Kur’an Ayetleriyle Konuşan Kadının Hikayesi
Rahmân olan Allâh’a karşı bir hatâya düşme korkusuyla, kırk (40) yıl sadece Kur’ân-ı Kerîm âyetleriyle konuşan kadının hikâyesini yazımızda okuyabilirsiniz.
Abdullah bin Mübârek -rahmetullahi aleyh- şöyle anlatıyor:
40 YIL SADECE KUR’AN AYETLERİYLE KONUŞAN KADIN
Allâh’ın Beytü’l-Harâm’ını (Kâbe’yi) haccetmiş ve Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in kabrini ziyaret maksadıyla yola çıkmıştım. Yolda bir karaltı gördüm. Dikkatlice baktım, sırtında yünden bir bürgü, başında da yünden bir başörtüsüyle yalnız bir kadındı. Kendisine:
- Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtüh!” diyerek selâm verdim.
O da, Yâsin sûresinden:
“(Bu da) çok esirgeyici Rab’lerinden bir selâmdır!” (Yâsîn, 58) âyetini okuyarak selâmıma mukabele etti.
- Allah sana iyilik versin! Sen burada ne yapıyorsun?” diye sordum. A’râf sûresinin 186. âyetinden:
“Allah kimi şaşırtırsa, onu yola getirecek yoktur...” kısmını okudu. Anladım ki, yolunu kaybedip orada kalmış. Ona:
- Nereye gitmek istiyorsun?” diye sordum. İsrâ sûresinin 1. âyetinden:
“...Kulunu bir gece Mescid-i Harâm’dan alıp Mescid-i Aksâ’ya götüren...” bölümünü okudu. Anladım ki, kendisi haccetmiş, Beytü’l-Makdis’e (Kudüs’e) gitmek istiyor. Kendisine:
- Kaç gündür buradasın?” diye sordum. Meryem sûresinin 10. âyetinden:
“...Sen sapasağlam olduğun hâlde, üç gece...” kısmını okudu.
- Yanında yiyecek bir azığın da yok?” dedim. Şuarâ Sûresi’nin:
“Beni yediren, içiren O’dur!” mealli 79. âyetini okudu.
- Sen bu susuz çölde ne ile abdest alıyorsun?” diye sordum. Nisâ sûresinin 43. âyetinden:
“...Su da bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa teyemmüm ediniz” bölümünü okudu.
- Benim yanımda yiyecek var. Yemek ister misin?” dedim. Bakara sûresinin 187. âyetinden:
“...Sonra, akşama kadar orucu tamamlayınız” bölümünü okudu.
- Bu ay Ramazan ayı değil ki?” dedim. Bakara sûresinin 158. âyetinden:
“...Kim gönlünden koparak (vacip olmayan amellerden) bir hayır işlerse (mükâfatını görür). Çünkü Allah, taatlerin ecrini veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir!” kısmını okudu.
- Seferde iftar bize mubah kılınmıştı ya?” dedim. Bakara sûresinin 184. âyetinden:
“...Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” bölümünü okudu.
- Niçin benim seninle konuştuğum gibi konuşmuyorsun?” diye sordum. Kâf sûresinin:
“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın!” mealli 18. âyetini okudu.
- Seni deveme bindirip kafilene yetiştireyim.” dedim. Bakara sûresinin 197. âyetinden:
“...Siz ne hayır işlerseniz, Allah onu bilir...” mealli bölümü okudu.
Onu bindirmek üzere hemen devemi hazırladım. Nûr sûresinin 30. âyetinden:
“Mü’minlere söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar!” mealli bölümü okudu.
Deveye binince, Zuhruf sûresinin 13 ve 14. âyetlerinden:
“...Bunları bize râm eden Allâh’ın şânı ne yücedir! Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.” kısmını okudu.
Yola koyulunca da Müzzemmil sûresinin 20. âyetinden:
“...Artık Kur’ân’dan, kolayınıza geleni okuyun!” mealli bölümü okudu. Ben de:
“...Kime hikmet verilirse muhakkak ki ona pek çok hayır verilmiş demektir...” (Bakara, 269) âyetinden ilhamla:
- Sana çok hayır verilmiştir!” dedim. O da, bu âyetin devamındaki:
“...Sâlim akıl sâhiplerinden başkası iyi düşünmez!” (Bakara, 269) mealli bölümü okudu. Nihâyet kafileye yetiştik ve:
- İşte kâfilen bu! Onun içinde senin kimin var?” dedim. Kehf sûresinin 46. âyetinden:
“Servet ve oğullar, dünya hayatının ziynetidir...” mealli bölümü okudu. Anladım ki kafilenin içinde oğulları var.
- Onların hac kafilesindeki vazifeleri nedir?” diye sordum. Nahl sûresinin:
“Daha nice alâmetler (yarattı). Onlar yıldızlarla da yollarını doğrulturlar.” mealli 16. âyetini okudu. Anladım ki, oğulları kafilede kılavuzdurlar. Çadırları ve imâretleri işaret ederek:
- Şunlar içinde senin oğulların kimlerdir?” diye sordum. Nisâ sûresinin 125. âyetinden:
“...Allah, İbrâhim’i dost edinmiştir.” mealli son bölümü, 164. âyetinden
“...Allah, Mûsâ ile gerçekten konuştu.” mealli bölümü, Meryem sûresinin 12. âyetinden;
“Ey Yahyâ! Kitâba var gücünle sarıl!” mealli birinci bölümü okudu. Bunun üzerine, ben de:
- Ey İbrâhim! Ey Mûsâ! Ey Yahyâ!” diyerek seslendiğimde, ay parçası gibi üç genç çıkageldi. Gelip oturduklarında anneleri, onlara Kehf sûresinin 19. âyetinden:
“...Şimdi siz birinizi gümüş para ile şehre gönderin de, baksın, (şehrin) hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir erzak getirsin!” mealli bölümü okudu.
Gençlerden biri giderek yiyecek satın aldı, onu önüme koydular. Kadın, Hâkka sûresinin:
“Geçmiş günlerde işlediğiniz iyiliklerin karşılığı olarak âfiyetle yiyiniz, içiniz!” mealli 24. âyetini okudu. Fakat ben kadının oğullarına:
- Şimdi siz annenizin hâlini haber vermedikçe, yemeğiniz bana haram olsun!” dedim. Bunun üzerine gençler:
- Bu bizim annemiz, Rahmân olan Allâh’a karşı bir hatâya düşme korkusuyla, kırk yıldan beri Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinden başkasını konuşmaz!” dediler. Ben de Cuma sûresinin:
“Bu, Allâh’ın kime dilerse ona vereceği bir fazl (u inâyetidir)! Allah büyük fazl (u kerem) sâhibidir!” mealli 4. âyetini okudum.
Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları
YORUMLAR