Kırgızistan’da Ramazan Terbiyesi

RAMAZAN ÖZEL

Bizi bırakmayan, kendisini de terk edemediğimiz, söz dinlemez nefis; nasıl kontrol altına alınır? Atayurt Kırgızistan’da Ramazan terbiyesine dair bir misal.

Zamanın birinde, baba ve oğlu bir evde yaşarken evin içinden sesler duyulur. Yaşlı adam:

“-Oğlum, git bak!” der. Oğlu gider, ama gelmez. Baba, oğluna:

“-Ne oldu?” diye seslenir. Oğlu da:

“-Bir hırsız tuttum.” der. Babası:

“-Getir o zaman!” der. Oğlu:

“-Baba, gelmiyor.” der. Babası:

“-Bırak o zaman!” der. Oğlu:

“-Gitmiyor.” der. Baba:

“-Sen gel o zaman!” der. Oğlu:

“-Bırakmıyor ki…” der.

Hırsız denildiği zaman maddî değeri olan eşyaları çalmak için evlere giren, çantalara, ceplere usulca uzanan ellerin sahipleri akla gelir. Aslında hırsızın büyüğü, içimizdedir. Namazımızdan, vaktimizden, ömrümüzden, duygularımızdan çalıp durur. Bu hırsız bizden gitmeyen, bizim de bırakamadığımız “nefis”tir.

NEFİS NASIL KONTROL ALTINA ALINIR?

Peki, bizi bırakmayan, kendisini de terk edemediğimiz, söz dinlemez nefis; nasıl kontrol altına alınır?

İnsanın iki yönü vardır:

  1. Biyolojik yön: Sınırlı yaratılan yönü... Uykunun bir sınırı vardır, insan günlerce kesintisiz uyuyamaz. Yemek yemenin, yük kaldırmanın, eğlenmenin de limiti vardır.
  2. Psikolojik, nefsânî ve mânevî yön: Limiti olmayan yönüdür. İstek ve arzuların sınırı yoktur. İnsan çok istediği bir şeye ulaşırsa onunla yetinmez, hemen başka bir istek doğar. Hadîs-i şerîfte:

“İnsanoğlunun bir vâdi dolusu altını olsa, bir vâdi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz…” buyrulur. (Buhârî, Rikāk, 10)

Hadîs-i şerîfte bahsi geçen göz, başta bulunan 5-10 gramlık göz değildir.

Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur:

“Nefsin sûretini görmek istiyorsan, yedi kapılı Cehennem târifini oku. Cenâb-ı Hak tarafından Cehennem’e, «Artık doldun mu?» denildiğinde, Cehennem «Daha yok mu?» (Kāf, 30) der. Doymama ve dolmama noktasında nefs, Cehennem gibidir.”

Cengiz Han’ı Moğolistan toprağı aç mı bıraktı da Moğol istilasını başlatıp 24 milyon kilometre kare toprağa sahip oldu. Milyonlarca insanın kanını döktü. Cengiz Han’ın gücü yetip bütün dünyayı ele geçirseydi, bu kez de başını göğe çevirip:

“-Âh! Bir Ay’a gidebilseydim, Ay’a sahip olabilseydim!” diyecekti.

Nefis, uyuyan kanser hücresi gibidir. Fırsatını bulunca hemen uyanıverir. Sirkte hayvanlar küçükken terbiye edildikleri için sonraları işlerini otomatik olarak yerine getirirler. Zil sesini veya ateşi gördükleri an sahibinin istediği hareketi yaparlar. Nefis böyle değildir. Son nefese kadar kontrol gerekir.

Günümüzde istek ve arzuları sınırlamak zorlaşmaktadır. Kapitalizm, terbiye olmuş nefisten nefret eder. Kapitalizm, üretmeden tüketen insanı sever. Hakka ve halka hizmeti esas alan üretken ruh başkadır.

Peki, kendini sadece kara toprağın doyuracağı nefis, nasıl kontrol altına alınabilir?

Az da olsa devamlı yapılan ibadetlerle… Bir ibadeti devamlı yapmak, sabır işidir. Hazret-i Enes -radıyallâhü anh- buyurur:

“Ben Rasûlullâh’ın Duhâ namazı kıldığını bir kere gördüm. Bir daha hayat boyu terk etmedim.” (Taberânî, Evsât, II, 68/1276))

İnsan, coşarak yüklü miktarda sadaka verebilir veya bir gece teheccüde kalkıp sabaha kadar çokça namaz kılabilir. Asıl zorluk, bunları az bile olsa devamlı yapabilmektir.

Açlık, nefsi dizginleyen en büyük kontrol mekanizmalarından biridir. Denildiğine göre, nefis ilk yaratıldığında Allah ile cedelleşmiş, açlıkla yola gelmiştir. İçinde bulunduğumuz Ramazan, oruç ibadetinin hayatımızda alışkanlık hâline gelmesi için güzel bir fırsattır.

KIRGIZİSTAN’DA RAMAZAN TERBİYESİ

Yüzlerce yıldır İslâm nûruyla yoğrulan Orta Asya’da İslâm yetmiş yıllık zaman diliminde yok edilmeye çalışılmış; kocakarı îmânı, nine ve dedelerin ihlâsı, buradaki dînî hayatı korumuş. Kırgızistan’da yaşayan bir ninenin oruçla olan dostluğu, ne kadar hikmet dolu ve güzel bir örnektir.

Hüdâyî Kız Kur’ân Kursu mezunlarından Kırgızistanlı genç bir hanım, oruç ibadetinin muhabbetini kalbine ninesinin yerleştirdiğini şöyle anlatmıştı:

“Ninem, Ramazan ayına beş-altı ay öncesinden hazırlanmaya başlardı. Köyümüzde meyve hasadı yapılırken elmanın en kırmızısını, narın en büyüğünü, hurmanın en güzelini ayırır, kilerimizdeki sandığa îtinayla yerleştirirdi. Torunlar çok olunca, «Çocuklar dayanamaz, yer!» diyerek sandığı kilitlerdi. Bize de:

«-Bu meyveleri Ramazan’da yiyeceğiz, tamam mı?» diye tembihlerdi.

Kilere girdiğimiz zaman sandıktan çıkan meyvelerin kokusu bizi mest ederdi. Bir an önce Ramazan Ayı’nın gelmesini beklerdik. Ramazan’a bir-iki gün kalınca, belinde sakladığı sandığın anahtarını ninem anneme verdiğinde, biz Ramazan Ayı’nın geldiğini anlardık.

Bizim heyecanımız doruğa çıkardı. Meyvelerle süslü iftar sofraları gözümüzün önünden geçerdi. Ramazan Ayı gelince, ninem bizi sahura kaldırırdı. Gece yenen o yemeğin tadı bir başka olurdu. Ninem bize:

«-Siz öğlene kadar oruç tutun.» derdi.

Biz, -çocukluk hâli- acıkır; öğleni zar zor bekler, sonra da orucumuzu açardık. İftar sofrasına oturunca oruç tutuyor gibi büyüklerle birlikte yeniden orucumuzu açardık. Ninem oruç tuttuğumuz için bizi sofranın baş köşesinde, yanına oturturdu. Kendimizi çok değerli hissederdik. Sofranın ortasında aylarca beklediğimiz meyveler dururdu. Yemek sonrası onları âfiyetle yerdik.

Terâvih namazı yaklaşırken komşu hanımlar bizim eve toplanmaya başlardı. Ninem bizi kapıda ibrik ve leğenle bekletir, her gelenin eline su döktürürdü. Teyzeler başımızı sıvazlayarak duâ ederlerdi. Ninem, bana Ramazan’ı böyle sevdirdi. Ben de çocuklarıma ninemin sevdirdiği gibi sevdirmeye çalışıyorum.”

ORUÇ KALKANDIR

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Oruç kalkandır.” buyuruyor. (Müslim, Sıyâm, 162)

Orta Asya’da oruç, körpe kalplerdeki îmanı korumada çok ciddî bir kalkan vazifesi görmüştür.

Rabbim, cümlemizi bu ninemiz gibi samimî bir îman sahibi eylesin. Namazımızı, orucumuzu ve bütün hizmet ve ibadetlerimizi bu heyecanla yaşamayı hepimize nasip etsin.

Kaynak: Hatice Şahin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 469