Korku ve Ümit (Havf ve Reca) Arasında Olmak ile İlgili Ayetler

HADİSLER

Müslümanın Allah'a (c.c) karşı korku ve ümit dengesi nasıl olmalıdır? Korku ve ümit yani havf ve reca arasında olmak ile ilgili ayetler nelerdir?

İnsanın sağlığı yerinde iken, korku ve ümidi birbirine eşit olmalıdır. Hastalık halinde ise, ümidi daha ağır basmalıdır. Kitap, sünnet ve diğer naslardan çıkarılan şer’î kurallar bu konuda  birbirini desteklemektedir.

Âyetler

  1. “Allah’ın azâbından ancak hüsrâna uğrayanlar emin olabilirler.” A’râf sûresi (7), 99

Âyette geçen mekr, Allah Teâlâ’nın nimet verip dururken ansızın azâba çarptırması, günah işlemelerine rağmen insanlara azâb etmeyip süre tanıması gibi anlamlara gelmektedir. Mekr, sonuçta Allah Teâlâ’nın azâbı, düzen kuranların düzenini bozması, onları belki de hiç beklemedikleri bir zamanda yakalayıvermesi demektir. Bu sebeple mevcut duruma bakarak kimsenin Allah’ın azâbına karşı kendisini emniyette hissetmemesi, daima bir gün azâba uğrayabileceği endişe ve korkusu içinde bulunması gerekir. İnsanın başarıları ve ne yaparsa yapsın başına herhangi bir sıkıntının gelmemesi onun için aslâ bir garanti anlamı taşımaz. Hata ve günahlarından dolayı her an hesaba çekilebileceğini asla unutmamalıdır.

Allah’ın azâbına karşı anlamsız bir korkusuzluk duygusuna kapılan kimseler ancak gerçek hüsrâna uğrayanlardır. Zira aldanmak asıl böyle bir yanlış duyguya kapılmaktır. Asıl korkulacak olan şey, böylesi bir korkusuzluktur. Bu sebeple mü’minlerin, sürekli bir hesaba çekilme kaygı ve endişesi ile yaşamaları uygun olur. Bu, işin bir tarafıdır. Öbür tarafını da aşağıdaki âyet–i kerîmede bulmaktayız:

  1. Gerçek şu ki, kâfir olanlardan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” Yûsuf sûresi (12), 87

Allah’ın azâbından emin olduğunu iddia edenler, hüsrâna uğrayan kimselerdir. Allah’ın rahmetinden ümit kesenler de kâfirlerdir. Yani durum ne kadar umutsuz gözükürse gözüksün, hata ne kadar büyük olursa olsun Allah’ın rahmetinden ümit kesmek doğru değildir. Mü’minler, Allah’ın rahmetine karşı sonsuz bir ümit içinde bulunmalıdırlar. O’na ve rahmetine karşı gösterilecek bir ümitsizlik,  -Allah korusun-  insanı imandan eder. O halde müslüman, hayatını dipsiz bir korku ve sonsuz bir ümit içinde sürdürecektir. Bu sebeple en umutsuz anlarda bile mü’minde ümid tükenmez. Gerçek bir mü’min, hayatının iki kutbu  dipsiz korku (havf) ve sonsuz ümid (recâ) olan kimsedir. Bu ikisi birden bir gönülde yer tutmuşsa, canlı bir iman hayatından söz etmek mümkündür.  Aksi halde etkili ve olgun bir iman ve amel olayından bahsetmek mümkün olmayacaktır.

  1. O gün, bazı yüzler ağarır, bazı yüzler de kararır.” Âl-i İmrân sûresi (3), 106

Bu âyette  kıyamet günü, dünyadaki durumların tabiî sonucu olarak iki ayrı halin görüleceği, bazı yüzlerin ağarıp bazılarının da kararacağı hatırlatılmaktadır.  Korkuyu veya ümidi yitirmiş yüzlerin kararacağı, ikisini birden yaşamayı başaran yüzlerin  ağaracağı, mutlu olacağı bildirilmiş olmaktadır. Kimi korkusuzluğunun kimi de ümitsizliğinin cezâsını çekerken, her ikisini dengeli bir biçimde hayatında hissedenler bunun  mutluluğunu yaşayacaklardır.

Âyet-i kerîme iki ayrı durumu bir arada bildirmek suretiyle, ümit ve korkunun bir arada bulunabileceğine işâret etmiş olmaktadır. Bundan sonraki âyetlerde de bu iki hususun bir arada zikredilmiş olduğunu görmekteyiz:

  1. “Gerçekten Rabbin, cezayı çabuk vericidir ve hem de yarlıgayıcı ve bağışlayıcıdır.” A’râf sûresi (7), 167

Yüce Rabbimiz, kendisine isyan edenlere hak ettikleri cezayı sür’atle verir. Aynı zamanda da O, kendisine itaat edenlere af ve  mağfiret ile muamele eder. Cenâb-ı Hakk’ın bu iki sıfatının bir âyet–i kerîmede böyle peşpeşe bildirilmiş olması, korku ve ümidi bir arada ve sürekli  yaşamak gerektiğini göstermektedir. O’nun bu iki sıfatından birinden gaflet etmek insanı ya anlamsız bir korkusuzluğa veya gereksiz bir ümitsizliğe sürükler ki, her iki halde de insan son derece büyük bir yanılgıya düşer. Kulluk  ne korkusuzların ne de ümitsizlerin sıfatıdır.  Denge, hem korkulu hem de ümitli olmayı gerektirmektedir. Konu bir başka âyette bir başka tesbitle şöyle ifade buyurulmaktadır:

  1. Hiç şüphesiz, iyiler cennette, günahlara dadananlar ise yakıcı ateşler içindedir.” İnfitâr sûresi (82), 13-14

Âhiretteki durumları itibariyle insanlar ikili bir ayırıma tâbîdirler. Ya cennet ya da cehennemdedirler. Bu kesin gerçek, dünyada yaşarken her iki sonucu da hesaba katmak lâzım geldiği fikrini vermektedir. Burada birbirini takib eden iki ayrı âyette ümit ve korkunun gereği belirtilmiş olmaktadır.

  1. “O gün tartıda kimin iyi amelleri ağır basarsa o, hoşnut olacağı bir yaşayış içindedir. Kimin iyi amelleri hafif gelirse, onun meskeni Hâviye’dir.” Kâria sûresi (101), 6-9

Bu dört âyette âhiretteki durum açıklanmakta, beş numarada geçen iki âyette olduğu gibi  nimet veya azâbtan oluşan ikili durum bir kez daha teyid edilmektedir.

Müellifimiz Nevevî’nin, bu âyetlerden sonra kaydettiği bir cümleden anladığımıza göre o, yukarıdan beri sıraladığı âyetlerle, korku ve ümit konusunun Kur’ân-ı Kerîm’de nasıl işlendiğini göstermek istemektedir.  Kur’ân-ı Kerîm’de konu öneminden ötürü  tekrar tekrar açıklanmıştır. Cenâb-ı Hakk korku ve ümit konusunu değişik boyutlarda ve fakat ısrarla işlediğine göre,  bu hususta çok hassas ve dikkatli davranmak gerekmektedir. Korkusuzluk veya ümitsizlik değil, korku ve ümit arasında (beyne’l-havf ve’r-recâ) bir hayat tercih edilmelidir.

Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları