Karınlarının İçi Yılanlarla Dolu İnsanlar

İbadet Hayatımız

Paygamber Efendimizin şahit olduğu, karınları yılanlarla dolu olan insanların günahı neydi? Hangi günahlarından dolayı böyle bir azaptaydılar? İşte cevabı...

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ömrünün tamamını fedakârlığın zirvesinde yaşadı. Rabbimiz, hiçbir beşere lûtfetmediği Mîrâc’ı, O’na ihsan ve ikram buyurdu. Yedi kat semâ, Cennet, Cehennem ve Sidre-i Müntehâ kendisine ziyaret ettirildi. Sonrasında Cenâb-ı Hak ile baş başa bir mülâkat gerçekleşti. Bizler bu yakınlığın mâhiyetini tam olarak bilemiyoruz. Lâkin Rasûlullah Efendimiz, bize o müstesnâ yolculuktan, müşâhede ettiği bazı sahneleri naklediyor.

Hiç şüphesiz ki bu sahneler, Hakk’a yakınlık yolculuğunda olan bir mü’minin dikkat etmesi gereken, üzerinde hassâsiyetle durması gereken çok mühim noktalar.

HANGİ GÜNAHLARINDAN DOLAYI BÖYLE BİR AZAPTALAR

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Cehennem’de azap gören bazı günahkârların hâllerini bizlere şöyle haber veriyor:

“Mîrac gecesi, bir kısım insanlara uğradım ki, karınları evler gibi iri idi. Karınlarının içi yılanlarla doluydu ve bunlar dışarıdan görünüyordu. Ben:

«–Ey Cibrîl! Bunlar kimlerdir?» diye sordum.

«–Bunlar fâiz yiyenlerdir!» cevâbını verdi.” (İbn-i Mâce, Ticârât, 58)

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut fâiz alacaklarınızı terk edin. Şayet (fâiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Rasûlü tarafından (fâizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (el-Bakara, 278-279)

Bir başka husus;

Darda Kalmış Olana Borç Vermek

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyorlar:

“Mîrac Gecesi’nde Cennet’in kapısı üzerinde şu ibârenin yazılı olduğunu gördüm:

«Sadaka on misliyle, borç vermek ise on sekiz misliyle mükâfatlandırılacaktır.»

Ben:

«–Ey Cibrîl! Borç verilen şey niçin sadakadan daha üstün oluyor?» diye sordum.

«–Çünkü, sâil (çoğu kere) yanında para olduğu hâlde sadaka ister. Borç isteyen ise, ihtiyacı sebebiyle talepte bulunur.» cevâbını verdi.” (İbn-i Mâce, Sadakât, 19)

Bununla birlikte borçlulara elden geldiğince kolaylık göstermeli; bilhassa borçlu samimî bir şekilde ödemeye gayret ettiği hâlde buna muvaffak olamıyorsa, ona mühlet vermelidir. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Eğer (borçlu) darlık içinde ise, bir kolaylığa çıkıncaya kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadakaya saymak sizin için daha hayırlıdır.” (el-Bakara, 280)

DÜNYA MALININ HESABI ZORDUR

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, mâzî, hâl ve istikbâl kayıtlarından müstağnî olduğu Mîrac Gecesi’nde istikbâle âit bir takım ibretli vak’alar da seyretmiş ve bunları mâzî sîgasıyla, yani olmuş bir hâdise gibi nakletmişlerdir. Bununla alâkalı bir misâl de Aşere-i Mübeşşere’den Abdurrahman bin Avf Hazretleri hakkındadır.

Efendimiz buyuruyor:

“O gece (Mîrac Gecesi’nde) Abdurrahman bin Avf’ı gördüm. Cennet’e, oturduğu yerde emekleyerek giriyordu. Ona dedim ki:

«–Niçin bu kadar ağır geliyorsun?»

Dedi ki:

«–Yâ Rasûlâllah! Malımın hesâbı dolayısıyla, çocukları bile ihtiyarlatacak kadar ağır sıkıntılar geçirdim. Öyle ki, bir daha Siz’i göremeyeceğimi zannettim…»” (Muhammed Pârsâ, Faslu’l-Hıtâb, s. 403)

Rabbimiz’in verdiği nîmetler karşısında mü’minin sergilemesi gereken tavrı Ebû Zer -radıyallâhu anh- şöyle naklediyor:

Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’le birlikte Medîne’nin Harra mevkiinde yürüyordum. Derken Uhud Dağı’nı gördük. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ey Ebû Zer!” dedi. Ben:

“–Buyur yâ Rasûlâllah! Emrine âmâdeyim.” dedim. Efendimiz:

“–Yanımda şu Uhud Dağı kadar altın olsa, bu beni sevindirmez. Bir borcu ödemek için ayırdığımdan başka da yanımda bir dinar bulunarak üç gün geçmesini istemem. (Allah Rasûlü, önüne, sağına, soluna ve arkasına elleriyle verme işâreti yaparak) yanımda bulunanı Allâh’ın kullarına şöyle şöyle dağıtmak isterim.” buyurdu. Sonra yoluna devam etti ve:

“–Dünyada varlığı çok olanlar, âhirette sevapları az olanlardır. Yalnız sağına, soluna ve ardına şöyle, şöyle ve şöyle (yani bol bol) verenler müstesnâdır. Fakat onlar da ne kadar azdır.” buyurdu. (Buhârî, İstikrâz 3, Rikāk 14; Müslim, Zekât, 32)

Velhâsıl âhirette kurtuluş berâtını almak isteyen bir kimsenin bu fânî cihanda hayatını mîrâc ufkunda yaşaması şart. Bunun için de gönül âleminin tezkiye edilmesi gerekiyor.

Nitekim, Cebrâil -aleyhisselâm- meleklerin en üstünü olduğu hâlde, Sidre-i Müntehâ’dan öteye geçemedi. “Ben bundan sonra bir adım daha atarsam yanarım!” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz ise, çok daha ötesine geçti. Cenâb-ı Hak ile başbaşa bir mülâkat gerçekleştirdi. Dolayısıyla insan da nefis problemini hâllettiğinde meleklerden daha öteye geçebiliyor.

Rabbimiz’in lûtfuyla mülâkî olduğumuz üç aylar mevsimi, kalp âlemimizin tezkiye edileceği en güzel fırsat demleri. İçinde barındırdığı mübârek gün ve gecelerin çokluğu ve feyzi dolayısıyla üç aylar, her yönüyle mânevî eğitim ayları. Cennet kazancının en kârlı zamanları. Bu demlerde Mîrac gibi, benlikten sıyrılıp da yedi kat göklere yükselmeyi ifade eden mûcizevî hâdiselerdeki hikmetlere râm olup o gönül ufkuyla feyizli bir ibadet hayatı yaşayabilenlere ne mutlu!

Cenâb-ı Hak, cümlemize böyle bir gönül kıvamı ihsân eylesin! Bizleri nefsimizin şerrinden muhafaza buyursun. Rızâsına muvafık bir kulluk hayatı yaşayıp sonsuz mîraca nâil olan bahtiyarlar zümresine dâhil eylesin. Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, Yıl: 2021 Ay: Mart Sayı: 200