Keramet Nedir? Keramet Çeşitleri

Keramet nedir? Keramet çeşitleri nelerdir? Kuran ve Sünnet çizgisinde yani istikamet üzere bir hayat ikame etmenin önemi ve Hak dostlarının keramet ile ilgili sözleri...

Cenâb-ı Hak göklerde ve yerde olan her şeyi, bir takdir üzere halk etmiştir. En küçük atom parçalarından en büyük cesîm varlıklara kadar yaratılan her şey, bu ilâhî nizam dâhilinde hareket eder. Hiçbir varlık, “sünnetullah” veya “âdetullah” denilen bu nizâmın dışına çıkamaz. Lâkin sonsuz güç ve kudretin yegâne sahibi olan Rabbimiz, dilediği zaman bu nizâmı değiştirebilir. Nitekim insanlığı irşâd için gönderdiği peygamberlerine lûtfettiği mucizeler bunun bâriz bir misâlidir. Meselâ, deniz Mûsâ -aleyhisselâm- için yol olmuş, asâ ejderhaya dönüşmüş, Îsâ ve İbrahim -aleyhisselâm- için ölüler dirilmiş, gökteki ay Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz için ikiye bölünmüştür.

Bu hârikulâde hâdiseleri, asrımızın bilime haddinden fazla değer atfeden akılcı(!) insanı kabullenmekte zorlanabilir. Lâkin Allâh’ın kudret ve azametine îman eden bir mü’min için, kavramakta zorlanacak bir durum yoktur.

Rabbimiz, Hak yolunda riyâzat, mücâhede ve gayretleri neticesinde, bir ikram nevinden, bazı velî kullarına da fevkalâde hâller olan kerâmetleri lûtfedebilir. Fakat unutulmaması gereken bir hakikattir ki, velîlerde görülen ve bir kısım insanların irâdelerine müsbet bir yön vermek maksadıyla zuhûra gelen kerâmetler, tâbî oldukları peygamberin bereketiyledir ve aynı zamanda onun mûcizelerinin bir nevî devâmı mâhiyetindedir.

Nitekim gerek asr-ı saâdette, gerekse daha sonraki zamanlarda vukū bulan tasarruf ve kerâmetlere şâhid olan pek çok kimse, “Velîsi böyle olan bir dînin, nebîsi kim bilir nasıl olur!..” diyerek kerâmetin asıl merkezini te’yîd ve tasdik etmişlerdir.

KERAMET ÇEŞİTLERİ

Allah dostlarından zu­hûr eden ke­râ­met­ler iki kı­sım­dır:

  • Kev­nî ve sû­rî ke­râ­met: Bunlar, tayy-i me­kân, or­ta­da bu­lun­ma­yan bir eş­ya­yı göz önü­ne ge­tir­me, vah­şî hay­van­la­ra iş gör­dür­me gi­bi, mad­de âle­min­de mey­da­na ge­len hâ­ri­ku­lâ­de hâller­dir.

Allah dostları, bu tip ke­râ­met­lere ehem­mi­yet ver­mez­ler. Onu za­rû­ret dışında iz­hâr et­me­yi de hoş karşılamazlar. Çün­kü bu hâl, hal­kın hay­ran­lık ve al­kış­la­rını celbeder. Câ­hil kim­se­ler, ar­tık her şe­yi o ve­lî­den bek­le­me­ye baş­lar. Bu ise kalbe zehir saçan şöhret ve gurur âfetini beraberinde getirir. Bu sebeple ve­lî zâtlar bu tip ke­râ­metlere meyletmez, fakat mecbur kalırlarsa da mümkün mertebe bu hâllerini gizlemeye çalışırlar.

  • Mâ­ne­vî ke­râ­met: İlim, ah­lâk, ibadet, mâ­ri­fet ve tak­vâ­da me­sâ­fe katederek, “Em­ro­lun­du­ğun gi­bi dosdoğru ol!..” (Hûd, 112) âyet-i ke­rî­me­si­nin muh­te­vâ­sın­dan his­se ala­bil­mek­tir.

Her ne ka­dar halk, bu ke­râ­met tür­le­rin­den birin­ci­si­ne rağ­bet eder­se de as­lın­da mak­bûl olan ikincisidir. Zi­ra ta­sav­vuf eh­li it­ti­fak et­miş­ler­dir ki; “En bü­yük ke­râ­met, bütün güçlüğüne rağmen is­ti­kâmet­i muhafaza etmektir.”

HAK DOSTLARININ KERAMET VE İSTİKAMET İLE İLGİLİ SÖZLERİ

Pek çok kerâmeti nakledilmekle birlikte Bâyezîd-i Bistâmî -rahmetullâhi aleyh- kerâmete değil, istikâmete ehemmiyet verir ve şöyle buyururdu:

“Kendisine kerâmetler verilmiş, hattâ havada bağdaş kurup oturan birini görseniz bile hemen ona aldanmayın! İlâhî emir ve nehiylere riâyet ediyor mu, ilâhî hudutları muhâfaza ediyor mu, şer’î hükümleri hakkıyla edâ ediyor mu, ona bakınız!”

***

Zira Cü­neyd-i Bağ­dâ­dî -rahmetullâhi aleyh-’ın buyurduğu gibi:

“Bir ki­şi­yi ha­va­da uçar­ken gör­se­niz, hâ­li Ki­tap ve Sün­ne­tʼe uy­mu­yor­sa, bu bir (kerâmet değil) is­tid­raç­tır.”

İstidraç ise, kerâmetin zıddı olarak, kâfir, fâsık ve müteşeyyih, yani velî olmadığı hâlde velîlik taslayan bazı şahıslardan zuhûr eden hârikulâde hâllerdir. Bunlar birer ilâhî imtihan olup onları helâke sürükler.

***

Kulluk hayatında mühim olan, kerâmete ulaşmak değil, Kerîm olan Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olmaktır. İstikâmet üzere olmayan bir sâlikin kerâmet elde etmek için çırpınışı boşunadır.

Bu hususta Hâ­lid-i Bağ­dâ­dî Haz­ret­le­ri şöyle buyurmuştur:

“İs­ti­kâmet ve gay­ret, sa­yı­sız keşif ve ke­râ­met­ten efdaldir. Ay­rı­ca bi­lin­me­li­dir ki keşif ve ke­râ­met, dî­nin emirlerine ri­âyeti artırmaya vesîle olmuyorsa, belâ ve fitneden başka bir şey değildir.”

***

Keşif ve keramet sahibi olmak, son nefesin îmân ile gerçekleşeceğinin de bir garantisi değildir. Nitekim Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin, talebelerinden birine kerâmetle ilgili yaptığı şu vasiyet çok câlib-i dikkattir:

“İlim, hâl ve irfân seviyenin yüksekliğine aldanma! Bel’am bin Bâûrâ’nın Levh-i Mahfûz’a bakıp onu okuyacak makâma geldikten sonra başına neler geldiğini hatırla!”

Onun ibretli hâli Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifâde buyrulur:

“…Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: «Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur.» İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.” (el-A‘râf, 176)

ASIL SAHABİ KİMDİR?

Bu sebeple sahâbe-i kirâm, her nefes âhiret endişesi içerisinde yaşamışlardır ki, şu hâdise, bu hâlin mânidar bir misâlidir:

Rivâyete göre iki kişi Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh-’a selâm verip:

“–Sen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbından mısın?” diye sormuşlardı.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin çok sevdiği ve; “Selman bendendir, Ehl-i Beytʼimdendir.”[1] buyurduğu o güzîde sahâbî, gönlündeki “son nefes” endişesiyle:

“–Bilmiyorum!” cevâbını verdi.

Gelenler, acaba yanlış birine mi geldik diye tereddüt ettiler. Selman -radıyallâhu anh- sözlerini şöyle açıkladı:

“–Evet, ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i gördüm, O’nun meclisinde bulundum. Ancak Allah Rasûlü’nün asıl sahâbîsi, O’nunla birlikte Cennet’e girebilecek olan kişidir.” (Bkz. Heysemî, VIII, 40-41; Zehebî, Siyer, I, 549)

EBÛ BEKİRCE (RA) BİR İSTİKAMET

Pek çok rivâyette peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı olduğu bildirilen Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-ʼın, fizikî ve zâhirî kerâmetine dâir, çok fazla bir mâlumat yoktur. Onun en büyük kerâmeti; Allah Rasûlüʼne olan eşsiz sadâkati, müstesnâ teslîmiyet ve itaatidir.

Nitekim birçok defa servetinin tamamını Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e getirip Allah yolunda kâ‘bına varılmaz bir infak örneği sergilemiştir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in:

“–Âilene ne bıraktın ey Ebû Bekir?” suâline de büyük bir aşk heyecanı içerisinde:

“–Onlara Allah ve Rasûl’ünü bıraktım.” mukâbelesinde bulunmuştur. (Ebû Dâvûd, Zekât, 40/1678; Tirmizî, Menâkıb, 16/3675)

Hattâ bir gün Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:

“Ebû Bekr’in malından istifâde ettiğim kadar başka hiçbir kimsenin malından faydalanmadım…” nebevî iltifatına cevâben, gözyaşları içerisinde:

“Ben ve malım, yalnızca Sen’in için değil miyiz yâ Rasûlâllah?!.”[2] demek sûretiyle kendisini bütün varlığıyla Peygamber Efendimiz’e adadığını ve O’nda fânî olduğunu ifade etmiştir.

İSTİKÂMETİ MUHÂFAZA

Hakk’a vâsıl olmak için istikâmetten başka bir yol olmadığı gibi, her hususta istikâmeti muhâfaza etmek kadar yüksek bir makam ve onun lâyıkıyla yerine getirilmesi kadar zor olan hiçbir emir yoktur. Lâkin Cenâb-ı Hakk’ın, istikâmet ehline müjdesi de büyüktür:

“Şüphesiz; «Rabbimiz Allah’tır.» deyip sonra istikâmet üzere bulunanların üzerine melekler iner ve onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan Cennet’le sevinin! Biz, dünya hayatında da âhirette de sizin dostunuzuz. Gafûr ve Rahîm olan Allâh’ın bir ikrâmı olmak üzere, orada canınızın çektiği ve arzu ettiğiniz her şey sizin için hazırdır.» derler.” (Fussilet, 30-32)

“KİŞİ SEVDİĞİ İLE BERABERDİR.”

Süfyân bin Abdullâh -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:

“–Yâ Rasûlâllah! Bana İslâm’ı öyle bir anlat ki, onu bir daha başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim.” dedim. Efendimiz:

“–Allâh’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdu. (Müslim, İmân, 62)

Hiç şüphesiz ki dosdoğru olmak, ancak Efendimiz’e tâbî olmakla gerçekleşir. Zira Cenâb-ı Hak O’nun hakkında:

(Sen) doğru yol üzerindesin.” (Yâsîn, 4) buyurmaktadır. Bu sebeple ashâb-ı kirâm da ömürlerini;

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ

“Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96) hadîs-i şerîfinin muhtevâsında yaşayıp, bütün hâl ve davranışlarında Efendimiz’le beraber olabilmenin gayreti içerisinde bulunmuşlardır.

EN BÜYÜK KERAMET

Velhâsıl Kur’ân ve Sünnet’e sımsıkı sarılıp emrolun­duğu gibi dosdoğru olabilmek, yani istikâmet üzere yaşayabilmek, bu zamanın en büyük kerâmetidir. Çünkü Hak katında makbûliyet, kulluktaki istikâmet nisbetindedir.

Rabbimiz bizleri son nefesimize kadar istikâmetten ayırmasın. Bir gölgenin sahibine olan bağlılığı gibi, bizleri Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e râm eylesin.

İdrâk etmekte olduğumuz Ramazân-ı Şerîfʼin feyz ve rûhâniyetinden lâyıkıyla istifâde edebilmeyi, ilâhî af, mağfiret ve inâyete nâil olarak ebedî bir bayram sürûru yaşayabilmeyi ihsân eylesin.  

Âmîn!..


Dipnotlar:

[1] İbn-i Hişâm, III, 241; Vâkıdî, II, 446-447; İbn-i Sa‘d, IV, 83; Ahmed, II, 446-447; Heysemî, VI, 130.

[2] İbn-i Mâce, Mukaddime, 1

Kaynak: Yıl: 2017 Ay: Haziran Sayı: 148

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.