Korona Günlerinde Çarpılan Bilinçler
Korku, şüphe, hijyen, virüs, ölümler, aşı vb. hepimizin gündemine giren kavramlar. Dünyada ve ülkemizde, dünden bugüne koronavirüsün insanlar üzerindenki sosyolojik etkisini ele alan köşe yazarı Ergün Yıldırım'ın kaleme aldığı makale...
Korona günlerinde toplum psikolojisi de değişir. Öncelikle toplum kontrol, izolasyon ve yavaşlama sürecine girer. Hızı düşer, ritmi farklılaşır. İçinde olan insanlar da bu yansır. Bu da tepkilere yol açar. Alışkanlıklara ket vurmaktır bunu. İnsanların sıradan, normal, olağan gördüklerinin anormalleşmesi, sıra dışı ve olağanüstü hale geçmesidir. Yeni bir toplum biçimidir bu. Buna epidemik toplum dedik. Yani toplumun salgın formunda yeniden var oluşu. Salgına tutulması. Salgın içinde hayatiyet kazanması. Salgın gündemleri, refleksleri ve pratiklerin oluşması.
Şimdi herkes kovidi biliyor. Etrafında oluşan hikâyelerimiz var. Ölen yakınlarımız, arkadaşlarımız bulunuyor. Onu tanıyoruz. Tıp bilimimiz onu kontrol edebilecek çok bilgiye ulaştı. Aşı çalışmalarının sonuna geliniyor. Büyük bir imtihan, büyük bir beladan geçme zamanı. Zamanın büyük imtihan ve büyük belalar ile var olduğu tarih. Hepimiz bunun içinden geçiyoruz. Türkiye’de laikçilerin dine “sus bilim işini yapsın” gibi kibirli söylemlerinin ne kadar boş olduğunu gördük. Türkiye’de salgınla en rasyonel ve en ruhani ilişkiyi birlikte kuran din oldu. Camiler en fazla maske, mesafe ve temizliğe dikkat eden mekânlar oldu. Dindarlar hem tıptan yararlandılar hem de Allah’a dualarda bulundular. Fütürist Harari’nin Homdeos/İnsantanrı tezi bir daha sahtekâr yüzüyle ortaya çıktı. İddia ettiği gibi salgınlar son bulmadı. Milyondan fazla insan öldü. Yine söylediği gibi insanlar sadece mabede koşup dua etmedikleri gibi salt bilime inanmakla da yetinmediler. Aslında hiçbir tarihte de Harari’nin iddia ettiği gibi öyle olmadı. 17. Yüzyıl Vebasında, Avrupa’da kilise ve doktorlar beraber çalışır. Hele İslam dünyasında dine ibadet ile tıptan yararlanma beraber yapılan iki eylem. Her zaman da bilim ve din beraber yürüdü. Aslında Harari’nin yaptığı ateizmin dine attığı iftiradır. Bunu korona bize gösterdi.
Şimdi yeniden koronanın alevlendiği günlerden geçiyoruz. Sıkı önlemler yeniden geliyor. Devlet kontrol ve disiplin ruhuyla kendini yeniden gösteriyor. Toplum, hafta sonları ve akşamları duracak adeta. Bunun içindeki insanlar sıkılacak. Toplumsal akışın içinde akamayacaklar. Muhabbetler yeniden yoğun bir biçimde sanal sosyal alana akacak. Hayatın akışı da ağırlaşacak. Ölümün bedenimize çarpan yüzü soğuktur, buzdur. Onunla daha az karşılaşmak için dualar da bulunacağız.
Aşıların uygulanması yakınlaşıyor. Büyük salgın hastalıklar beraberinde aşı çalışmalarını da getiriyor. Salgın tarihinde bunu görüyoruz. Kovit çıktığı gün aşılar da gündeme girdi. Şimdi nihayete varıldığı gözüküyor. İnsanların dertlerine deva olacak. Bunun için büyük emekler ve büyük paralar ortaya kondu. Sonuçta insanın iyileşmesi ve sağlığına kavuşmasına vesile olacak. Bütün müspet vesileler gibi aşılar da Allah’ın bir lütfu. Gavurun yapması, para kazanmak için yapılması bunun sonucunu değiştirmiyor.
Aşılar üzerine bile Türkiye’de olağanüstü bir şüphe ve tartışma var. Resmine septik bir toplum olmuşuz. Nisanda virüse inanmayanların oranı %25 iken şimdi %54’lere yükselmiş. Nasıl bir akıl kaybı bu? Her gün ülkemizde yüzlerce insan ölüyor ve insanların yarsından fazlası virüse inanmıyor. Aşıyı kullanmayacağını söylüyor. Kapitalizmden, kötü niyetli adamlardan, Bill Gates’in Yahudilik ve fırsatçılığından bahsediliyor. İnsanın genleriyle oynanacağından… Ne kadar çok haber kirliliği ve kara propaganda var. Rasyonel eleştiri salaş septisizme yerini bırakınca nasıl bir varlığa dönüşüyoruz? Sanki devlet, hükümet ve koca sağlık camiasının derdi vatandaşını aldatmakmış gibi! Bu devlet neden halkının iyiliği olmayacak bir aşıyı uygulasın? Aşı üzerine yetkin olan ve dünyada da epey iyi olan o kadar tıp uzmanımız var iken onlara güvenmemek nedir? İnançsızlık, kara propaganda ve septisizmin iç içe geçtiği kaotik bir bilinç durumu.
Salgının topluma çarpmasından doğan sonuçlardan daha tehlikeli olan aşırı şüpheciliğin ve kara propagandanın topluma çarpmasıdır. Çünkü çarpılan bilinç doğuyor. Bu çarpık bilinç de rasyonel kararlar almaktan uzaklaşır. Salgınla sağlıklı bir ilişki kuramaz. Mesafe, maske ve temizlik ilkelerini uygulamaz. Bunun sonucunda da hem kendisi, hem çevresi hem de toplum için sorunlu bir bilinç olur. O nedenle inanç büyük bir haslet. Ama doğru haberlere, doğru insanlara ve sağlık uzmanlarına inanç. Zor zamanlarda devlet, bilim ve hükümetin salgınla mücadelesine inanç. Elbette yanlış politikalar varsa eleştirilir. Ancak bir septik gibi her şeyden şüpheyle dopdolu bir inançsızlığın da manası yok.
Kaynak: Ergün Yıldırım, Yenişafak