: “De ki: ‘Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.’” (Tevbe, 51)

Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında Medine’de zelzele olmuş, Allah Rasûlü o esnada elini yere koyarak: “Sakin ol! Daha vakti gelmedi!” demiş ve sonra ashabına dönerek şöyle buyurmuştu: “Rabbiniz sizden kendisini razı etmenizi istiyor. O’nu hoşnut ediniz!” Rabbimizi hoşnut etmek takva iledir. Takva, O’nun istediği şekilde yaşamaktır. Takva, Allah’a karşı duyduğu sorumluluk bilincini hayatın merkezine koymaktır. Takva, nimete şükrederek, musibete sabrederek hep kazanan mü’minin şahsiyet markasıdır.

Yaşadığımız hadisede kim bilir ne tecelliler var. Tıpkı Hz. Musa ile Hz. Hızır aleyhisselam kıssası gibi... Orada üç hadise yaşandı. Hızır aleyhisselam masum bir çocuğu öldürdü, sahipleri varlıklı olmayan bir gemiyi deldi ve ücretsiz bir duvar inşa etti. Kelîmullah sıfatı ile bilinen bir peygamber bu hadiselerdeki sırları anlayamadı. Kendi getirdiği şeriata aykırı bu uygulamalara itiraz etti. Ama sonra anladı ki bilemediği bambaşka hikmetler vardır. Kimisi sonra anlaşılır, kimisi ahirete kalır, kimisi de sadece O'nda mahfuzdur.

Depremde nice canlar gitti. Kimisi elinde tesbihi ile zikir halindeydi, kimisi sahur hazırlığı için mutfağındaydı. Kim bilir, kimler başka ne hallerdeydi? Vefat edenler arasında hayatını insanları Allah'a, Allah'ı insanlara sevdirmekle geçirmiş sâlihler vardı. Masum yavrular vardı. Saçı sakalı beyazlamış ihtiyarlar vardı. Kim, niye gitti? Bunu bilmeye ne mecalimiz yeter ne de kapasitemiz… Şu günahı için gitti, bu ameli için cezalandırıldı gibi hükümler vermek kimsenin haddi değildir. Hüküm Rabbimize bırakılmalı, kul kulluğunun gereğini yapmalıdır.

KULUN 2 VAZİFESİ

Bugün kulluğun gereği iki vazife öne çıkmıştır. İlk vazife kardeşliktir. Depremde göçük altında vefat eden kardeşlerimiz için rahmet dileyelim, dua edelim. Göçük altından sağ çıkan ve kardeşliğimizden başka sermayesi kalmayanlara maddi ve manevi imkânlarımızı seferber edelim. Necip milletimiz zaten ilk günden bu yana bu konuda seferber oldu. Yardımlar yağmur gibi yağdı, yağıyor. Gönüllüler canhıraş ve fedakârca hizmet etti, ediyor. Allah için gidilen matemlerin civarında ne güzellikler, ne bereketler yaşandı, yaşanıyor. Herkes Allah’ın kulu; yardım eden de yardım edilen de ikaz ve ibretle sanki yeniden can buldu, buluyor.

Yıkımın en çok olduğu bölgelerden birisinde sıcak yemek dağıtılması dâhil depremzedelerin her türlü ihtiyacı ile ilgilenen bir dostumuzu ziyaret ettik. Ne kadar zamandır orada bulunduğunu sorduk, şöyle cevap verdi: "İlk iki gün buradaydım, acı sahnelere şahit oldum, elimden geldiğince yardımcı oldum, sonra memleketime döndüm. Evime geldiğimde oradan ayrılamadığımı fark ettim. Hanımıma baktım, hanımını kaybedenler geldi aklıma. Çocuğuma baktım, çocuğunu kaybedenleri hatırladım. Önüme yemek koydular, yemek yiyemeyenler lokmamı kursağımda bıraktı. Sofradan kalktım, ‘ben geri dönüyorum, siz başınızın çaresine bakarsınız’ dedim. O günden bu yana da buradayım.”

İmanın meyvesi merhamettir. Merhamet, mü’minin fârik vasfıdır, çünkü bu aynı zamanda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin temel hususiyetidir. Mü’minin göğsünde bir şelale çağıldar. Bu şelale felaketin yaralarını sarana kadar bölgeye akacak. Yardım faaliyetleri uzun bir müddet daha devam edecek. Her geçen gün yardımın nevi de türü de değişecek. Güvenlik, barınma gibi temel ihtiyaçlar yerini muhabbet, merhamet, birlikte olmak, beraber ağlamak, birlikte vakit geçirmek, gönül almak, gönül vermek gibi sosyal ve manevi ihtiyaçlara bırakacak.

Önümüzde Ramazan var, kurban var. Bu iki infak ve merhamet zamanının ana gündemi deprem bölgesi olacak. İftar çadırları kurmalı, gürül gürül ezanların okunduğu, namazların ve teravihlerin kılındığı geniş alanlar oluşturmalıyız. Sadece gönülleri ihya için gidip gelen ekiplerimiz olmalı. Hepimiz Ramazanımızdan üç beş günü deprem bölgesindeki kardeşlerimizle geçirmek üzere niyet edelim. Gidelim, kimseye yük olmadan, bir iftar çadırında kardeşlerimizin acısına ortak olalım.

