Köpek Meselesi Nedir?

HAYATIMIZ

Sayısı günden güne artan sokak köpeği saldırılarıyla Türkiye’nin gündemine oturan başıboş köpek sorunu üzerine...

Değerli emekli dostlarım!

Geçen ay köpeklerle ilgili birçok konu dile geldi... Köpekler cana yakın, sevimli hayvanlardır, fakat ürkütücü bir yönleri de vardır.

Önce şunu söyleyeyim: Köpekleri uzaktan severim, fazla yaklaşmam, ne de olsa hayvan, ama onların zarar görmesini de hiç istemem.

İkinci olarak şunu belirteyim: Hiçbir insanın, hele çocukların köpekler tarafından ısırılmasına, hatta korkutulmasına bile gönlüm razı gelmez.

KÖPEKLERİN HALİ NE OLACAK?

Ben bu düşüncelerimi biraz yüksek sesle söyledim, hanım duydu:

- Ee! Ne olacak o zaman? dedi.

- Sorumlular işi halleder.

- Yani köpekleri uyuturlar mı?

Sustum... Eğer konuşsam, hanım hemen köpeklerin tarafına geçer.

Aslında bizim hanım köpekleri pek sevmez. Hele bizim paspasa pisleyen, bodrum kattaki Şiraze Hanım’ın köpeğini hiç sevmez. Şiraze Hanım üzülür ama:

-Ne yapayım, hayvan... Söz dinlemiyor ki... der, sonra da paspası alıp güzelce siler. Görmeden bastığımız olursa, o zaman ayakkabımızı da temizler.

“HAYVANSEVER BİZMİŞİZ”

Biz çocukken, her mahallenin bir-iki köpeği vardı. Mahalleli, köpekleri tanır; köpekler de mahalleliyi tanırdı.

O zamanın belediye elemanları sokakları dolaşarak, teneke kutulardaki zehirli et parçalarını köpeklerin önüne atar, eti yiyen köpekler kıvranmaya başlardı. Eğer müdahale edilmezse ölürlerdi.

Biz hemen koşar, evlerden sarmısaklı yoğurt getirir, köpeklerin ağzını açıp dökerdik. Böylece köpekler zehirli eti kusar, kurtulurdu. Bazen ölenler de olurdu tabii...

Bizim arkadaşlardan Bedri, sarmısaklı yoğurdu çok severdi; köpeğe yedirmeden önce yarısını kendi yerdi: ‘Ne olur ne olmaz, zehir bize de geçer’ derdi.

Bazen oyun oynarken bizim Bedri’nin canı yoğurt isterdi. Hemen Nadide Abla’ya koşar...

-Köpekleri zehirlediler Nadide Abla! diye bir tabak sarmısaklı yoğurdu alır, köşeyi dönüp yerdi.

Allah rahmet eylesin, Nadide Abla’nın kocası bakkal olduğu için evde sarımsak ve yoğurt hiç eksik olmazdı.

Biz farkında değildik ama meğerse o zamanlar en büyük “hayvansever” bizmişiz... Şimdi de öyle!

O zamanlar bazen evlerin bodrumundan yılan bile çıkardı. Eski evler... Biz yılanı görünce: -Dokunmayın! Ev yılanıdır! derdik...

Sütçünün beygirini de severdik, sakanın eşeğini de severdik.

O zamanlar İstanbul’da her evde su yoktu. Sokak çeşmeleri vardı. Sakalar, su olmayan evlere tenekesi 25 kuruştan su taşırdı. Bazı sakaların eşeği vardı, bazıları iki teneke suyu omuzlarına astıkları askılarda taşırdı.

Eşeğe dört teneke su yüklenirdi. Bizim sakanın boncuk gözlü, sevimli bir eşeği vardı. Eşek, mahalledeki bütün çocukları tanırdı. Çocuklar da eşeği sever, onunla oynar mevsimine göre, evden sebze artıklarını getirir eşeğe yedirirdi. Eşek bunu bilirdi. En çok da karpuz kabuğunu severdi... Sıfır atık...

Köpeklerin boyunlarına tasmaya benzeyen bezler bağlardık, sahipli zannedip zehirlemesinler diye...

Eskiden belediye elemanlarının şimdiki gibi üniformaları yoktu. Normal insanlar gibi giyinirlerdi. Biz onları gözlerinden tanırdık. Onlar mahalleye gelince hemen köpekleri saklardık, belediye elemanlarına:

-Amca, köpekler şu tarafa gitti, diyerek onları uzaklaştırırdık.

Dedim ya! Gerçek hayvansever bizmişiz, şimdiki sahte...

Değerli dostlar!

Bizim zamanımızda sokaktaki köpekler tek bir cinsti. Çoğunlukla "karabaş" türü, aynı tipte aynı boyda, sanki aynı anadan doğmuş gibiydiler. Şimdi sokaklarda her cinsten, her türden köpekler dolaşıyor. Belli ki dünyanın dört bir tarafından getirilmiş köpekler, sahibinin hevesi geçince sokağa bırakılmış. Sahipliyken sahipsiz olmuşlar.

SOKAK HAYVANLARI YASASI TARTIŞMASI

Sokak hayvanları ile ilgili kanun çıkınca biraz tartışmalar oldu tabii. Her şeyin yoluna gireceğine dair umudum var. Bu rahatlıkla eve doğru gelirken, sokakta oynayan çocukları görünce gönlüm de rahatladı.

Apartmanın kapısından girince insanın gözü birden karanlığa alışamıyor. Yavaş ve dikkatli adımlarla bizim dairenin kapısına yaklaştım. Eğilip paspasa baktım. Temiz.

Tam bu sırada bodrum katındaki Şiraze hanım merdivenden çıktı:

- Bakmanıza gerek yok artık, benim Boncuk, paspasınızı kirletemeyecek... dedi.

- Nasıl?

- Attım dışarı...

- Yani sokağa mı saldınız?

- Eh işte öyle bir şey… Taksici Adem'e elli lira verdim, "Taksimetreyi aç, elli liraya ne kadar uzaklığa gidilirse köpeği oraya bırak" dedim.

- Hani senin evladın gibiydi...

-Orasını karıştırma, paspas yıkamaktan bıktım.

-Bari bir caminin kapısına bıraksaydın, belki bir hayırsever evlat edinirdi...

Şiraze Hanım espriyi anlamadı, ben de eve girmiştim zaten. Girer girmez de hanım aynı müjdeyi verdi:

-Çok şükür kurtulduk, dedi.

- O köpek yine burayı bulur. Elli liraya ne kadar uzağa gider ki...

-Bulamaz bulamaz... Şiraze Hanım’a çaktırmadan Taksici Adem'e elli lira da ben verdim…

KÖPEKLERİ SAHİPLENME

Bu sıcak havada eve gelip koltuğa uzanmak insana mutluluk veriyor. Tam o sırada telefonum çaldı. Göz ucuyla baktım, Necip...

Önce çoraplarımı çıkardım, ayaklarım ferahladı. Sonra yüzümü yıkadım, derin bir nefes aldım. Koltuğa uzandım. Telefon hâlâ çalıyor:

-Alo Necip!

-Nerdesin abi?

-Evdeyim, görmüyor musun!

-Görüntülü aramadım abi!

Belli ki Necip zor durumdaydı:

-Zor durumdayım abi, dedi.

-Haklısın Necip, havalardandır.

-Abi, 'Köpek kanunu' çıktı ya ondan...

-Sana ne! Seni ilgilendirmiyor ki...

-Şimdi ilgilendiriyor abi!

-Neden? Mamayla mı besleniyorsun?

-Mesele kaynanam...

-Aman Necip, kaynanan hakkında böyle şeyler söyleme...

-Yok abi, öyle değil... Kaynanam köyden geldi ya...

-Evet.

-Köyde iki köpeği varmış, onları özlemiş.

-Normaldir, gidip görsün.

-O gitmiyor, köpekler geliyormuş!

-İstanbul'a mı?

-Evet abi!

-İstanbul’da köpek kıtlığı mı var Necip?

-Yok ama şimdiki köpek kanununa göre benim onları sahiplenmem gerekiyormuş.

-Doğru...

-O zaman da köpekleri sokağa salamazmışım... Ben yandım abi!

Necip ağlamaya başladı, boğazı düğümlendi. Telefonu kapattım ama hâlâ iniltisi geliyordu.

Necip'in işi zor. Belediyelerin de... Barınakların da... Bakıcıların da... Veterinerlerin de... Ama en zor köpeklerin işi.

Kediler yan gelmiş yatıyor, mamalar onlara kalmış, fareler cirit atıyor... Bakalım neler olacak yaşayıp göreceğiz... Hoşça kalın!

Kaynak: Ekrem Bektaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 463