Kudüs’ü Ne Kadar Hak Ediyoruz?

İnsan hakları gerçekte var mıdır? Yüzde kaç Müslümansın?

Kudüs Allah’ındır. Tüm diğer dünya ülkeleri gibi. O hakimiyeti kime dilerse ona verir. O zaferleri milletler arasında dolaştırır durur. Bugün Yahudilerin söz sahibi olması bizi asla ümitsizliğe sevk etmesin, yarın kimin Kudüs’e sahip olacağını ancak Allah bilir!

Dünya, ilk insan Hz. Adem’den (a.s.) günümüze kadar hak ile batılın mücadelesine sahne olmuştur. Bugüne kadar böyle idi, Bugün de böyle. Kıyamete kadar da böyle devam edecek. O halde günümüz dünyasında bizi hayrete düşüren, batılın temsilcisi olan küffarın yaptıkları değil, hakkı temsil etmesi gereken iman edenlerin yap(a)madıkları olmalı değil midir?

Küffarın vazifesi ve ona yakışan İslam’a ve Müslümanlara saldırmak, hakaret etmek, alay etmek, karalamaktır. Mü’mine yakışan ise imanını muhafaza etmek, İslam’ı Allah’ın emrettiği şekilde yaşamak ve gücü yettiğince, kabiliyetli olduğu sahalarda cehdetmektir.

İNSAN HAKLARI GERÇEKTE VAR MIDIR?

Ancak biz Müslümanlar, bugünün şartlarında Allah’ın pek çok emrini ve yasağını göz ardı etmeyi kendimize yakıştırabiliyorken, küffar küffarlığını yapıp zulmettiğinde, bunu ona yakıştıramıyoruz. Şaşırıp kalıyoruz? Küffarın, aslında kendi haklarını garanti altına almak için uydurduğu “insan hakları” ve benzeri uygulamaları gözümüzü boyadığı için belki, onlardan hep “medeni” olmalarını bekliyoruz. Kibarlığı, zerafeti, adaleti yakıştırıyoruz onlara. Halbuki batı dünyası dilinden düşürmediği “insan haklarını” gerçekten, samimi olarak hayata geçirmek niyetinde olsaydı eğer, bugün Afrika bu halde olur muydu? Suriye bu halde olur muydu? Filistin bu halde olur muydu?

Her fırsatta, insan haklarını ihlal ettiği gerekçesi ile başka ülkelere haddini bildirmeyi kendine vazife edinmiş olan batı medeniyeti, söz konusu kendi menfaatleri olduğunda üç maymunu oynamaktan başka bir şey yapmamaktadırlar. Zira küfür şemsiyesi altında toplanmış milletlerin ortak gayesi insan hakları değildir! Müslüman hakları hiç değildir! Onlar için önemli olan kendi menfaatlerini korumak ve dünyayı hakimiyetleri altında tutabilmektir. Bu uğurda (her zaman açıkça söylemeseler ve işi kılıfına uydurmaya çalışsalar bile) her yolu mübah sayarlar.

Son yıllarda yaşadığımız hadiseler ve bilhassa Kudüs meselesi tarih boyunca devam edegelmiş hak-batıl mücadelesinin vardığı son noktayı sergilemektedir. Bugün Kudüs, tüm dünya Müslümanlarının halini yansıtan bir aynadır. Halimizin izahıdır. Aczimizin acıklı bir itirafıdır.

KUDÜS ALLAH’INDIR

Niyetim asla bir umutsuzluk tablosu çizmek değildir böyle söylerken. Bilakis, Kudüs Allah’ındır! Kimin işgali altında olursa olsun mühim değil, O dilerse elbet fetholunacaktır! Ancak asıl meselemiz Kudüs’ün fethi değildir. Bir duvarın tuğlaları misali ümmeti meydana getiren her bir fert olarak, kişisel ve günlük hayatlarımızda İslam’ı ne kadar yaşayıp yaşayamadığımızdır asıl mesele! İslam’dan kopuşlarımızdır, kayışlarımızdır. Zira mü’min, zaferden ziyade süreçten mesuldür.

