Kevser Suresinin Tefsiri
Kevser ne demektir? Kur’ân-ı Kerîm’in en kısa sûresi olan Kevser sûresinin tefsirini haberimizde dinleyebilir ve okuyabilirsiniz.
Kevser sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 3 âyettir. Kur’ân-ı Kerîm’in en kısa sûresidir. İsmini birinci âyette geçen ve genel olarak “çok iyilik, çok nimet” mânasına gelen اَلْكَوْثَرُ (kevser) kelimesinden alır. Sûre اِنَّاۤ اَعْطَيْنَا (İnnâ a‘taynâ) ve اَلنَّحْرُ (Nahr) isimleriyle de anılır. Mushaf tertîbine göre 108, iniş sırasına göre 15. sûredir.
KEVSER SURESİNİN TEFSİRİ DİNLE
Kevser Suresi Tefsiri (1-3. Ayetler)
KEVSER SURESİNİN TEFSİRİ
Kevser / 1
Âlemlerin Efendisi (s.a.s.), asla “ebter” olamaz. Çünkü Yüce Allah ona Kevser’i lütfetmiştir. اَلْكَوْثَرُ (kevser), çokluk mânasındaki اَلْكَثْرَةُ (kesret) kökünden gelir. O, bütün iyilik, güzellik ve hayırları içine alan gerçekten çok şümullü bir lafızdır. Bu mânalardan bazıları şöyledir:
- Bitmek tükenmek bilmeyen çok hayır, bol nimet,
- Kur’ân-ı Kerîm, Peygamberlik ve İslâm dini,
- Kur’ân-ı Kerîm’le alakalı ilimler ve mânalar,
- Mü’minlere dinî hayatlarında sağlanan kolaylıklar,
- Makâm-ı Mahmûd, şefaat hakkı,
- Peygamberimiz (s.a.s.)’e kıyamete kadar iman ve itaat edecek ümmetinin çokluğu,
- Cennette verilecek havuz ve ırmak.
Kevser havuzu ve ırmağı hakkında Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Kevser, cennette bir ırmaktır. Her iki kıyısı altındandır. Bu ırmak inci ve yakut üzerinden akar. Toprağı miskten daha hoştur. Suyu baldan tatlı, kardan daha beyazdır.” (Tirmizî, Tefsir 108)
Enes (r.a.) anlatıyor:
Biz Resûlullah (s.a.s.)’in huzurunda bulunuyor iken Efendimiz (s.a.s.) kısa bir süre uyuyuverdi. Daha sonra tebessüm ederek başını kaldırdı. Bizler:
“- Ey Allah’ın Rasûlü! Tebessüm etmenize sebep nedir?” diye sorduk. Şöyle buyurdu:
“- Az önce bana bîr sûre indirildi” buyurup Kevser sûresini okudu. Sonra:
“- Kevser nedir, bilir misiniz?” diye sordu. Bizler:
“- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” deyince şöyle buyurdu:
“- O aziz ve celil olan Rabbimin bana va‘dettiği bir ırmaktır. Onda pek çok hayır vardır. O kıyamet gününde ümmetimin su içmek için geleceği bir havuzdur. Etrafındaki kapları yıldızların sayısıncadır…” (Müslim, Salât 53-54)
Fahr-i Kâinat (s.a.s.) buyuruyor:
“Ben sizin Kevser havuzuna ilk erişeniniz olacak ve sizi orada karşılayacağım! Sizinle buluşma yerimiz o havuzdur. Ben şu an onu görüyorum! Ben sizin hakkınızda şehâdet edeceğim! Şu an bana yerin hazîneleri ve onların anahtarları verildi. Vallahi, sizin için benden sonra, müşrikliğe dönersiniz diye korkmam! Fakat ben, sizin için dünya ihtirâsına kapılır ve onun üzerinde birbirinizi kıskanırsınız, birbirinizi öldürürsünüz ve sizden öncekilerin yok olup gittikleri gibi siz de yok olur gidersiniz diye korkarım!..” (Buhârî, Tefsir 108/1; Müslim, Fezâil 31)
Efendimiz (s.a.s.)’e bu nimetlerin verileceği müjdelenerek, gönlü teselli edilmiş, hüznü giderilmiş ve bu husustaki ileri geri konuşan kâfirlere hadleri bildirilmiştir.
Bu büyük nimete karşılık olarak:
Kevser / 2
Bu kadar sayısız iyilik ve ihsana karşılık Yüce Allah, sırf kendi rızâsı için namaz kılmayı, bu nimetlere şükür olması için de, o dönemde sahip olunan malların en kıymetlisi olan develeri yine O’nun rızâsını kastederek kurban kesmeyi emir buyurur. Nitekim o dönemde müşrikler ıslık çalıp el çırparak ibâdet ediyor (bk. Enfâl 8/35) ve putlar için deve kesiyorlardı. Bunun için Allah Teâlâ Peygamberinden, sadece Rabbi için namaz kılıp kurban kesmesini istemiştir. Bu, aynı zamanda İslâm’ın esası olan tevhid ve ihlâsın emridir.
Bilindiği gibi namaz ibâdeti risâletin ilk günlerinde başlamış olmakla birlikte, Miraç’ta beş vakit olarak farz kılınmıştır. Kurban ibâdeti de hicrettin ikinci senesinde uygulanmaya başlamıştır. Kevser sûresi ise Mekke’nin ilk yıllarında inmiştir. Bu sebeple âyette vurgulanan husus, belli bir namaz ve kurban olmayıp biri bedenî diğeri malî olan namaz ve kurban ibâdetlerinin, aslında bu ikisini numûne kabul edersek, her türlü ibâdet, itaat ve kulluğun sadece ve sadece Allah’a yapılmasıdır. Çünkü O, bütün nimetlerin gerçek sahibidir. İbadete layık olan yalnızca O’dur. O’nun dışında sahte tanrılar dâhil hiçbir varlığın en küçük bir ilâhlık ve mabudluk vasfı yoktur.
Peygamber’e hakaret edebilecek kadar büyük bir densizliğe cüret eden kâfirlere ilâhî bir şamar olarak şöyle buyruluyor:
Kevser / 3
Cenâb-ı Hak Rasûlü’nden, emir buyurduğu şekilde kendine kulluk etmesini, bunu yaptıktan sonra inkârcıların buğz ve düşmanlıklarına aldırış etmemesini ister. Çünkü onların düşmanlıklarına karşı, Habîbi’ni himâye edecek, koruyup kollayacak, onun adına düşmanlarının hakkından gelecek olan bizzat kendisidir. Nitekim burada, Peygamberimiz (s.a.s.)’e buğzeden, ona “soyu kesik” diyerek hakaret eden, ona düşmanlık yapanları, “ebterin ta kendisi” olarak damgalamakta, bu gibilerin alınlarına ebediyen silinmeyecek bir “ebterlik” mührü vurmaktadır.
Gerçekten bundan itibaren devam eden zaman içerisinde ebter olanın Resûlullah (s.a.s.) değil, ona ebter diyenler olduğu güneş aydınlığı gibi ortaya çıktı. Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’e hakaret ve düşmanlık yapanların soyları kesildi, isimleri unutuldu. Işıkları, fırtına önündeki bir mum gibi dayanamadı, söndü. Buna karşılık Efendimiz (s.a.s.)’in tebliğ ettiği din, dalga dalga bütün dünyaya yayıldı. Zaman içinde milyarlarca insan ona inandı, onun mânevî evladı oldu. Ayrıca torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin kanalıyla nesli çoğaldı. Onların zürriyeti olan seyyidler ve şerifler dünyanın mânevî mimarları oldu. Cenâb-ı Hak onun zikrini yüceltti. İsmini ismiyle beraber andı. Minârelerde ezanlarla birlikte isminin dünyanın bütün ufuklarında çınlamasını lütfetmektedir. Kâdelerde, tahiyyatlarda mü’min dudaklardan Habîbine milyarlarca salât ve selam göndertmektedir. Kıyamete kadar da bu böyle artarak devam edecektir. Ona verilen en büyük nimet olan İslâm, bugüne kadar kaç kez dünyaya hâkim oldu, bundan böyle de bütün dünyaya hâkim olacaktır. Bu, Rabbimizin va’didir. (bk. Fetih 48/28; Saf 61/8-9) Görüldüğü üzere tarih de ispatlamaktadır ki, “ebter” olan -hâşâ- Resûlullah değil, onun düşmanları olmuştur. Şimdi de, bundan sonra da “asıl ebter”ler yine Resûlullah’ın düşmanları olacaktır. Dolayısıyla bu âyetlerdeki Resûlullah (s.a.s.)’e olan müjdeler, onun yolunu izleyen tüm mü’minler için geçerli olduğu gibi, buradaki tehditler de kıyâmete kadar gelecek tüm Allah ve Peygamber düşmanları için geçerlidir.
Kaynak: kuranvemeali.com