Kendisine En İyi Davranmam Gereken Kimdir?

Ebû Hüreyre'den -radıyallâhu anh- nakledildiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v) kendisine dört kez ard arda "Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?" sorusu sorulduğunda ne cevap veriyor? İşte cevabı...

Lokman -aleyhisselâm-’ın nasihatlerinin arasında; Cenâb-ı Hak, iki âyet-i kerîmede, anne-baba hakkını ve hudutlarını beyan buyurmuştur:

“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için); «Önce Bana, sonra da ana-babana şükret!» diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Bana’dır. (Lokmân, 14)

Âyet-i kerîme, bilhassa ihtiyarlayan anne-babalara nasıl bir şefkatle muâmele edilmesi gerektiğini şöyle bildirir:

“Rabbin; sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine; «Üf!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (el-İsrâ, 23)

KENDİSİNE EN İYİ DAVRANMAM GEREKEN KİMDİR?

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle nakleder:

“Bir adam Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek;

«–Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?» diye sordu.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Annen!” buyurdu.

Adam;

“–Ondan sonra kimdir?” diye sordu.

“–Annen!” buyurdu.

Adam tekrar;

“–Ondan sonra kim gelir?” diye sordu.

“–Annen!” dedi.

Adam tekrar;

“–Sonra kim gelir?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Baban!” cevabını verdi. (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1)

Diğer bir rivâyete göre babadan sonra da;

“–Sana en yakın olan akraban.” buyurdu. (Müslim, Birr, 2)

Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

“Anne hakkına dikkat et! Onu başında tâc et! Zira anneler doğum sancısı çekmeselerdi, çocuklar da dünyaya gelmeye yol bulamazlardı.”

Sâliha anneler, ömürlük teşekküre lâyıktır.

Bahâeddin Nakşibend Hazretleri, annesi için sadaka-i câriye olabilmek arzusuyla şöyle demişti:

“Benim kabrimi ziyarete gelen, önce annemin kabrini ziyaret etsin!”

Molla Câmî de annesine olan teşekkür borcunu şöyle ifade etti:

“Ben annemi nasıl sevmem ki, beni bir müddet cisminde, bir müddet kollarında, ömür boyu da kalbinde taşıdı.”

Ebû Hanîfe, Bağdat kadılığını reddedince Halîfe tarafından zindana atıldı. Dedi ki:

«‒Bana zindan ağır gelmez. Fakat annemin üzülmesinden mahzun olurum.»

Böyle anneler, ömürlük bir teşekküre ve duâlara lâyıktır.

Heyhat!

Câhiliyyenin arttığı devrimizde, kadınlar annelikten soğutuluyor ve uzaklaştırılıyor.

Câhiliyyede kız evlâtların diri diri gömülmesi gibi, devrimizde de kürtaj kasaplığı var. Evlâtlar ana rahminde katlediliyor. Annelik, rahatı bozacak diye; türlü bahanelerle çocuklar bertaraf ediliyor. Bunlar vicdanların kuruduğuna, merhametin kalplerden söküldüğüne alâmettir. Zira bir kedi bile, yavrularına karşı merhamet doludur. Günümüzün maddî ve seküler hayatı; insanı gaddarlaştırdı, egoistleştirdi.

Câhiliyyedeki insana ve günümüzdeki insana bu cinayetin fâciasını göstermek ve fark ettirmek üzere Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu;

وَاِذَا الْمَوْءُ۫دَةُ سُئِلَتْۙ ﴿ 8 ﴾ بِاَيِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْ ﴿ 9 ﴾

“Diri diri toprağa gömülen kıza hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda; (her nefis, ilâhî huzûra ne getirmiş olduğunu bilecek ve kendisini bekleyen âkıbeti görecektir.) (et-Tekvîr, 8-9)

Aynı vicdansızlığın bir yansıması olarak, evlâtlar da, yaşlandıklarında anneleriyle babalarıyla yaşamayıp, onları bakımevine gönderiyor.

Bunlar fâcialardır. Hâlbuki; bakıma muhtaç bir anne veya baba, belki de bir evlât için, âhiret sermâyesidir.

Dünyaya getirilecek ve güzelce yetiştirilecek bir evlât, belki de anne-babasının yaşlılığında âdetâ bir baston olacak, âhirette de belki de sadaka-i câriye olacaktır.

