Kehf Suresi 20. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Kehf Suresi 20. ayeti ne anlatıyor? Kehf Suresi 20. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Kehf Suresi 20. Ayetinin Arapçası:
اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذًا اَبَدًا
Kehf Suresi 20. Ayetinin Meali (Anlamı):
“Çünkü eğer şehir halkı yerinizi öğrenirde sizi ellerine geçirirlerse ya sizi taşlayarak öldürürler veya sizi kendi dinlerine döndürürler. İşte o zaman ebediyen kurtuluşa eremezsiniz.”
Kehf Suresi 20. Ayetinin Tefsiri:
Kıssanın
bu safhasında gençler uyandırılıyorlar, fakat uykuya daldıklarından bu yana
mağarada ne kadar kaldıklarını bilmiyorlar. Uyandıktan sonra içlerinden biri
diğerlerine dönüyor ve burada ne kadar kaldıklarını soruyor. Bu soruyu sorarken
uzun bir uykunun tesirini üzerinde hissettiği anlaşılmaktadır. “Bir gün ya da
daha az bir süre kaldıkları” söyleniyor. Ardından bu meseleyi esas sahibine
havale ederek hemen fiilen karşı karşıya kaldıkları bir problemi çözmeye karar
veriyorlar. Evet, çok acıkmışlardı. Yanlarında da şehirden çıkarken üzerlerine
aldıkları gümüş paralar vardı. İçlerinden birini bu parayla şehre gönderiyorlar
ve yemeğin en temizinden getirmesini istiyorlar. Burada, aradan onca zamanın
geçmesine rağmen dinî şuurlarının ilk gün gibi canlı olduğu, haram ve helâle
çok dikkat ettikleri görülmektedir. Durumlarının açığa çıkmasından,
gizlendikleri yerin bilinmesinden, dolayısıyla şehirdeki yöneticilerin,
kendilerini yakalayıp tek bir ilâha kulluk etmek suretiyle müşrik bir toplumun
dini telakkilerine baş kaldırmaları sebebiyle taşa tutup öldürmelerinden
korkuyorlar. Bir taraftan da işkence yapmak suretiyle kendilerini imanlarından
dönmeye zorlamalarından çekiniyorlar. Asıl korkuları zaten buydu. Bu sebeple
şehre gönderdikleri kişiye uyanık, tedbirli ve nâzik olmasını; kendisini ele
vermemesini tavsiye ediyorlar.
Şurası câlib-i dikkattir ki, Ashâb-ı Kehf asırlarca kendilerinden
geçip Hakk’ın yanında bulunmak makamında kaldıkları müddetçe nâil oldukları
rûhânî gıdâlar sâyesinde dünya yiyeceklerine ve cismânî gıdâlara muhtaç
olmadılar. Nitekim Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.)’in hâli de böyleydi. O, hiç iftar
etmeksizin günlerce oruç tutar ve: “Rabb’imin katında gecelerim; O beni
yedirir, içirir” buyururdu. (Buhârî, Savm 20, 48, 49; Müslim, Sıyam 57 –
58) Hz. Mûsâ da Tûr dağında kırk gün yemedi, içmedi, savm-i visâl tuttu. Fakat
ilâhî fuyuzâtın verdiği huzurla bir an bile ne açlık ne de susuzluk hissetti.
Hz. Hızır’la buluşmak üzere yola çıktığında ise hemen acıktı ve yanındaki
gence: “Şu kahvaltımızı getir de yiyelim artık! Gerçekten bu yolculuğumuz
yüzünden hayli yorgun düştük” dedi. (Kehf 18/62) Aynı şekilde Ashâb-ı Kehf
de Hakk’ın yanında olmak makamından kendilerinde olmak durumuna dönünce
açlıklarını hissettiler ve hemen aralarında azık meselesini konuşmaya
başladılar. (bk. Bursevî, Rûhu’l-Beyân, V, 274)
Ayetlerin akışı burada bize yüzlerce yıl sonra
şehre gelen arkadaşın karşılaşacağı tuhaf ve acaip durumu düşünme ve boş kalan
o alanı doldurma fırsatı vermektedir. Biz bütün bunları düşünürken Kur’an bu
ibretli kıssanın diğer bir safhasını, onların ruhlarını Allah’a teslim
ettikleri sahneyi takdim eder:
Kehf Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Kehf Suresi 20. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...
YORUMLAR