Tarih sahnesine göz gezdirdiğimizde zaferlerin, toplum olarak İslam’ın titizlikle yaşandığı dönemlerde nasib olduğunu, hezimetlerin ise inançtaki çözülmelerin ardından geldiğini görmekteyiz. Endülüs ve Osmanlı’nın son devirleri bunun hazin misallerindendir. Kur-an’ı yücelten toplumları Allah da yüceltmiştir. Aksine Kur’an ve sünnete aykırı hayat tarzlarına yönelen Müslüman toplumlar ise muvaffakiyetlerini kaybetmişlerdir. Ümmet olarak bugün en büyük problemimiz, İslam’ı Allah’ın emrettiği şekilde yaşayamamaktır. Belki bilgisizlikten yahut eksik ya da yanlış bilgiden; belki nefislerimize ağır geldiğindendir bu yaşayamamak. Ancak şu bir gerçek ki bu hal, bizleri zayıf mü’minler kılmakta; dolayısıyla zayıf bir ümmet durumuna düşürmektedir.

Kıymetli bir hocam, “Hiçbir bedel ödemeden Müslüman olduk” der ve bize Müslümanlığımızın bedelini ödemek için gayret göstermemizi tavsiye ederdi. Kudüs’ün bedelini ödemek için de çaba sarfetmemiz gerekiyor ki tekrar nasibimiz olsun. Filistinli kardeşlerimiz bizzat canları ile, özgürlükleri ile ağır bedeller ödemektedirler zaten. Asıl, Filistinin dışında yaşayan Müslümanlar olarak bizler, Kudüs’ün bedelini ödemek için ne kadar çaba sarfediyoruz? Ne kadar müslümanca yaşıyor ve Kudüs’ü ne kadar hakediyoruz? Bu soruları kendimize sormak ve cevabı üzerinde tefekkür etmek mecburiyetindeyiz. İslam dünyasını meydana getiren bizler, “Müslüman” kimliğimizi hakettiğimiz gün, Kudüs’ü de hakedeceğiz inşallah!

YÜZDE KAÇ MÜSLÜMANSIN?

O halde, bırakalım Yahudi’ye kızmayı, kafire söylenmeyi. Bırakalım twitter’da facebook’da ona buna ağzının payını vermeyi, laf yetiştirmeyi. Biraz ara verelim sosyal medya cengaverliğine. İçimize dönelim ve samimiyetle soralım kendimize; “yüzde kaç Müslümansın?” diye.

Sosyal medyada okkalı cümleler savurmak yetmez! Kudüs etkinlikleri düzenlemek, Kudüs mitinglerinde slogan atmak yetmez!

Hatta Kudüs’ü ziyaret etmek dahi yetmez! Zira Kudüs’ü bizim için kıymetli yapan değerleri kendi evlerimize, fert fert hayatlarımıza taşımadıkça bütün bu gayretler hep eksik kalacaktır. Bu gayretleri elbette küçümsemiyorum ancak bu gibi faaliyetlerde bulunmak vicdanımızda Kudüs’e karşı sorumluluğumuzu yerine getirdiğimiz duygusuna ve rehavete sebep olmamalı.

İLK KIBLE

Kudüs ilk kıblemizdir bizim. Efendimiz’in miraca yükseldiği yerdir. Kudüs’ü gerçekten istiyorsak eğer miracımız olacak namazlar kılmanın derdinde olmalıyız evvela.

Kudüs’ün fethi, her şeyden önce kendimizi fethetmekle başlar. Namazlarımızdan, tesettürümüzden, yeyip içtiklerimizden, giyinip kuşandıklarımızdan, izleyip dinlediklerimizden, düşünüp dert edindiklerimizden başlar.

Zaman Kur’an ve sünnet rehberliğinde, birlik beraberlik içerisinde yol alma zamanıdır. Zaman duaya sımsıkı tutunma ve ümitvâr olma zamanıdır!

Kudüs Allah’ındır. Tüm diğer dünya ülkeleri gibi. O hakimiyeti kime dilerse ona verir. O zaferleri milletler arasında dolaştırır durur. Bugün Yahudilerin söz sahibi olması bizi asla ümitsizliğe sevk etmesin, yarın kimin Kudüs’e sahip olacağını ancak Allah bilir!

Kaynak: Ülya Cebeci, Altınoluk Dergisi, Sayı: 391

İslam ve İhsan

KUDÜS KİMİNDİR?

Kudüs Kimindir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.