Keşke Dememek İçin Ne Yapmalıyız?
Müslüman zeki ve gayretlidir. Bu sebeple dünya hayatını ahiret hayatının bir sermayesi olarak kullanır. Kıyamet günü dünyada yapamadıklarına keşke dememek için her anını İslam ile dolu dolu geçirir.
Gelişen ve kıymetlenen arazilerin eski fiyatlarını bilenler birbirlerine derler ki:
“–Pek ucuz ve kolay iken, keşke ben de alsaymışım. Şimdi çok kazançlı çıkacaktım!..”
Zamanında almış olanlar bile;
“–Keşke daha fazla alsaymışım!” derler.
İşte âhiret yurdundaki pişmanlığı bunun kat kat fazlası olarak tefekkür etmek îcâb eder.
Bu şuurla, dünyevî bahanelerin pençesine düşerek kıyâmet günündeki pişmanlığı artırmamalı, çok gayret etmelidir. Gayret edenlere de destek olmalı, güç ve omuz vermeli ve onların hayırlı işlerine ortak olmalıdır.
Unutmamalıdır ki;
Asıl tatil de teneşirde başlayacak, tâ ba‘sü ba‘de’l-mevte kadar sürecektir.
Düşünmeli ki;
Kimileri, onca imkânı ve zamanı; okyanusu yelkenliyle aşmak, dağların tepesine tırmanmak gibi birtakım tuhaf zevklerine harcadığı hâlde, yakınları tarafından tenkit edilmeyip tebrik görüyor.
Spor müsabakaları için kamplar yapılıyor. Falan tez için insanlar kütüphânelere kapanıyor, kimseyle görüşmüyor. Bazen bir vazife için, bir kişi yabancı bir ülkeye gönderiliyor. Hayatını ona göre tanzim ediyor. Herkes, bu kişiyi haklı görüyor. Hâlbuki bunlar gel-geç heveslerdir. Âyet-i kerîmede buyurulur:
عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ
“Çalışmıştır, boşuna!” (el-Ğâşiye, 3)
Hâl böyle iken, imkânlarını geniş ölçüde Allah yoluna sarf eden kişiye aynı rağbet ve takdir gösterilmeyebiliyor. Oysa asıl onlara köstek değil destek olmak zarurîdir.
Tarihimize baktığımızda; beylerin, cihad, tebliğ, ilim, irfan ve hizmet yolunda; hanımların da, vakıflar tesis etmek, hayır-hasenatta bulunarak sadaka-i câriyeler bırakmak yolunda birbirleriyle yarıştıklarını görüyoruz.
Meselâ Üsküdar’da muhteşem tarihî camilerin ekserîsi, sultan hanımların eserleridir. O hanım sultanların yegâne modası; vakıflar tesis etmek, hayır hasenat bırakmaktır. Başka gayeleri olmamıştır. Onların kendilerinden sonraya bıraktığı mîraslar, toplumları zâhiren ve bâtınen zenginleştiren gerçek pırlantalar ve elmaslar mesâbesindeki camiler, çeşmeler, şifâhâneler ve Kur’ân müesseseleri olmuştur.
Sâliha bir hanım, sâlih bir aile reisinin en büyük destekçisi ve hayırlı evlâtların da en birinci ve en mühim muallimesi ve mürebbiyesidir. Böyle fazîletli anneler, ömür boyu teşekküre lâyıktır.
Efendimiz buyurmuştur:
“Bana dünyanızdan üç şey (Allah tarafından) sevdirildi:
1) Gözümün nûru namaz,
2) Güzel koku,
3) Sâliha hanım.” (Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 10)
“Cennet annelerin ayağı altındadır.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 125)
Toplumlar, sâliha hanımların elinde âbâd olur. Gafil kadınların elinde ise berbâd olur. Gafil anneler sebebiyle toplumlar cam kırıklarıyla dolar ve onlar nesilleri ifsâd ederler. Böyle sefil kadınlar hakkında Efendimiz şöyle îkāz etmiştir:
“Bana (mîracda) cehennem gösterildi. Halkının çoğunun kadınlar olduğunu gördüm.” (Buhârî, Îmân, 21)
Baba ve annelerin dünyadaki en büyük ecri, yavrularını Hak yolunda yetiştirebilmeleridir.
Bu yolda, İbrahim -aleyhisselâm-’ın, Hacer Vâlidemiz’in ve Hazret-i İsmail’in teslîmiyetini düşünmelidir. Ashâb-ı kirâmı ve ecdâdı tefekkür etmelidir.
Unutmamalıdır ki, fedâkârlıktan başka çare yoktur.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Aralık Sayı: 154