Kulun İmandaki Samimiyetinin Göstergeleri

İbadet Hayatımız

Kulun imandaki samimiyeti gösteren ameller nelerdir? Cenâb-ı Hak, kulunun îmandaki samimiyetini nasıl test eder?

Cenâb-ı Hak, kulunun îmandaki samimiyetini, candan, maldan, evlâtlardan velhâsıl her türlü imkândan yapılacak fedakârlıklarla test ediyor. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyuruyor:

“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infâk etmedikçe «birr»e (îman, ibadet ve ahlâkta hayrın kemâline) eremezsiniz. Her ne infâk ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92)

İMAN, İSPAT SEVGİ VE FEDAKARLIK İSTER

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Bir akçacık ziyân etsen ki başlarsın vâveylâya,
Yarım pulca kayırmazsın giderse dîn yağmaya!

Muhabbetin kantarı fedakârlıktır. Allah ve Rasûlʼünü seven, İslâm uğrunda fedakârlıkta bulunmayı canına minnet bilmelidir. Zira dîn için, îman için, İslâmʼın intişârı ve inkişâfı için, dînin yaşanacağı bir vatan ve ümmetin selâmeti için, canından, malından, maddî-mânevî imkânlarından fedakârlık göstermeyenlerin, Allah ve Rasûlullâhʼa olan muhabbetlerinde ciddî zaaf ve kusurlar mevcut demektir. Böylesine samimiyetten mahrum bir îmânın da kulu Allâhʼın rızâsına ve dolayısıyla ebedî saâdete kavuşturup kavuşturmayacağı, mîzânının ağır basmasına yetip yetmeyeceği, Sırâtʼı sâlimen geçirip geçirmeyeceği şüphelidir.

Fânî dünya rahatlığı için malından harcayıp ebedî istikbâli için harcayamamak, âhirete gerçekten îman etmiş bir mü’minin ahlâkı olamaz. Dünya yatırımlarına harcarken son derece istekli ve cömert davranıp azıcık bir ukbâ yatırımında eli titremek, îmanda zaafın belirtileridir. Hâlbuki esas hayat, âhiret hayatıdır. Esas yatırımı oraya yapmak, îmanda kemâlin göstergesidir.

Zira Cenâb-ı Hak, kulunun îmandaki samimiyetini, candan, maldan, evlâtlardan velhâsıl her türlü imkândan yapılacak fedakârlıklarla test ediyor. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyuruyor:

“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infâk etmedikçe «birr»e (îman, ibadet ve ahlâkta hayrın kemâline) eremezsiniz. Her ne infâk ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92)

“…Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan­lar yok mu, işte onlara elem verici bir azâbı müjdele!” (et-Tevbe, 34)

“Allah mü’minlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır…” (et-Tevbe, 111)

Allah yolunda “can”dan ve “mal”dan fedakârlığın ebedî kurtuluş için zarûrî olduğunu beyân eden şu hâdise ne kadar mânidardır:

Beşîr bin Hasâsiyye -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bey’at etmek için gitmiştim. Bana, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûl’ü olduğuna şehâdet etmemi, namaz kılmamı, zekât vermemi, İslâm üzere haccetmemi, Ramazan orucunu tutmamı ve Allah yolunda cihâd etmemi şart koştu.

Ben de şöyle dedim:

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Vallâhi bunlardan ikisine gücüm yetmez. Onlar da cihad ve sadakadır.

İnsanlar cihaddan kaçan kimseye Allâh’ın gazab ettiğini söylüyorlar. Ben ise cihad meydanına gelince nefsimi ölüm korkusu kaplayıp kaçmaktan endişe ediyorum.

Sadakaya gelince, benim malım küçük bir koyun sürüsü ve on deveden ibârettir. Onlar da ehlimin geçim kaynağı ve binek hayvanlarıdır.»

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- elimi tuttu, salladı ve şöyle buyurdu:

«–Cihad yok, sadaka yok; peki o hâlde nasıl Cennet’e gireceksin?!»

Bunun üzerine:

«–(Tamam) yâ Rasûlâllah! Bey’at ediyorum.» dedim ve Allah Rasûlü’ne, koştuğu bütün şartlar üzerine bey’at ettim.” (Ahmed, V, 224)

Demek ki kendi şahsî rahatı dışında hiçbir derdi bulunmayan, İslâmʼın yücelmesi uğrunda hiçbir gayrete koşmayan, îmanlı bir nesil yetiştirme hizmetlerine omuz vermeyen, velhâsıl Allah yolunda fedakârlıktan kaçınan nâdan bir kimsenin, Hakkʼın rızâsını ve lûtuflarını umması, beyhûde bir beklentidir.

