Kim Üç Şeyi İddia Eder, Üç Şeyden Kendini Temizlemez İse O Aldanmıştır

Ahiret demek, Allah’a yönelmek ve O’na kavuşma saâdetine erişmek demektir. Uzun iştiyaktan sonra, ebediyen sevgilisine kavuşup hiçbir engel olmadan sevgili ile devamlı olarak baş başa kalmaktan daha büyük sevinç ne olabilir?

Kim üç şeyi iddia eder, üç şeyden kendini temizlemez ise o aldanmıştır.

  1. Allah’ın koyduğu ahlâk esaslarına uymanın zevkliliğini söyler, fakat dünyanın sevgisini bırakmaz ise,
  2. Amellerini sırf Allah içi yapmayı sevdiğini söyler, fakat insanların da kendisine tazim etmesinden hoşlanır ise,
  3. Allah Teâlâ’yı sevdiğini söyler, fakat nefsini terbiye etmez ise o kimse aldanmıştır. Sevginin kemâli, bütün mevcûdiyetiyle kalbin Allah’ı sevmesidir. Gönül başkasına iltifat ettiği nispette, başkası ile meşguliyeti var demektir. Sirke konmak istenen bir bardakta su bulunduğu vakit, ne kadar su varsa o nisbette az sirke alacağı gibi, başkası ile meşgul olan kalp de o meşgale nispetinde Allah sevgisi azalır. Bardağı tamamen sirke ile doldurabilmek için, suyunu tamamen boşaltmak gerektiği gibi, kalbi de tamamen Allah sevgisi ile doldurmak için başka her şeyden temizlemek lâzımdır.

KUL ALLAH’I TANIDIĞI ZAMAN

Abdülkâdir Geylânî kuddise sirruh Hazretleri buyurur:

– Kul Allah’ı tanıdığı zaman insanlar onun kalbinde yer etmez, çıkar. Ve tıpkı kuruyan yaprakların ağaçtan dökülmesi gibi dökülürler. Böylece onun kalbi, insanlardan tamamen arınmış, temizlenmiş olarak kalır. Bu mertebeye ulaşan kişi, kalbi ve özü yönünden insanlara karşı kördür, sağırdır, onları görmez, sözlerini işitmez...

Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

– Sizden Allah’a en sevgili ve en yakın olanınız, başkaları ile kaynaşan ve kendisi ile kaynaşılabilen insandır. Mü’min de başkaları ile dost olan ve kendisi ile dostluk kurulabilendir...

Buradaki bu inceliğe dikkat etmek lâzımdır. O da: Allah için uzleti ve yalnızlığı tercih eden ve toplumdan uzak, tek başına yaşayan kimseden başkaları ile dost olan ve kendisi ile dostluk kurulabilen kişiliğin ve bu özelliğin gitmemesi gerçeğidir.

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem burada insanda doğuştan bulunan ahlâkî bir yapıya işaret etmiştir. Böyle bir ahlâk, ehliyet ve kabiliyet bakımından yetkili olan, herkesin yanında kemâle erebilir. İnsanlar arasında bu vasfa en fazla sahip olanlar, önce peygamberler sonra da velilerdir. Hepsi içinde ülfet bakımından en üstün olanı da şüphesiz Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selemdir.

Yine bunun içindir ki yüksek mertebeye yükselen herkes Allah’a kavuşmayı sever, ölümü arzu eder. Ve ölmekten hoşlanır. Ancak marifette daha çok kemâl bulmak için yaşamak ister. Çünkü marifet bir tohum gibidir. Tohum ne kadar kuvvetli ve çok olursa, mahsul de o nisbette çok olur. Zaten marifet, sahili bulunmayan bir deryâdır. Allah Teâlâ’nın celâlini ihâta ve onu tam mânâsıyla anlamak muhaldir.

Allah Teâlâ’nın, zatını, sıfatını, ef’alini ve mülkündeki sırları bilmek, ne kadar çoğalır ve kuvvetlenirse, âhiret nimetleri de o nisbette büyür ve çoğalır. Bu tohum, iyi ve çok olduğu o vakit, mahsulün çoğalması gibidir. İşte bu tohum ancak dünyada temin edilir. Ve ancak temiz gönüllere ekilir. Mahsul ise ancak âhirette alınır. Bunun için Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Saadetlerin efdali, Allah’a itaat yolunda geçen uzun ömürdür” buyurmuşlardır.

Zira marifetin çoğalıp kemale ermesi, fikir ve mücahedeye devam ile dünya iyiliklerinden uzaklaşmak ve yalnız O’nu aramakla, uzun ömür sayesinde temin edilir. Âhirette en çok mesut olanlar, Allah’ı en çok sevenlerdir. Çünkü âhiret demek, Allah Teâlâ’ya yönelmek ve O’na kavuşmak saâdetine erişmek demektir. Uzun iştiyaktan sonra, ebediyen sevgilisine kavuşup hiçbir engel olmadan sevgili ile devamlı olarak baş başa kalmaktan daha büyük sevinç ne olabilir?

Kaynak: Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-6, s. 114

İslam ve İhsan

HAYIR İŞLERİ ÜÇ ŞEYLE KEMALE ERER

Hayır İşleri Üç Şeyle Kemale Erer

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.