Kendini Tanıyan Rabbini Tanır

İnsanın kendini tanıması ile Rabbini tanıması arasındaki ilgi hep konuşulmuş ve bu konu "Kendini tanıyan Rabbini tanır" ifâdesiyle âdetâ sistemleştirilmiştir.

Sen seni ne sanırsın

Fânîye aldanırsın

Hoş birgün uyanırsın

Tevhîde gel tevhîde

İnsanın kendini tanıması hem zaaf ve eksiklerini, hem de istidâd ve kâbiliyetlerini bilmesi demektir. İnsanın nereden gelip nereye gittiği, evvelinin ne olduğu, sonunun ne olacağı konusu da "kendini tanıma" kapsamına dâhildir.

KUR'ÂN SENİ SANA ANLATIYOR

Kur'ân, insanın nereden gelip nereye gittiğini ve bu dünyadaki ilgi ve zaaflarının onu nasıl etkilediğini çok veciz ifâdelerle açıklamaktadır. Biz bu yazımızda insanı aldatan dünyaya ve bu aldanışın mâhiyetine ışık tutan Kur'ân âyetlerini toplamaya çalışacağız. Kur'ân, insanın bütün zaaf ve aczine rağmen, sadece bir nutfeden yaratılmış olduğu halde, kendini yaratana hasım (düşman) kesildiğini belirtmektedir. Nitekim: "İnsan, bizim kendisini nasıl bir nutfeden yarattığımızı bilmez mi? Şimdi apaçık bir hasım kesilmektedir" (Yâsîn, 36/77) buyurulmaktadır.

Bir başka âyet şöyledir: "Allah, insanı bir meniden yarattı. Birden o insan apaçık bir karşı koyucu oluverdi" (en-Nahl, 16/4). İnsanoğlu kendisini, dökülen bir meniden yaratan Rabbinin başıboş bırakacağını sanarak (el-Kıyâme, 75/36-37) ya hayatın gâyesiz ve anlamsız olduğuna kani olmakta, ya da şeytanın da tahrik ve teşvikleriyle dünyâ hayatının zebûnu ve kurbanı olarak Rabbini ve âhireti unutmaktadır. Oysa ki Allah Teâlâ buyurur: "Dünya hayatı sizi aldatmasın.

O aldatan şeytan sizi Allah hakkında rahmet ve mağfiretinin bolluğu ile kandırmasın" (Fâtır, 35/5). "Çünkü şeytan insanlara söz verir, ümit verir, fakat şeytanın vaadi aldatmadan başka bir şey değildir" (en-Nisâ, 4/120).

İnsanı kendisine cezbederek kandıran dünyayı anlatan pek çok âyet-i kerîmeden bazıları şöyledir:

"Dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir" (el-En'âm, 6/32).

"De ki: Yaptıkları işler bakımından en ziyâna uğrayacak kimseleri söyleyeyim mi? Dünya hayatında bütün çabaları boşa giden ve kendilerini iyi yaptığını sananlar" (el-Kehf, 15/103-104).

"Dünya hayatı kendilerini aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şâhitlik ettiler" (el-En'âm 6/100).

"Onların ne malları, ne de evladları seni imrendirmesin. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azab etmeyi kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor" (et-Tevbe, 9/55).

"Onlar dinlerini bir eğlence ve oyun yerine koydular ve dünya hayatı kendilerini aldattı. Onlar bu günleriyle karşılaşacaklarını nasıl da unuttular ve bile bile âyetlerimizi nasıl yalanladılarsa biz de onları öyle unuturuz" (el-A'râf, 7/51).

"Nefsini, sabah akşam rızâsını umarak Rabbine yalvaranlardan kıl. Gözlerini onlardan ayırıp da dünya hayatının süsünü dileyen, kalbi bizi anmaktan uzak, nefsinin arzusuna uyan kişinin ardınca gitme" (el-Kehf, 18/28). Çünkü bu tür bir hastalığa tutulan kimsenin mikrobu sârîdir. Hastalığını başkalarına da bulaştırabilir. Bu yüzden: "Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden yüz çevir" (en-Necm, 53/29).

Dünya hayatının insana câzib gelen cihetini ve insanları aldatan tarafını Kur'ân şöyle anlatır: "Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, salınmış atlardan ve develerden, ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük insanlara süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimidir. Asıl varılacak yer Allah'ın yanındadır" (Âl-i İmrân, 3/14).

"Siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz. Oysa âhiret daha iyi ve daha süreklidir" (el-A'lâ, 87/16-17) âyeti, âdetâ dünya ile âhiret arasında bir mukâyese yaparak âhiretin önemini ve sürekliliğini anlatmaktadır. Dünya hayatının fânîliği, geçiciliği ve çekiciliği insanı cezbederek fânîyi ebedîye tercih ettirmektedir. Oysa dünya hayatı çok kısadır. Nitekim ?öyle buyurulur:

"Onlara dünya hayatının tıpkı şöyle olduğunu anlat. Dünya hayatı gökten indirdiğimiz bir su gibidir. O yerin bitkilerine karışmış, derken o bitkiler bir çöp kırıntısı haline gelivermiş, rüzgarlar da onu savurup almıştır" (el-Kehf, 18/45). İşte dünya hayatı böyle bir mevsim kadar kısadır.

Bir başka âyette de dünya hayatının kısalığı şöyle anlatılır: "Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz suya benzer ki onunla insan ve hayvanların yedikleri yer mahsulleri birbirine karışıp yetişir. Nihâyet bütün güzelliklerini takınıp süslendiği, sahipleri de bu mahsulü toplayıp ondan faydalanmaya kendilerini muktedir sandıkları bir sırada geceleyin veya güpegündüz emrimiz yani bir âfet gelivermiş ve bir lahzada ona bir tırpan atıvermiştir. Sanki dün yokmuş gibi olmuştur" (Yûnus, 10/24).

