Kârûn Nasıl Öldü?
Mûsâ -aleyhisselâm-a çirkin bir iftira atan Kârûn'un sonu nasıl oldu? Kârûn'nun ölümü nasıl gerçekleşti? Hz.Mûsâ ve Kârûn'nun son görüşmesi...
Birgün Kârûn, Benî İsrâîl kavmini topladı. Mûsâ -aleyhisselâm-’ı da oraya çağırdı ve:
“–Şimdi ey Mûsâ! Allâh’ın şu emirlerini bize bildir: Hırsızlık yapanın durumu ne olur, zinâ edenin durumu ne olur ve bunları sen yaparsan senin durumun ne olur?!” dedi.
Hazret-i Mûsâ:
“–Hırsızlık yapanın eli kesilir, zinâ eden de recmedilir!” dedi.
Kârûn tekrar:
“–Ya bunları sen yaparsan?!” diye sordu.
Mûsâ -aleyhisselâm- da:
“–Aynıdır!” dedi.
Bunun üzerine daha önceden sefil bir plân hazırlamış olan Kârûn, kalabalığın arasından bir kadına seslendi:
“–Ey kadın, gel! Gel de Mûsâ ile yaptığın çirkin fiili ve iffetsizliği anlat!” dedi.
Bu müthiş iftirâ karşısında Mûsâ -aleyhisselâm- çok hiddetlendi ve gazaplandı.
O sırada kadın da, yanlarına kadar gelmişti. Birşeyler söylemek istedi, fakat dili tutuldu; söyleyemedi.
Hazret-i Mûsâ öfkeyle sordu:
“–Ey kadın! Denizi yarıp yol yapan ve Tevrât’ı indiren Allâh’ın hakkı için doğruyu söyle: Ben seni tanıyor muyum? Benim seninle bir alâkam var mı?”
Kadın büyük bir pişmanlık içinde:
“–Yâ Mûsâ! Kârûn bana bolca para verdi ve Sana bu iftirâyı atmam için beni kandırdı!” dedi. Ve son derece büyük bir üzüntüyle tevbe etti.
Mûsâ -aleyhisselâm- secdeye kapandı:
“–Yâ Rabbî! Onların cezâsını ver!” diye duâ etti.
Bu bedduâdan sonra yer yarıldı. Rezil plânı ters tepen Kârûn ve ona tâbî olanlar, hazîneleriyle birlikte yerin dibine geçti.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Nihâyet Biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allâh’a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.” (el-Kasas, 81)
Kârûn’u, dünyâya meyli ve başkasına hased etmesi helâk etti. Nitekim âyet-i kerîmede hased edenlerin şerrinden Allâh’a sığınmamız gerektiği, bir duâ hâlinde şöyle bildirilmektedir:
“De ki: «Ben, yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden, ağaran sabahın Rabbine sığınırım!»” (el-Felak, 1-5)
Zîrâ hased edenlerin âkıbeti, hüsrandan başka bir şey değildir.
Nitekim halk, Kârûn ve avanesinin helâkini görünce ona ettikleri gıptaya pişman oldular:
“Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler:
«–Demek ki Allâh, rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az! Şâyet Allâh bize lutufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki, inkârcılar iflâh olmazmış!» demeye başladılar.
İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve fesâdı arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sâhiplerinindir.” (el-Kasas, 82-83)
Kârûn kıssasında ümmete ibret olarak, kibirlinin, hased ehlinin ve âhireti unutup dünyâya dalanların fecî âkıbeti sergilenmektedir.
Ayrıca bu kıssadaki iftirâ mes’elesiyle alâkalı olarak tasavvuf erbâbı derler ki:
Mûsâ -aleyhisselâm-’ın daha önce ilâhî vahye dayanmadan yaptığı bir hareketi, yâni Fatun’u hafifçe itip ölmesine sebep olması, sonraları O’nun gönül evini perişân etmiştir. Hattâ bu sebeple Cenâb-ı Hak da, O’na doğrudan doğruya:
“–Sen bir insan öldürdün!” (Tâhâ, 40) buyurmuştur. Yâni Hak Teâlâ O’nu:
“Bizim vahyimiz, emir ve müsâademiz olmadan o Kıptîyi katlettin!” diye âdeta muâheze etmiştir.
İşte bu diken geldi; tekrar tekrar Hazret-i Mûsâ’nın gönlüne battı. Aslında O’nun maksadı zorbalık değildi. Fakat kendi başına yaptığı bir hareket, nice yapmadığı şeylerin iftirâlarını başına getirdi.
Onun için büyükler:
“İlâhî emirlere dayanmadan kendi başına iş yapma sevdâlarını başından atmazsan, seni, senin kılıcınla temizlerler ve kendi kılıcının maktûlü olursun, başka değil!” demişlerdir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-2, Erkam Yayınları
YORUMLAR