Korona'dan Aldığımız Dersler
Ocak ayından itibaren gündemde olan bir konu; malum salgın. Peki o zamandan bu zaman koronavirüs vesilesiyle neler öğrendik? Neleri hatırladık? İşte korona sürecinde aldığımız üç ders...
Aslında ocak ayından itibaren gündemde olan bir konu; malum salgın. Fakat her çeşidinden medya, haber ve yorum kanalları konu hakkında o kadar çok yazdı ki bir de biz görüş beyan edip çoğu tezvirat düzeyini aşmayan açıklamaların arasına karışmayalım dedik.
Sonuç; her kafadan bir ses, her ağızdan onlarca tahmin ve bunlara gülen bir salgın seyri izledik.
Her yüzyılda bir dünyayı kasıp kavuran salgın hikâyelerini de bu vesile ile hatırladık. Olmaz inşallah ama yüz yıl sonra torunlarımızın başına böyle bir şey gelirse konu hakkında bir fikirleri olsun diye bu hengâmeden aklımızda kalanları not almış olalım.
Esas hayat ahiret olduğuna göre esas oraya yönelik dersler çıkarmak lazım. Acizliğimiz, hazırlık yapmadaki zafiyetlerimiz, gevşekliğimiz gibi konuları ehline bırakarak biz kendi sahamıza dönelim.
Naçizane kanaatim en önemli mesaj, “nesebi gayri sahih” bilgiye itibar edilmemesi gerektiği. Sabahtan akşama kadar televizyonlarda kimler konuştu?
İlk zamanlar popülerlik/sıra dışılık dışında vasfı olmayan hekimler. Kardiyoloji ihtisası dışında bir eğitimi olmayan ama beslenme tavsiyeleri yapıp her konuşması ile birlerine menfaat temin ettiren hocalardan, ömrü boyunca temel bilimlerde çalışmış, hastaya elini sürmemiş ama ırklar üzerinden kehanette bulunan hekimlerden başlayalım ki iğneyi meslektaşımıza batırıp, herkese çuvaldız batırmaya hakkımız olsun diyelim.
Neyse ki bu meslektaşlarımız ve bunların paralelleri olan ot, kök, deniz ürünü tüccarları kısa sürede gözden düştü.
Konuyla ilgili hekimler cansiperane çalıştıkları için bu sefer “ağzı laf yapan beri gelsin” çağrısına uyan kısmi alakalı arkadaşlar arz-ı endam etti. Anlattıklarında olumsuz bir şey yoktu, ama anlayamadığımız nokta adı üzerinde “yeni“ bir virüs, mutasyona uğramış, muhteşem bağışıklık sistemimiz bile tanımıyorken bu arkadaşların nereden tanıdıklarıydı.
- Aldığımız birinci ders; mikrobik bir hastalık/salgın varsa enfeksiyon hastalıkları uzmanları ve mikrobun esas etkilediği sistemin uzmanları konuşsun. Bunların da yerli ve milli olan, ilaç endüstrisi ile gizli-açık ilişkisi olmayanları seçilsin.
Ehline/bilene danışınız emriyle yola çıkmış ümmetiz.
Töresinde istişare ve şûra olan milletin pek tabii yapacağı şey bir bilim kurulu oluşturmaktı.
Öyle de oldu, iyi de oldu çok şükür. Çünkü mikrobu bilmek yetmiyor, milleti de, onun davranış modellerini de bilmek/öngörmek gerekiyor. Bazen kitabın üç dediğine, beş demeniz gerekiyor. Çünkü millet soruyor; “hocam bu karantina süresinin pazarlık payı yok mu” diye...
- İkinci ders; bazı tanımları tekrar hatırlatmak olmalı.
Memleketimizde modern tıbbın uygulamalarının yetersiz kaldığı ya da yetersiz olduğu zannedildiği zamanlarda bir kavram meşhur olmuştu: “Alternatif Tıp”. Kelime karşılığı “seçenek, olanak” olan alternatif kelimesi her anlamda yanlış bir tercih oldu. Yüksek tansiyonlu hastamızda yaşam şekli düzenlemesi ve ilaçlarla düzelme seçeneğinin yanında limon suyu içmek de bir seçenek gibi algılanınca ilaç içmeye üşenen teyzemiz 1 litre limon suyu içip yüksek tansiyona bağlı beyin kanaması ile acile gitmek zorunda kaldı.
Doğrusu neydi? Tamamlayıcı tıp. Misal; zatürre oldunuz (gerekiyorsa) antibiyotik, nefes açıcı, ağrı kesici kullanın, üzerine zencefilli balınızı da afiyetle yiyin. İkisi birbirini tamamlasın, şifa olur inşallah. Ama ben ilaç seçeneğini değil kara mürver seçeneğini aldım der ve “alternatifçilik” yaparsanız, yoğun bakımda alırsınız soluğu.
Alternatif olma iddiasındaki kişiler de (bazıları tıp doktoru, bazıları aktar çırağı) ateşlenince hastanelerdeki sahici hekimleri ve Şafi olan Rabbimizin lütfu ve nimeti olan ilaçları tercih etti. Müstakbel torunlarımıza tavsiyemiz: “sakalı yerine koymalarıdır.”
- Üçüncü ders; “Kur’an şifadır” hükmünün bir başka tecellisidir. Nisa suresi 59. ayeti kerimesi; “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ulü’l-emre de…” buyurur. Ayetinin mealinde: “Ulul emr: İslâm toplumunda üst yöneticileri ve toplumsal otorite sahibi kimseleri anlatan bir tabirdir” deniyor. Bizden olduğunu düşündüğümüz yöneticilerin sözünü dinledik rahat ettik, gıpta edilen olduk. Buradan çıkarak her konuda özümüze döndükçe güzel günler göreceğimizi bilfiil müşahede ettik.
Dolaylı olarak sağlık sayfasını ilgilendiren bir hüküm de Hucurat Suresi’nden bulduk. Gelen haberler, mesajlar doğru mu? Gönderen sağlam mı? Amaç iyilik mi diye baktık. Virüsten çok daha fazla yıkıcı olabilecek kaygı ve panik oluşturan haberleri yaymadık, huzur bulduk.
Dinimiz “zarurat–ı asliye’ye” odaklanın buyurur. Bunların ikisi sağlık hizmetlerine -her manada- yatırım demekti. Bunu dinleyenlerin hastane yatakları yetti. İmkânlarını başka önceliklere kullananların hali maalesef perişanlık oldu.
Maalesef bazı dersleri de bu musibete rağmen alamadık. Bir grubun aklına hastalık ya da yeni mikrobun adını duyar duymaz “yeni aşı” fikri gelirken, bir grup adı bile “yeni“ corona virüs olan etkene karşı yeni ilaçların kullanılmasını kabullenemedi.
Rabbimiz tekrarından muhafaza etsin. Göçenlerimize rahmet, kalanlarına sabır, hala dersini alamayanlara da akıl fikir ihsan etsin.
Kalın sağlıcakla.
Kaynak: Fırat Erdoğan, Altınoluk Dergisi Haziran - 2020, Sayı: 412