Rastladığımız keder dolu gözlere yüreğimizdeki merhameti ve muhabbeti nazarımızla boca edelim. Kardeşim diye sarılalım, rahmet üzerimize insin, birlikte gözyaşı dökelim. Sadrımızdaki muhabbet ile daralmış sadırları gül bahçesine çevirelim. Bizler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ümmetiyiz. Bizim Peygamberimiz sadrına inşirah verilen, belini büken yük üzerinden alınmış peygamberdir. Uğradığımız her gönül “sadrını açıp genişletmedik mi, belini büken yükü üzerinden almadık mı” ayetlerinin bereketini hissetsin. Dokunduğumuz her gönül nebevî inşirahla genişlesin.

Kulluğun üzerimize terettüp eden ikinci güncel vazifesi tefekkürdür. İlâhî bir ikaz var. O ikâzı evvela nefsimizde işitmemiz gerekir. Bizler onların yerinde olabilirdik. Bu felaket acaba bizim yüzümüzden mi geldi sorusunu herkes kendisine sormalıdır. Musa aleyhisselâm yanındaki yetmiş kişi ile depreme yakalandığında şöyle yalvarmıştı: “Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin.” (Araf, 155)

Felaketin hikmet sebebi ne olursa olsun neticede iş aynı yere çıkıyor. Rabbimiz bizden takva istiyor. Takva ihsan kıvamındaki kulluktur. Biz O'nu göremesek de O bizi görüyor. Yaptığımız işte görüyor, attığımız temelde görüyor, kullandığımız malzemede görüyor, verdiğimiz ruhsatta görüyor, aldığımızda, sattığımızda, yaptığımızda, eylediğimizde, her ne işlersek o işte görüyor. Kulluğumuzu gözden geçirmeye, takva yolculuğumuzu ciddiye almaya ve bu yolculuktaki gayretimiz ile Rabbimizi razı etmeye ihtiyacımız var.

“YAPTIĞINIZ İŞİ GÜZEL YAPIN; ALLAH GÜZELDİR, GÜZELİ SEVER”

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz sevgili mahdumlarını defnettikleri kabrin bir tarafının düzeltilmesini istemişlerdi de etrafındakiler “bu acı içinde bununla mı meşguliyet” diye şaşırmışlardı. O da "Yaptığınız işi güzel yapın; Allah güzeldir, güzeli sever" buyurmuşlardı. Bugüne kadar yaptığımız işleri güzel yapamadıysak bundan sonra yapacaklarımızı güzel yapmanın fırsatı önümüze gelmiştir. Acı ile de olsa bu böyledir. Bir musibet bin nasihatten yeğdir.

Zaman artık yaptığımızı güzel yapma, kardeşlerimize güzel yardım etme zamanıdır. Güzel yardım, tefekkürle bezenmiş yardımdır. Esas yardım, bizi takva ile yaşanan bir hayata muvaffak kılacak yardımdır. Hayat geliyor, geçiyor ve aniden, çok zaman da ummadığımız bir şekilde nihayete eriyor. Esas hazırlık, hiç bitmeyecek bir hayata olmalıdır. Yardım, o hayatı mutlu yaşamaya götürecek yardımdır. Kardeşlerimiz esas, erişene de eriştirene de şifa ve rahmet olacak o yardımı bekliyor.

NEBÎ DUALARI İLE İLTİCA EDİN

Tarihte adaleti ve yönetimi ile beşinci halife diye anılan Ömer b. Abdülaziz (ö. 101/719) Şam’da meydana gelen depremden sonra bütün valilerine gönderdiği mektupta şu ifadeleri kullanmıştı: “Bu sarsıntı Allah’ın kullarını cezalandırdığı bir şeydir. Bütün şehirlere mektup gönderdim ve şöyle dedim: Şu ayın şu günü şu saat çıkınız; isteyen tasaddukta bulunsun.” Zira Allah Teâlâ;  قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهٖ فَصَلّٰى   “Temizlenen, Rabbinin adını anıp O’na kulluk eden kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir.” (A’lâ, 14-15) buyurmuştur. Ve babanız Âdem aleyhisselâm’ın dediği gibi deyiniz:

 رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرٖينَ “Rabbimiz biz kendimize zulmettik. Eğer sen bize mağfiret ve merhamet etmezsen mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’râf, 23) Ve Nûh aleyhisselâm’ın dediği gibi deyiniz: وَاِلَّا تَغْفِرْ لٖي وَتَرْحَمْنٖٓي اَكُنْ مِنَ الْخَاسِرٖينَ “Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen ben ziyan edenlerden olurum.” (Hûd, 47) Ve Mûsâ aleyhisselâmın dediği gibi deyiniz: رَبِّ اِنّٖي ظَلَمْتُ نَفْسٖي فَاغْفِرْ لٖي “Rabbim, doğrusu ben kendime zulmettim, beni bağışla.” (Kasas, 16) Ve Zü’n-Nûn (Yûnus) aleyhisselâmın (balığın karnında) dediği gibi deyiniz: لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّٖي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمٖينَ  “Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni bütün noksanlıklardan tenzîh ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum.” (Enbiyâ, 87)

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 445

İslam ve İhsan

TEFEKKÜR NEDİR? NASIL TEFEKKÜR EDİLİR?

Tefekkür Nedir? Nasıl Tefekkür Edilir?

TEFEKKÜR NASIL YAPILIR?

Tefekkür Nasıl Yapılır?

KARDEŞLİK İLE İLGİLİ 40 HADİS

Kardeşlik ile İlgili 40 Hadis

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.