Kur’ân-ı Kerîm Maddi ve Manevi Hastalıklara Şifadır

KUR’ÂNIMIZ

Kur’ân-ı Kerîm’in kalpteki mânevî hastalıklara şifâ olduğu aşikârdır. Bununla birlikte onun bedendeki zâhirî hastalıklara da şifâ olduğu, mü’mini muhtelif belâ ve hastalıklardan muhafaza ettiği de bildirilmiştir.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), “Devanın en hayırlısı, Kur’ân’dır” buyurmuşlardır.[1]

Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatır: “Rasûlullah (s.a.v) yatağına girdiği zaman قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ ve Muavvizeteyn’in (Felâk ve Nâs sûrelerinin) tamamını okuyarak avucuna üfler, sonra elleriyle yüzünü ve vücudunun erişebildiği yerlerini meshederdi. Rahatsızlandığında bunu, kendisi için benim yapmamı isterdi.”[2]

Yine o şöyle der: “Allah Rasûlü (s.a.v), vefat ettiği hastalığında Muavvizeteyn’i okuyup ellerine üfler ve onları da yüzüne sürerdi. Hastalığı ağırlaştığında o sûreleri ben okuyup üfler ve bereketinden istifâde etmesi için kendi ellerini yüzüne sürerdim.”[3]

Ebû Saîd (r.a) anlatıyor: “Biz, Peygamber Efendimiz’in gönderdiği askeri bir seferde idik. Bir yerde konakladık. Yanımıza bir hizmetçi gelip:

«–Kavmimizin efendisini zehirli bir yılan soktu. Onunla meşgûl olacak erkekler de şu anda yanımızda değil. Sizde rukye yapan (tedâvi maksadıyla okuyan) biri var mı?» dedi. Bunun üzerine bizden, rukye hususunda mahâretini bilmediğimiz bir adam kalkıp onunla birlikte gitti ve hastaya okuyuverdi. Adam iyileşti. Okuyan arkadaşımıza otuz koyun verdiler. O da bize onların sütünden içirdi. Kendisine:

«–Sen rukye yapmasını bilir miydin?» diye sorduk.

«–Hayır, ben sâdece Fâtiha Sûresi’ni okuyarak rukye yaptım» dedi. Biz ona:

“–Rasûlullah’a sormadan bu koyunlara dokunma!” dedik. Medine’ye gelince durumu Peygamber Efendimiz’e anlattık. Allah Rasûlü (s.a.v):

«–Fâtiha’nın rukye olduğunu sana kim söyledi? Verdikleri koyunları paylaşın, bana da bir hisse ayırın!»[4] buyurdular.[5]

Mürsel bir rivâyette de “Fatiha Sûresi’nde her hastalığa şifâ vardır” buyrulmuştur.[6]

İlâka bin Sahâr (r.a), Peygamber Efendimiz’in yanına gelip müslüman olmuştu. Sonra Efendimiz’in yanından ayrılıp geri dönmüş, yolda, yanlarında demirle bağlı deli bir adam bulunan bir topluluğa uğramıştı. Hastanın âilesi ona:

“–Bize anlatıldığına göre, şu sizin arkadaşınız (Rasûlullah [s.a.v], Allah’tan bir takım) hayırlar getirmiş. Senin yanında bu deliyi tedâvi edecek bir şifâ var mı?” diye sordular. Bunun üzerine İlâka (r.a) deliye Fâtihatü’l-Kitâb’ı okudu. Adam iyileşti. Bu okumasına karşılık ona yüz koyun verdiler. O da Peygamber Efendimiz’e varıp durumu anlattı (ve koyunların helal olup olmadığını sordu). Rasûlullah (s.a.v):

“–(Kur’ân’dan) başka bir şey okudun mu?” diye sordular. O “Hayır” deyince de:

“–Onları al! Ömrüme yemin olsun ki, bâtıl bir şey okuyup üfleme karşılığında ücret alarak yiyen kimse, (bunun günahını çekecektir.) Sen ise hak olan bir tedâvi karşılığında aldığın ücreti yiyorsun!” buyurdular.[7]

Unutmayalım ki dünya malı elde etmek için Kur’ân okunmaz, ancak Kur’ân okuyan kimseye bazı şeyler hediye edilirse onlar alınabilir.

Abdullah bin Mes’ud (r.a) şöyle buyurmuştur:

“Size şu iki şifâ kaynağını tavsiye ederim: Bal ve Kur’ân!”[8]

Kur’ân ile tedâvi hususunda öteden beri, şifâdan bahseden âyetler Şifâ Âyetleri ismiyle okunagelmiştir. Bu konuda bazı tecrübeler de nakledilmiştir.[9] Şifâ âyetleri şunlardır:

وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِن۪ينَ

“…Allah, mü’min bir topluluğun kalplerine şifâ versin/gönüllerini ferahlatsın.” (et-Tevbe 9/14)

وَشِفَاۤءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ

“…Gönüllerdeki dertlere şifâ (Kur’ân geldi.)” (Yûnus 10/57)

يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَاۤءٌ لِلنَّاسِ

“…Onların (arıların) karınlarından çeşit çeşit renklerde bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır…” (en-Nahl 16/69)

 وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَاۤءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ

“Biz, Kur’ân’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifâ ve rahmettir…” (el-İsrâ 17/82)

وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِ

“Hastalandığım zaman, bana O şifâ verir.” (eş-Şuarâ 26/80)

قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَاۤءٌ

“…De ki: O (Kur’ân), inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuz ve şifâdır…” (Fussılet 41/44)

Kur’ân’ın şifâ ve muhafazasından istifade etmek için Şifâ Âyetleri okunduğu gibi, içinde selâm, hıfz, muhâfaza ve sekînet kelimelerinin geçtiği âyetler de okunagelmiştir.[10] Fîrûzâbâdî’nin nakline göre büyüklerden biri maddî-mânevî hastalık ve sıkıntı anlarında “Sekîne Âyetleri”ni okuyup feraha çıktığını ifade etmiştir.[11] Nitekim Kur’ân’ın altı yerinde geçen bu âyetler hep zor ve korkulu anlarda Allah’ın sekîneti indirdiğini beyan etmektedir. Sekînet, dara düştükleri vakitlerde Ehl-i kitabın; hicret esnâsında mağarada Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ve Hz. Ebû Bekir’in; Hudeybiye ve Mekke fethinde, firâsetle hareket etmeye her zamankinden daha fazla muhtaç olan ashâb-ı kiramın; Huneyn’de, dağılmaya başlayan İslâm ordusunun üzerine inmiştir. Bugün biz mü’minler de hastalık, sıkıntı, korku ve darlık anlarında Sekine Âyetleri’ni okuyabiliriz. Bu âyetler şunlardır:

“Peygamberleri onlara «O’nun hükümdarlığının alâmeti, içinde Rabbinizden bir sekînet, Mûsâ ve Hârûn ailelerinin bıraktıklarından bir bakiye bulunan ve meleklerin taşıdığı sandığın size gelmesidir» dedi. Gerçekten inanıyorsanız bilin ki, bunda sizin için büyük bir işaret vardır.” (el-Bakara 2/248)

ثُمَّ اَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَنْزَلَ جُنُوداً لَمْ تَرَوْهَا وَعَذَّبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ

“Bunun üzerine Allah, Peygamberi’nin ve mü’minlerin üzerine kendi katından bir güven duygusu indirdi, bir de göremediğiniz askerler gönderdi ve böylece inkâr edenlerin cezasını verdi. İşte bu, inkârcıların hakettiği karşılıktır.” (et-Tevbe 9/26)

اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۜ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

“Siz Peygamber’e yardımcı olmasanız da önemli değil. Nitekim inkârcılar onu, iki kişiden biri olarak yurdundan çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti: Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına «Tasalanma! Allah bizimle beraberdir» diyordu. Derken Allah ona kendi katından bir sekînet indirdi, sizin göremediğiniz askerlerle onu destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hale getirdi. Allah’ın sözü ise en yücedir. Çünkü Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” (et-Tevbe 9/40)

هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ ف۪ي قُلُوبِ الْمُؤْمِن۪ينَ لِيَزْدَادُٓوا ا۪يمَاناً مَعَ ا۪يمَانِهِمْۜ وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً

“İmanlarına iman katsınlar diye mü’minlerin kalplerine sekîneti indiren de O’dur. Göklerin ve yerin askerleri yalnız Allah’a aittir ve Allah her şeyi bilmekte, yerinde yapmaktadır.” (el-Feth 48/4)

لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحاً قَر۪يباًۙ ﴿١٨﴾ وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً

“O ağacın altında sana yeminle bağlılık söz verirlerken bu mü’minlerden Allah razı olmuştur; onların gönüllerinde olanı bilmiş, üzerlerine sekîneti indirmiş, pek yakın bir fetihle ve elde edecekleri birçok ganimetle de kendilerini mükâfatlandırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (el-Feth 48/18-19)

اِذْ جَعَلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُٓوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً۟

“İnkâra sapmış olanlar o zaman kalplerini o gurura, Câhiliye dönemine ait büyüklenme duygusuna kaptırmışlardı. Allah da Rasûlü’nün ve mü’minlerin üzerine sekînetini indirdi, onları takvâ sözüne bağlı kıldı. Zaten onlar bu sözü hak etmişlerdi, onlar buna lâyıktı. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.” (el-Feth 48/26)

Kur’ân’ın imanlı-imansız, anlayan-anlamayan her türlü insan üzerinde ne kadar tesirli olduğunu ikinci bölümde görmüştük. Kur’ân kendisine samimiyetle yaklaşan herkesin rûhî yapısını ıslah eder. İnsanın pek çok hastalığı da onun psikolojisiyle alâkalıdır. Dolayısıyla Kur’ân, insan rûhunun en büyük ilâcıdır. Bunun yanında Kur’ân’ın bereketiyle Allah Teâlâ dilediği zaman maddî hastalıklara da şifâlar ihsan etmektedir. Bu sebeple Kur’ân insanın kalbî, aklî, rûhî ve bedenî bütün hastalıklarına şifâdır. Yeter ki onu ihlâs ve samimiyetle sırf Allah rızâsı için okuyabilelim.

Dipnotlar:

[1] İbn Mâce, Tıb, 28, 41.

[2] Buharî, Tıb, 39.

[3] Buharî, Tıb, 32.

[4] Allah Rasûlü (s.a.v), ashâbının gönlünü hoş etmek ve tedâvî karşılığında alınan malın helâl olduğunu göstermek için böyle söylemiştir. (Aynî, Umdetü’l-kârî, XXI, 271-272)

[5] Müslim, Selâm, 66, 65. Bkz. Buhârî, Fedailü’l-Kur’ân, 9; İcâre, 16; Tıp, 33, 39.

[6] Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 12.

[7] Ebû Dâvûd, Tıb, 19/3896; Büyû’, 37/3420; Ahmed, 5: 211.

[8] İbn Mâce, Tıb, 7.

[9] Bkz. Âlûsî, Rûhu’l-meânî, 15: 145, (el-İsrâ 17/82).

[10] Selâm ve Hıfz Âyetleri için bkz. Ramazanoğlu Mahmûd Sâmî, Duâlar ve Zikirler, İstanbul: Erkam Yayınları, 2014, s. 164-173.

[11] Fîrûzâbâdî, Besâiru zevi’t-temyîz, 3: 238.

Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınları