Kitap Sevdalıları
İlmin vâsıtası olarak kitap, her dönemde müdekkik nazarlarda kıymetini korumuştur. İlimden bir mesele öğrenmek için aylarca yol yürümeyi göze alan ilim sevdalıları gibi kitap sevdalıları da olagelmiştir. Bir koleksiyon için değil de ilim için göze alınan her türlü fedakârlığa saygı duyulur.
“Türk dilinin ve kültürünün temel eserlerinden biri olan Divân-ı Lügâti’t-Türk’ü asırlar sonra gün yüzüne çıkaran Ali Emîri Efendi (1857-1924), kendi ifadesiyle “Lamba kenarında, kitap mütalaa ederken sabah olmak defaatle vaki oldu. Uyusam kimse yanımda yatamazdı. Okuduğum kitapları savt-ı aleni ile (yüksek sesle) tekrar edermişim” der. Onun kitap uğruna katlanamayacağı fedakârlık yoktur.
Yanya’da maliye müfettişi olduğu yıllarda, Arapça güzel bir kitap bulur ve hemen satın alır. Ancak aldığı kitap eserin birinci cildidir. İkinci cildi de vardır ama kim bilir nerede ve kimde? Uzun araştırmalar neticesinde kitabın ikinci cildinin Kuzey Yemen’de, San’a’da oturan bir şahısta olduğunu öğrenir. Ne pahasına olursa olsun o cildi elde edebilmek için kitabın sahibine arka arkaya mektuplar yazarsa da, olumlu cevap alamaz. Bütün ricâ ve ısrarlara rağmen, adam kitabı satmaya yanaşmaz. Ali Emîri, ümitsiz ve huzursuzdur. Fakat kitabın peşini bırakmamaya kararlıdır. Yüz yüze görüşürse belki adam ikna olabilir düşüncesiyle Yemen’e gitmeye karar verir fakat Yanya nere, Yemen nere?
KİTAP UĞRUNA BÜTÜN FEDAKARLIKLARA KATLANDI
Emîri Efendi’nin kitap uğruna katlanamayacağı hiçbir maddî mânevî fedakârlık yoktur. Fakat resmi vazifesini bırakıp nasıl gidecektir? Onun da kolayını bulur ve Nezâret’e (Bakanlığa) müracaat ederek Yemen’e tâyinini ister. Allah’tan ki Yemen’deki şahıs o günlerde kitabı satmaya razı olmuştur ve bir kitap macerası böylece güzel bir neticeye bağlanır.
İşin daha da güzeli, Ali Emîri Efendi fakr u zaruret ve çile dolu ömrü boyunca oluşturduğu bu paha biçilmez yazmalarla dolu kütüphanesini milletine bağışlamasıdır. Sağlığında Fransızların, devrine göre üçyüz bin altın gibi astronomik bir satın alma fiyatı, Paris’te adına bir kütüphane, yaşadığı müddetçe yüksek bir maaşla hâfız-ı kütüp olarak kitaplarının başında bulunma ve emrine Müslüman aşçı ve hizmetkârlar verme gibi çok cazip bir teklife rağmen, Ali Emîri Efendi bu teklife hiç tereddüt etmeden şu cevabı verir:
“Efendiler, ben bu kütüphaneyi milletimin bana verdiği maaşlarla yaptım, öldüğüm zaman milletime kalması için... Bir daha böyle bir teklifle gelirseniz, sizi buradan kovarım.”[1]
Ali Emîri Efendi’nin millete olan sadâkati ise ayrı bir ibrettir. Âidiyetinin farkında olmak şahsiyetli bir duruş için önemli bir duyarlıktır.
[1] Avni Arslan, Yakın Tarihten Unutulmayan Hatıralar, s. 147-148.
Kaynak: Dr. Adem Ergül, Medeniyet Öncülerimizden 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları