Kur'ân-ı Kerim Kıssalarının Gâyesi
Biz âciz kullarını îmânın neşve ve huzûru ile merzûk kılan Allâh Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’ne hamd ü senâlar olsun! İnsanlığı zulmetten nûra gark etmeye vesîle olan kâinâtın Fahr-i Ebedîsine salât ve selâm olsun!
KUR’ÂN-I KERÎM KISSALARININ EHEMMİYETİ
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’inde önceki peygamberler ve onların ümmetlerinden bizlere naklettiği ilâhî hikmet, ibret ve teblîğ hakîkatlerini beşer idrâki için anlaşılması kolay ve rahat bir üslûb olan kıssa tarzıyla takdîm eder. Bu husus, âyet-i kerîmelerde şöyle ifâde buyrulur:
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَذَا الْقُرْآنَ وَإِن كُنتَ مِن قَبْلِهِ لَمِنَ الْغَافِلِينَ
“(Ey Rasûlüm!) Biz, bu Kur’ân’ı vahyetmekle, Sana kıssayı (geçmiş haberleri) en güzel bir şekilde anlatıyoruz.” (Yûsuf, 3)
تِلْكَ مِنْ أَنبَاء الْغَيْبِ نُوحِيهَا إِلَيْكَ مَا كُنتَ تَعْلَمُهَا أَنتَ وَلاَ قَوْمُكَ مِن قَبْلِ هَذَا فَاصْبِرْ إِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقِينَ
“(Rasûlüm!) İşte bunlar Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne Sen biliyordun ne de kavmin. O hâlde sabret. Çünkü (en hayırlı) âkıbet (sabredip) sakınanlarındır.” (Hûd, 49)
وَكُلاًّ نَّقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاء الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ وَجَاءكَ فِي هَذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
“Peygamberlerin haberlerinden Sen’in kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi Sana anlatıyoruz. Bunda Sana gerçeğin bilgisi, mü’minlere de bir öğüt ve bir îkaz gelmiştir.” (Hûd, 120)
KUR’ÂN-I KERÎM KISSALARININ GÂYELERİ
Kur’ân-ı Kerîm kıssaları, tamamen dînî birtakım gâyeleri gerçekleştirmek hikmetine mâtuftur. Bu gâyeler, engin ve geniş bir muhtevâ arzeder. Çünkü kıssaların gâyeleri, hemen hemen bütün Kur’ânî gâyeleri içine almaktadır. Bu çerçevede; vahiy ve peygamberliğin ispatı, Allâh’ın vahdâniyetini ispat, dinlerin esasta birliği, îkâz, müjdeleme, kudret-i ilâhiyyenin zuhûra çıktığı yerler, hayır-şer, sabır-sızlanma, şükür-nankörlük ve daha başka nice dînî gâyeler ve ahlâkî hedefleri içine almış ve bunların ifâde vâsıtası olmuştur.
Kıssaların bilhassa mühim ve vâzıh gâyeleri hakkında şunları söylemek mümkündür:
- Îmân esaslarını ispat ve açıklama.
- Vahiy ve risâletin ispatı.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmî idi. Okuma yazma öğrenmemişti. O’nun, yahudî ve hristiyan papazlarıyla oturup sohbet ettiği de görülmemişti. Buna rağmen ona Kur’ân’da hristiyan ve yahudîleri de şaşırtan kıssalar nâzil oldu. Hele bâzısında mevzûlar son derece derin ve hassâs bir şekilde beyân edilmişti: İbrâhîm, Yûsuf, Mûsâ ve Îsâ -aleyhimüsselâm- kıssalarında olduğu gibi. Bunların Kur’ân’da beyânı, onun vahy-i ilâhî olduğuna delil teşkîl etti. Kur’ân, bâzı kıssaların başında veya sonunda bu gâyeleri açıkça tasrîh eder:
وَمَا كُنتَ بِجَانِبِ الْغَرْبِيِّ إِذْ قَضَيْنَا إِلَى مُوسَى الْأَمْرَ وَمَا كُنتَ مِنَ الشَّاهِدِينَ. وَلَكِنَّا أَنشَأْنَا قُرُونًا فَتَطَاوَلَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ وَمَا كُنتَ ثَاوِيًا فِي أَهْلِ مَدْيَنَ تَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِنَا وَلَكِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ. وَمَا كُنتَ بِجَانِبِ الطُّورِ إِذْ نَادَيْنَا وَلَكِن رَّحْمَةً مِّن رَّبِّكَ لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّا أَتَاهُم مِّن نَّذِيرٍ مِّن قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
“Mûsâ’ya emrimizi vahyettiğimiz vakit (Habîbim) Sen batı tarafında değildin, (o hâdiseyi) görenlerden de değildin. Fakat biz (Mûsâ’dan sonra) daha birçok nesiller yarattık da ömürleri (uzadıkça) uzadı. Sen Medyen ahâlisi içinde ikâmet edici olup da âyetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş de değilsin. Ancak (geçmişlerin haberlerini Sana) gönderen Biz’iz. Mûsâ’ya nidâ ettiğimiz vakit de Sen «Tûr»un yanında değildin. Fakat Sen Rabbinden bir rahmet olarak (gönderildin). Tâ ki Sen’den önce kendilerine uyarıcı (bir peygamber) gelmemiş olan bir kavmi uyarasın. Belki onlar iyice düşünüp öğüt alırlar.” (el-Kasas, 44-46)
- Âdem -aleyhisselâm-’dan Peygamber Efendimiz’e kadar dînin Allâh’tan geldiğini, bütün mü’minlerin bir ümmet olduğunu, bir olan Allâh’ın hepsinin Rabbi olduğunu îzâh.
- Allâh’ın peygamberlerine ve seçkin kullarına ihsân buyurduğu nîmeti beyân.
- İnsanoğlunu, ezelî düşmanı olan şeytana karşı îkâz.
Allâh Teâlâ buyurur:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُواْ مِمَّا فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّباً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ. إِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّوءِ وَالْفَحْشَاء وَأَن تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
“Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz ve helâl şeylerden yiyin, şeytana ayak uydurmayın, zîrâ o sizin için apaçık bir düşmandır. Muhakkak size, kötülüğü, hayâsızlığı, Allâh’a karşı da bilmediğiniz şeyi söylemenizi emreder.” (el-Bakara, 168-169)
- Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ve bütün mü’minlere tesellî verip gönüllerini pekiştirme, Allâh’ın nihâyette peygamberlerine yardım edip yalancıları helâk edeceğini beyân.
Bu da Peygamberimizi takviye etmek ve onun îmâna dâvet ettiği kimselerin rûhlarına tesir etmek maksadını taşır.
- İnsanın tedricî olarak terbiye ve tezkiye edilmesini sağlamak.
Kıssaların daha başka pek çok gâyeleri mevcuttur. Bunlar arasında Allâh’ın sonsuz ve eşsiz harikalara muktedir olduğunu beyân etmek ve bunu izhâr etmek de mühim gâyelerdendir. Meselâ Hazret-i Âdem’in yoktan yaratılması ve Îsâ -aleyhisselâm-’ın babasız dünyâya getirilmesi, bu cümledendir.
ALLAH, KUR'ÂN'DAKİ KISSALAR İLE İNSANLARA TÂLİMDE BULUNUR
Hâsılı Kur’ân-ı Kerîm’deki kıssalar vesîlesiyle Cenâb-ı Hak, insanoğluna gizli ve âşikâr sayısız ulvî tâlimlerde bulunur. Ayrıca her peygamberde farklı bir husûsiyeti öne çıkararak onu beşer dimağ ve idrâkine yerleştirir. Şöyle ki:
Peygamberler içinde Hazret-i Nûh -aleyhisselâm-’ın hayatına bakıldığında öncelikle; îmân dâveti, tahammül, sabır ve netîcede de küfre ve küfür erbâbına karşı şiddetli bir buğz göze çarpar.
Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın hayatı, şirke karşı amansız bir mücâdele ve putperestliği yok etme uğrunda geçmiş, ayrıca Nemrud’un ateşlerini gül bahçelerine çeviren Hakk’a teslîmiyet, tevekkül ve îtimâd husûsunda müstesnâ bir nümûne olmuştur.
Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’ın hayatı, zâlim Firavun ve avanesi ile mücâdele hâlinde geçmiş, daha sonra getirdiği hukuk ile mü’minler için ictimâî bir nizam tesis etmiştir.
Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’ın tebliğâtının fârik vasfı, insanlara karşı şefkat ve merhametle dolu bir kalbî rikkattir. O’nun mümtaz vasıfları arasında insanlara af ile muâmele ve tevâzû gibi yüksek hâller dikkat çeker.
Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm-’ın dillere destan olan o göz kamaştırıcı saltanatına rağmen, tevâzû ve şükür ile kalbî tavrını muhâfaza ederek Allâh’a kullukta yücelmesi hayranlık vericidir.
Hazret-i Eyyûb -aleyhisselâm-’ın hayatında belâlara sabrın ve her ahvâlde Allâh’a şükrün yüksek tezâhürleri mevcuttur.
Hazret-i Yûnus -aleyhisselâm-’ın hayatı, Allâh’a yönelip bağlanmanın ve kusurundan dolayı nedâmet gösterip tevbeye sarılmanın kâmil bir misâlidir.
Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm-, esâret hâlindeyken dahî Hakk’a bağlılık ve dâvetin zirvesini yaşamıştır. O; servet, şöhret ve şehvet sâhibi güzel bir kadının “haydi gelsene bana” diyerek nefsi cezbedici bir teklifte bulunduğu zamanda bile büyük bir iffet sergilemiştir. Onun yüksek bir takvâ ile müzeyyen gönlü, davranış mükemmelliklerinin muhteşem menbaı hâlindedir.
Hazret-i Dâvud -aleyhisselâm-’ın hayatı, ilâhî azamet karşısındaki ibret sayfalarıyla doludur. O’nun da, haşyetullâh içinde, gözyaşı dökerek hamd ü senâ ve zikredişi, tazarrû ve niyâz hâlinde Allâh’a yönelişi pek ibretlidir.
Hazret-i Yâkub’un sîreti ise, insanın gözünde dünya karardığı zaman bile ye’se düşmeyip, sabr-ı cemîl ile Allâh’a bağlanmak ve O’nun rahmetinden ümid kesmemek lâzım geldiğine dâir büyük bir örnektir.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayâtı ise hepsini şâmil bir yücelik ve mükemmelliktedir ki, anlatmakla bitmez.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları