Körler Çarşısında Ayna Satma, Sağırlar Çarşısında Gazel Atma!
Mevlana Hazretleri "Körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında gazel atma" sözüyle ne anlatmak istiyor?
Yunus Emre Hazretleri buyurur:
Kelecilerin pişirgil,
Yaramazların şeşirgil,
Sözün us ile düşürgil,
Demegil çâg ede bir söz!
Yani konuşurken sözlerini ham şekilde, aklına geldiği gibi söyleme! Evvelâ zihninde ve kalbinde pişirip olgunlaştır. Merâmını anlatmak için kullanabileceğin sözlerin en uygun olanlarını seç. Yanlış kelimeleri hâfızandan sil, lügatinden ayıkla.
Körler Çarşısında Ayna Satma, Sağırlar Çarşısında Gazel Atma!
Sözünü akıllıca ve yerli yerinde kullan. Zamana, zemine, muhataplarının durumuna ve muktezâ-yı hâle uygun olan sözü söyle. Hazret-i Mevlânâ’nın ifadesiyle, “Körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında gazel atma!” Ve en mühimi; câhillik edip de, kalp kıran bir ham kelâmı konuşma, gönül yıkan bir kem sözü söyleme!
İnsanî münâsebetlerde yaşanan pek çok sıkıntı, aslında dili yanlış kullanmaktan, söze gereken îtinâ ve hassâsiyeti göstermemekten kaynaklanmaktadır. Zira dil, iki uçlu bıçak gibidir. Hayrın anahtarı olabileceği gibi, şerre de anahtar olabilir. Söz söylemek, eline bir taş alıp atmaya benzer. O taşın nereye düşeceğini baştan çok iyi hesap etmek gerekir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de konuşmadan evvel iyi düşünmek îcâb ettiğine işaretle:
“…Özür dilemeni gerektiren bir sözü söyleme!..” buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce, Zühd, 15)
Bunun için dilimizin kalplere saplanan bir diken olmamasına büyük bir titizlik göstermeliyiz. Nitekim ecdâdımız da; “Kılıç yarası onulur, dil yarası onulmaz.” demişlerdir. Bir defa kırılan bir cam, belki yapıştırılabilir, ama ömür boyu izi kalır.
Meselâ bir müstahdeme sert bir şekilde:
“‒Çabuk bana bir bardak su getir!” demek var; bir de nezâketle:
“‒Zahmet olmazsa bana bir bardak su getirir misin?” demek var. İkisinde de su istiyorsun. Fakat birinde kabalık var, muhâtabını inciten bir istihkār ve istihfaf ifadesi var; diğerinde ise incelik var, insana değer vermek var. Nitekim o bir bardak su, getiren kişinin hâlet-i rûhiyesine göre, içene tesir eder. Kaba bir hitapla istenen su, kerhen ve zoraki getirileceği için fayda vermez; nezâketle istenen su ise muhabbetle getirileceği için şifâ olur.
Ayrıca, kalp kıran kaba sözler, ancak gâfil ve hantal kalplerden çıkar. Bu sebeple bir insan hem dindar hem de kaba, geçimsiz ve nezâketsiz olamaz. Zira İslâm’ın özü; îtikadda tevhîd, amelde ise edeptir.
Cenâb-ı Hak:
“Kullarıma söyle, en güzel sözü söylesinler!..” (el-İsrâ, 53) buyuruyor. Sözün en güzeli olan Kur’ân-ı Kerîm de bizlere güzel bir “konuşma üslûbu, hitâbet usûlü, dil âdâbı” tâlim ediyor. Sözlerimizi, muhâtaplarımızın durumuna göre nasıl ayarlamamız gerektiğini, misalleriyle îzah ediyor:
Üzerimizde hakkı bulunan, bilhassa yaşı ilerlemiş aile büyüklerimizin gönüllerini incitecek en ufak bir davranışta bulunmayıp, hattâ onlara karşı öfke ile “üf, of” bile demeyip, bilâkis “قَوْلًا كَرِيمًا” yani ikramkâr, hürmetkâr ve iltifatkâr konuşmamızı tâlim ediyor. (Bkz. el-İsrâ, 23)
Fakire, garibe, muhtaca, elimizden geldiğince yardımcı olmamızı, fakat onlara ikram edecek bir şey bulamadığımız takdirde, onlardan yüz çevirerek âdeta “çıkmaz sokak göstermek” yerine, hiç olmazsa güleryüz gösterip “قَوْلًا مَيْسُورًا” yani “gönül alıcı, tesellî edici, rûhu dinlendirici birkaç söz” söylememizi emir buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 28) Zira kimi zaman güzel bir söz de, sadaka yerine geçer.
Yine Kur’ân-ı Kerîm; başa kakmak ve rencide etmek sûretiyle ecri zâyî edilen bir sadakadansa “قَوْلٌ مَعْرُوفٌ” yani “tatlı bir söz daha hayırlıdır” buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 263)
Kanadı kırık bir kuş gibi himâyeye muhtaç yetimlere, yakın akrabaya ve yoksullara karşı “قَوْلًا مَعْرُوفاً” yani “güzel söz ve tatlı dille konuş” buyuruyor. (Bkz. en-Nisâ 5, 8)
Her hususta; doğru, samimî, âdil ve hak-şinas olmamızı emrederek “قَوْلًا سَدِيداً” yani “doğru söz söyleyin” buyuruyor. (Bkz. en-Nisâ, 9; el-Ahzâb, 70)
Kalbinde mânevî hastalık ve zaaflar bulunan kimselere karşı, herhangi bir töhmete, fitneye veya yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için “قَوْلًا مَعْرُوفاً” yani “yerinde ve uygun bir söz söyleyin” buyuruyor. (Bkz. el-Ahzâb, 32)
Tebliğde bulunurken evvelâ muhatapların kalbini yumuşatmak için “قَوْلًا لَيِّناً” yani “yumuşak söz söyleyin” buyuruyor. (Bkz. Tâhâ, 44)
Yine tebliğ esnâsında “قَوْلًا بَلِيغاً” yani “gönüllere işleyecek, tesirli, hikmetli, belîğ söz söyleyin” buyuruyor. (Bkz. en-Nisâ, 63)
Bu yüzden dâimâ tatlı dille, güler yüzle, berrak bir suyun akışı gibi rûha ferahlık veren pırlanta ifadelerle konuşmayı öğütlüyor.
Bunun zıddına, kulakları tırmalayan sert ve haşin hitapların, menfî tesirler hâsıl edeceğini telkin ediyor. Ham, nâdan ve kaba konuşmaların, bir müʼmine yakışmadığını bildiriyor. Ses tonumuzu da yerine göre ayarlamamız gerektiğini ifade sadedinde;
“Yürüyüşünde tabiî ol ve sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19) buyuruyor.
Velhâsıl Rabbimiz, bunun gibi pek çok tâlimatla, müʼmine yakışan konuşma üslûbunu Kurʼân-ı Kerîmʼinde beyan ediyor.
Düşünmeliyiz ki anaokulundan üniversiteye kadar bütün okul ve kurslarda yabancı dillerin öğretildiği günümüzde, Kurʼân-ı Kerîmʼin bizden istediği konuşma üslûbuna ne kadar âşinâyız? Beşerî lisanlara ne kadar, Kurʼân’ın tâlim ettiği lisan âdâbına ne kadar ehemmiyet veriyoruz?..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2020 – Ağustos, Sayı: 414
YORUMLAR