Karınca Aklıyla Dünyaya Bakmak
Filibeli Ahmed Hilmiʼnin A‘mâk-ı Hayâl adlı eserinde, beşerî aklın kifâyetsizliğine dâir bir hikâye vardır. Hulâsaten naklettiğimiz bu hikâyede, Râcî uzun bir müddet görüşemediği Aynalı Babaʼyı ziyârete gider ve aralarında şu ibretlik hadise gerçekleşir.
Aynalı Baba, kısa bir hasbihâlden sonra, ona mûtâdı olduğu üzere bir kahve ikram eder ve ney üfler. Râcî bu neyi dinlerken yine hayal âleminin derinliklerine dalıp gider ve bir rüya görür. Esâsen hayat da bir nevî rüyadan ibârettir.
Rüyâsında kendisi güyâ karınca beylerinden birinin şehzâdesiymiş. Sarayda husûsî muallimlerle yetiştirilmekte iken, bir gün kendisine coğrafya dersi veren karınca hoca, bey babasından izin alarak onu tatbikî (uygulamalı) bir coğrafya dersi için arâziye çıkarır. Günlük güneşlik bir hava vardır. Muallim efendi; “–Şurada şu dağ var, burada bu nehir var…” diye îzâhatta bulunurken, âniden gök gürler ve şiddetli bir sağanak seli, karıncaları önüne katıp sürüklemeye başlar.
Hem insan, hem de karınca idrâkine sahip olan Râcî, o anda insan nazarıyla neler olduğuna bakınca görür ki, karıncaların gök gürlemesi zannettiği şey, yakınlarında yem yiyen iki yorgun beygirin kişnemeleri, sağanak yağmur ise, onların anlaşmışlar gibi aynı anda yaptıkları idrardan başka bir şey değildir.
SONSUZ HAKİKAT
Bu felâketten kurtulabilen karıncalar, hocalarıyla mektebe dönerler. Herkes böyle günlük güneşlik bir havada bu hâdisenin nasıl vâkî olduğunu îzah sadedinde, karınca idrâkiyle gâyet ilmî ve mantıkî izahlarda bulunur. Fakat bunların hiçbirinin hakîkatle alâkası yoktur.
Râcî, insan nazarıyla da bakabildiği için daha geniş bir ufuktan görmüş olduklarını anlatsa, kimsenin inanmayacağını bilir. Bu sebeple, hakîkatle alâkası olmayan bu sözleri sabırla dinlerken, bir anda yorgun beygirlerin hâli gözünün önüne geliverir. Uzun bir kahkaha ile, daldığı hayâl âleminden uyanır. Görür ki Aynalı Baba da gülerek bir şiir mırıldanmaktadır:
Güneş yanar, âlem döner
Bir gün gelir hepsi söner
Ey sâhib-i ilm ü hüner
Bilir misin sebebi kim?..[1]
Bu hikmetli hikâyenin de ifâde ettiği üzere, kâinattaki sonsuz hakîkatlerin künhüne vâkıf olmak itibâriyle, beşerî aklın da o karıncalardan bir farkı yoktur. Nübüvvet nûruyla haberdar olunabilen hakîkatlerden ve vahyin rehberliğinden mahrum bir insanın aklı, kâinatta sergilenen ilâhî kudret ve azamet tecellîlerini idrâk husûsunda, o karıncaların idrâkinden farksızdır.
BİRBİRLERİNİ TEKZİB EDEN FİLOZOFLAR
Burada şunu da ifâde edelim ki, Allah Teâlâʼnın beşeriyete olan rahmet ve ihsanlarının bir tezâhürü de “rüya”lardır. Zira hayatın metafizik hakîkatlerine zihnen ulaşabilmemiz için, rüya bir rehberdir. Çünkü rüyada, hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan nice hâdise cereyan eder. Bu da bize âhiret ahvâli hakkındaki İslâmî beyanların doğruluğunu, daha kolay idrâk edebilme imkânı sağlar.
Peygamberler ve onların izinden yürüyen sâlih zâtların dışında, insanlığa kurtuluş yolunu göstermek ve onlara örnek birer rehber olmak iddiâsındaki bütün insanlar ve bilhassa her şeyi kendi akıllarıyla îzâha kalkışan feylesoflar -bu karınca hikâyesinde olduğu gibi- dâimâ kifâyetsizdirler.
Peygamberler, ilâhî vahye istinâd ettikleri için, birbirlerini tasdîk eden hidâyet rehberleri olarak gelmişlerdir. Feylesoflar ise, teʼyîd-i ilâhîden mahrum oldukları ve mânevî terbiyeden geçmemiş olan nefislerinin sultası altındaki kifâyetsiz akıllarıyla tefekkür ettikleri için, dâimâ birbirlerinin sistemlerini çürüterek ve birbirlerini tekzib ederek ömürlerini ziyan etmişlerdir.
Nitekim felsefî girdaplar içinde bir hayli ömür tükettikten sonra aklın kifâyetsizliğini kavrayarak, derin bir mistik arayışa yönelen Paskal der ki:
“Felsefe hep îtibârî, izâfî (sübjektif) görüşler ortaya koyar. Meselâ Pirene Dağlarıʼnın bu tarafında hakîkat denilen şeye, öbür tarafında hatâ deniliyor. Hududu teşkil eden nehrin bu yanında adam öldürene cânî, öte yanında ise kahraman deniliyor.”
[1] Bkz. ‘mâk-ı Hayâl, Sebil Yayınevi, sf. 113-117; Akçağ Yayınları, sf. 123-127.
Kaynak: İslam Nazarında Akıl ve Felsefe, Osman Nuri Topbaş, 128 Sayfa, Erkam Yayınları, 2013
YORUMLAR