İslâm’ın ilk yıllarında; Allah Rasûlü’nün davetini aynı aileden bazı fertler kabul ediyor, bazıları etmiyordu. Böyle olunca, bazı anne-babalar, evlâtlarına karşı anne-babalık hukukunu istismâr etmeye çalıştılar. Meselâ;

Sa‘d bin Ebî Vakkas -radıyallâhu anh-’ın on yedi veya on dokuz yaşında iken İslâmiyet’i kabul etmesi üzerine annesi, dîninden dönmediği müddetçe onunla konuşmamaya ve yemek yememeye ant içti; fakat Sa‘d dîninden dönmeyeceğini söyledi.

Mus‘ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-’in zengin olan annesi de, dîninden dönmezse onu mîrâsından mahrum etmekle tehdit ediyordu.

Babası; Ebû Cendel -radıyallâhu anh-’ı, hicret etmemesi için zincirlere vurmuştu.

İşte bu âyet-i kerîme böyle bir durumda yapılması gerekeni bildirir:

“Eğer onlar (anne-baban) seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme! Onlarla dünyada iyi geçin.

Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak Bana’dır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.” (Lokmân, 15)

Mahlûk İçin Hâlık’a İsyân Edilmez!

Kulluk Cenâb-ı Hakk’adır. Bu sebeple anne-baba; evlâdına Allâh’ın emirleri dışında bir zorlamada bulunursa, o zaman onlara itaat câiz değildir. Onun dışındaki itaatler mecbûrîdir.

Meselâ gafil anne-baba; kız evlâdına başını açmasını emrederse, bu noktada itaat edilmez. Onları dinlemedi diye evlât günahkâr olmaz. Bilâkis Allâh’a itaat ettiği için ecre nâil olur.

Allâh’a Yönelenlerin Yoluna İttibâ

Bu îlâhî tâlimatta, kalbin etrafından tesir alma husûsiyetine işaret vardır. Bu sebeple, sâlihlerle beraberlik ve fâsıklardan uzak durmak zarûrîdir.

Bir âyet ve hadîs-i şerif:

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 119)

“Müşriklerle aynı yerde oturmayın, onlar ile bir araya gelmeyin. Kim onlarla aynı yerde oturur ve birlikte bulunursa, o onlardandır, bizden değildir.” (Hâkim, Müstedrek, II, 141)

Gazâlî Hazretleri buyurur:

“Zihnî beraberlikler, kalbî beraberliğe götürür. Bu da insanı helâke dûçâr eder.”

Dönüş Allâh’adır

Âhirete îman çok mühimdir. Müteâkip âyette, Lokman -aleyhisselâm-’ın nasihatlerine dönülmektedir. O da, evlâdına tevhidden sonra âhiret ve tefekkür dersi vererek şöyle der:

“Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” (Lokmân, 16)

  • İhsan Şuuru

Rasûlullah Efendimiz ihsânı şöyle tarif buyurur:

“Allâh’a, O’nu görüyormuşçasına ibâdet et! Her ne kadar sen O’nu göremezsen de, O seni görmektedir.” (Buhârî, Îmân, 37)

Hazret-i Lokman, evlâdına Allâh’ın kendisini ve yaptıklarını her zaman ve mekânda gördüğü şuurunu aşılamaya gayret etmektedir.

Tefekkür Îmân Anahtarıdır

Lokman -aleyhisselâm-; evlâdını, âdetâ semâvat ve arzda tefekkür ettirerek dolaştırmaktadır.

Eserden Müessir’e, sebepten Müsebbib’e, sanattan Sanatkâr’a ulaştıran bir tefekkür…

Maalesef günümüzde müsbet ilimler; bu hikmeti verecek, bu tefekkürü kazandıracak şekilde okutulmuyor. Hâlbuki ilmi veren Allah’tır. Müsbet ilimler, Allâh’ın yarattığı kanunları tespitten ibarettir.

Cenâb-ı Hakk’ın kâinattaki sonsuz azamet ve kudret akışlarını evlâtlarımıza anlatmalıyız.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Şubat, Sayı: 180

 

İslam ve İhsan

İSLAM’DA ANNE-BABA HAKKI

İslam’da Anne-Baba Hakkı

ANNE HAKKINI ANLATAN ALKAME'NİN İBRETLİK HİKAYESİ!

Anne Hakkını Anlatan Alkame'nin İbretlik Hikayesi!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.