Bilhassa dînin, mukaddesâtın, ahlâk ve fazîletin zayıfladığı zamanlarda Allah için gösterilen gayret ve fedakârlıklar, Kurʼân-ı Kerîmʼde “Allâhʼa verilen güzel borç”[1] olarak tâbir ediliyor. Yine, Cenâb-ı Hak Kurʼân-ı Kerîmʼde “Fetihten önce cihad ve infâk edenler ile fetihten sonra cihad ve infâk edenlerin Hak katında aynı olmadığını”[2] beyan buyuruyor. Yani müslümanların zor zamanlarında yapılan gayret ve fedakârlıkların, rahat zamanlarda yapılanlarla kābil-i kıyâs olmadığını bildiriyor.

Tıpkı yokuşta kalmış bir arabaya omuz vermenin, düz yolda kalmış olana omuz vermekten çok daha değerli olması; çölde susuzluktan ölmek üzere olana ikram edilen bir bardak suyun, bir pınar başında ikram edilenden dağlar kadar farklı olması; zor ve meşakkatli şartlar altında hizmet edenlere bir nevi mahrûmiyet primi verilmesi gibi; Allah Teâlâ da İslâmʼın ve müslümanların zor zamanlarında gösterilen fedakârlıklara, müstesnâ mükâfatlar vaad ediyor.

İslâm adına yaprak kıpırdatmanın dahî suç sayıldığı, müslümanların öz vatanında parya muâmelesi gördüğü mahrumiyet yıllarında, dedem Fahri Kiğılı, ticaretle iştigâl etmesine rağmen, kırk yaşından sonra hâfız olup imamlık, vâizlik yaparak ve talebe yetiştirerek ömrünü dîn hizmetlerine, Kurʼân talebelerine vakfetmişti. Âdeta yaşama zevkini bir kenara bırakıp İslâmʼı yaşatma sevdâsına gönül vermişti.

Biz şimdi olduğu gibi o vakitler de Üsküdarʼın Sultantepe Mahallesiʼnde ikâmet ediyorduk. Dedem, gençleri bile kan ter içinde bırakan Sultantepeʼnin dik yokuşlarını o yaşta yürüyerek çıkar, fakat yaşlı kalbi yorulur, hızla çarpmaya başlardı. Annem, dedemin bu hâlini görünce dayanamaz:

“‒Babacığım, iki buçuk lira verip bir taksiye binseniz de bu kadar yorulmasanız.” derdi. Dedem ise her seferinde bir şeyler söyleyerek geçiştirir, fakat Sultantepeʼye taksi ile çıkmazdı. Çünkü o taksiye vereceği iki buçuk lirayı, hâfızlarına vermeyi tercih ederdi.

Ortağı bulunduğu dükkândan her ay muayyen bir geliri olurdu. Fakat o parayı çektiği gibi, bir-iki gün içinde bitirirdi. Rahmetli anneannemin de birkaç yerden kira geliri vardı. Dedem, parası tükenince anneanneme;

“‒Hanım, bana biraz borç verir misin?” dermiş. Anneannem de:

“‒Beyim, daha iki gün önce almadın mı mağazadan?” diye sorar, rahmetli dedem:

“‒Onu ben bankaya yatırdım.” dermiş.

Anneannem:

“‒O hâlde bankadan çekiver.” dediğinde ise:

“‒Yok, oradan çekemem, orası âhiret bankası…” cevâbını verirmiş.

Allah rahmet eylesin, dedem, bu fedakârlık ve gayretleriyle, âilesine, çoluk-çocuğuna, torunlarına ve hâfız talebelerine çok büyük bir miras bıraktı. O da; “örnek bir karakter ve şahsiyet mirası” idi. En büyük fazîlet de, ardında sadaka-i câriye olacak îmanlı bir nesil bırakabilmektir.]

Cenâb-ı Hak, lûtfettiği bütün nîmetleri rızâsı yolunda sarf ederek râzı olduğu bir kulluk hayatı yaşayabilmeyi, cümlemize nasip ve müyesser eylesin. Âmîn!..

Dipnotlar: [1] Bkz. el-Bakara, 245; el-Hadîd, 11. - [2] Bkz. el-Hadîd, 10.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2022 – Haziran, Sayı: 436