"Dünya hayatının süsünü isteyenlere buradaki çalışmalarının karşılığı yine burada verilir" (Hûd, 11/75). "Fakat Allah'a kavuşmayı ummayan ve dünya hayatına razı olup onunla rahat edenler ile Allah'ın âyetlerinden gaflet edenlerin kazandıklarından ötürü elde edecekleri ateştir" (Yûnus, 10/7).

İNSANIN DÜNYA VE ALLAH İLE İLİŞKİSİNİN PSİKOLOJİK TAHLİLİ

Kur'an'da insanın dünya ve Allah ile ilişkisinin psikolojik tahlili de yapılmakta ve şöyle buyurulmaktadır: "İnsanlara darlık geldikten sonra onlara bolluğu tattırdığımızda, hemen ayetlerimize dil uzatmağa kalkışırlar; onlara de ki: "Hile yapanın cezasını vermekte Allah daha çabuktur." Elçi meleklerimiz kurduğunuz tuzakları hiç şüphesiz yazmaktadırlar. Sizi karada ve denizde yürüten Allah'tır.

Bulunduğunuz gemi, içindekileri güzel bir rüzgarla götürürken yolcular neşelenirler; bir fırtına çıkıp da onları her taraftan dalgaların sardığı ve çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda ise Allah'ın dinine sarılarak, "Bizi bu tehlikeden kurtarırsan and olsun ki şükredenlerden oluruz" diye O'na yalvarırlar. Allah onları kurtarınca, hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar! Geçici Dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir. Sonra dönüşünüz Bizedir. Yaptıklarınızı size bildiririz" (Yûnus, 10/21-23).

İnsan psikolojisindeki bu taşkınlığa bir ayet, "İnsan kendini müstağni görünce hemen azgınlığa düşer" (Alak 96/6-7) lafızlarıyla işaret ederken bir başka ayette, "Ey insanoğlu! Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkip eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir? (el-İnfitar 82/6-7)

Kerem ve ihsanın gereği ona karşı gururlanarak saygısızlık etmek ahlaksızlık ve günahkarlık yapmak değil, kerem ve ihsanın yüksekliği oranında iman ve şükür ile taat, saygı ve tazimi artırmaktır. Nankörlük ve isyandan sakınarak yüce ahlaka yükselmektir. İnsanları bu tür bir gurur ve aldanışa sevk eden üç şey vardır. Bunlardan biri aldatıcı şeytan, diğeri cehalet ve gaflet, üçüncüsü de cezanın peşin verilmemesinden dolayı affa olan ümiddir. Nitekim Fudayl b. İyâd'a kıyamette sana "İhsanı bol Rabbine karşı sizi aldatan nedir?" diye sorulursa ne cevap verirsin?" denmiş, o da: "İndirilmiş perdelerin; yani günahları setretmen" demiştir. İnsanlar Allah'ın ayıp örtücü (Settâru'l-uyûb) oluşuyla aldanmaktadır.

İnsan kendinde güç hissettikçe azgınlaşmakta Rabbi ile ilişkilerinde problemler yaşamaktadır. Nitekim Kur'an'da siyasi güç sahibi olunca azan Firavun ve Nemrutların ekonomik güce sahip olunca yoldan çıkan Karunların ibretli kıssaları vardır. Karun ile ilgili kıssada şöyle buyrulur: "Karun, Musa'nın milletindendi; ama onlara karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik.

Milleti ona: "Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez" demişlerdi. Karun: "Bu servet ancak, bende mevcut bir ilimden ötürü bana verilmiştir" demişti. Allah'ın, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz.

Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: "Karun'a verildiği gibi bizim de olsa; doğrusu o büyük bir varlık sahibidir" demişlerdi. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: "Size yazıklar olsun; Allah'ın mükafatı, inanıp yararlı iş işleyenler için daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir" demişlerdi. Sonunda, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı ona yardım edebilecek kimsesi de yoktu; kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi" (el-Kasas, 28/76-81).

Demek ki mal insanı kurtarmaya yetmiyor. Belki insana varlık ve benlik vererek isyana teşvik ediyor, zalimleştiriyor, ama insanı kurtarmıyor. Bu yüzden insanın fani varlığa aldanmaması dünya cazibesine kapılmaması gerekiyor. Dünya bir araç ve bir geçit, asıl varılacak yer ve ebedi durulacak mekan ahiret yurdu. Bu bakımdan insanoğlu her şeye lazım olduğu kadar değer vermeli. Fani parıltı ve ışıltılara aldanmamalıdır. Nitekim Şakik Belhi der ki:

Allah'a kul ol, O'na muhtaç olduğun kadar,

Dünyadan nasibini ara, orada ömrün olduğu kadar,

Kabir için hazırlan, orada duracağın kadar,

Allah'a karşı günah işle, azabına dayanabileceğin kadar,

Cennet için çalış, orada kalmayı istediğin kadar.

Allah Rasûlü buyurur: "İnsanlar uykudadır ölünce uyanırlar".

Ölmeden bu dünyada uyanmak, faniye aldanmamak ve Hak ile iletişim kurup tevhide varmaktır. Hüdayi'nin dediği gibi:

Sen seni ne sanırsın

Faniye aldanırsın

Hoş, birgün uyanırsın

Tevhide gel tevhide

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, Altınoluk Dergisi, 2000 - Kasim, Sayı: 177, Sayfa: 006

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.