Kur’an-ı Kerim Sureleri ve Anlamları

DUALAR ve ZİKİRLER

Kur’an-ı Kerim’de geçen ayetleri, ayetler en güzel şekilde açıklar.

Nebe Sûresi'nde şöyle buyruluyor: “Biz yeryüzünü bir beşik, dağları da onun için birer direk kılmadık mı? Sizi çifter çifter yarattık. Uykunuzu dinlenme (vakti) kıldık; Geceyi bir örtü yaptık; Gündüzü geçimi sağlama (vakti) kıldık; Üstünüze yedi kat sağlam gök bina ettik; Parlak ışık veren güneşi var ettik; Taneler, bitkiler, ağaçları sarmaş dolaş bahçeler yetiştirmek için, yoğunlaşmış bulutlardan bol yağmur yağdırdık.”1

Kur’ân-ı Kerîm’de, insanın emrine âmâde kılınan kâinat sofrasındaki görünür nimetlerin bazılarını hatırlatan pek çok âyet-i kerîme var2 ve yukarıda meâli arzedilen âyetler de bunun bâriz örneklerinden. Her şeyden önce burada, mü’min-kâfir ayırımı yapılmadan bütün insanların istifadesine sunulan belli başlı nimetlerin, kıyamete dair bir îkazla başlayan Nebe Sûresi'nde sevk edilmesi, ayrıca üzerinde düşünülmeye değer bir husustur.

Yine bu hatırlatmanın, “Büyük günün haberi”ni sorgulayanların kınanmasından sonra ve “Şüphesiz hüküm günü vakit olarak belirlenmiştir.”3 âyet-i kerîmesi arasında gelmesi mânidardır. Herhalde bunun sebebi, nimetlerin farkında olarak o güne en iyi şekilde hazırlanmaya teşvik etmek içindir. En büyük savruluşun mutlaka vuku bulacağını en etkili biçimde bildirdikten sonra, o safhaların ilk başlangıcı olan ölüme hazırlıksız yakalanmamanın yolunu göstermektir. Hele bir başını kaldır, gözünü aç; etrafına dikkatlice bak demektir.

PEYGAMBERİMİZ OKUYACAĞI DUAYA NASIL BAŞLARDI?

Câlib-i dikkattir; Resûl-i Ekrem hâne-i saadetlerinden çıkarken okuyacağı duaya, mübarek başını göğe kaldırıp baktıktan sonra başlardı.

Yine Peygamberimiz, bir sabah Bilâl-i Habeşî’ye (r.a.); “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.”4 âyetinin nâzil olduğunu haber verdikten sonra, bunu okuduğu halde, Allah’ın nimetleri hakkında tefekkür etmeyene yazıklar olsun buyuruyor.5

Hakikaten Allah’ın nimetlerinden söz edilince, çoğu insan sadece şahsî olarak faydalandıklarına, onun da bir kısmına bakıyor. Bazen hiçbir şeye sahip olmadığını düşünebiliyor. Bugün de hayatta olduğuna şükretmiyor, bunun iyi ameller işlemek üzere bir fırsat olduğunu akletmiyor. Adeta şükürsüzlük için bahane arıyor. Başını kaldırıp da kendisi için kurulan kâinat sofrasına bakmıyor. Hepsi de ayrı bir sanat harikası olan nimetleri seyretmenin dahi büyük bir lütuf olduğunu düşünmüyor, benzersiz ilahî ikramlar içinde yaşadığını hesaba katmıyor. Ufkunu daraltıyor ve daima imkânları kendinden geniş olanların elindekine göz dikiyor. Peygamberimizin; “Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha üstün olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.”6 buyurduğunu unutuyor.

Öyle inanıyoruz ki, bu mübârek âyetler bize kâinattaki nizam ve intizamdan dirliğe, çokluktan birliğe, görünen nimetlerden görünmeyene varmayı hatırlatıyor. Eserden Müessir-i Hakiki’yi tanımak üzere başımızı kaldırmaya çağırıyor. Gördükleri ve göremedikleriyle bütün mevcudatı Yaratan’a, görürcesine kulluk etmeye davet ediyor.

Allah Teâlâ sessiz bir kimya fabrikası gibi insan vücudunu işletiyor. Bunu idame ettirmek için yeryüzünde ve göklerde sayısız nimetleri deveran ettiriyor: Rüzgârlarla yağmur yüklü bulutları sevk ediyor. Yağmurlarla suladığı toprağı güneşle ısıtıyor ve yerden çeşit çeşit rızıklar bitiriyor. Geceyi, gündüzü, mevsimleri birbirine takip ettiriyor. Hayvanatı ve nebatatı insana hizmet ettiriyor ve bu nimetlerden, bütün yaratılmışları cömertçe istifade ettiriyor…

Şu halde insanlar, teknolojiye olan hayranlığı ile içinde bulunduğu benzersiz nimetlere nasıl baktığını mukayese etmeli. Makro âlemlerden, mikro âlemlere kadar Allah’ın meccanen ikram ve in’am ettiği nimetlerden görebildiklerini, durup şöyle bir seyretmeli; düşünmeli. Sonra, gözle görülemeyecek kadar küçük olup da hayatî öneme sahip olan nimetleri tahayyül etmeli. Uzaklığı sebebiyle ufkunun ihata edemediklerini düşünmeli. Ve bütün bunları verene gereğince şükretmesi için, belli başlı nimetlerin Kur’ân-ı Kerîm’de defalarca kendisine hatırlatıldığını unutmamalı.

Bir âyet-i kerîmede; “Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı, ölümünün ardından nasıl diriltiyor...”7 buyrulmuştur ki, Allah dostlarının hatıratına dair yazılanlara baktığımızda onların, ilâhî tecelliyâtı daha çok temaşa imkânı bulunan bahar aylarında tenezzühü tercih ettiklerini görüyoruz.

Baharla birlikte her şey yenileniyor, uyanışa geçiyor. Belli ki yenilenme ve uyanış değişmeyen ihtiyaçlardandır. Bunun için bakmak ve görmek lâzım.

İHLASIN TARİFİ

Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde İhlas ile kulluk emri var. Bunlardan biri Zümer Sûresi'ndeki; “Dîni Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et.”8 âyetidir. Sâd Sûresi'nde ise insanların hepsini azdırıp yoldan saptırmak üzere ant içen şeytanın,”Ancak onlardan ihlâslı kulların hariç”9 dediği ifade edilir.

İHLASIN KELİME ANLAMI

İhlasın kelime anlamı içtenlik ve samimiyet demek. Söylenen sözün, yapılan işin ardına başka niyet ve hesapların karıştırılıp gizlenmemiş olması demek. Peki, bu nasıl olmalı ya da bunun daha açık tarifi nasıl yapılabilir?

İşte bu sorunun cevabını, asıl konusu itibariyle Allah’ın sayısız nimetlerine dikkat çekmekte olan başka bir âyet-i kerîmenin bir cümlesinde buluyoruz. O da şudur: “Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen toplum için bir ibret vardır. Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki dışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz…”10

İmam Gazalî İhyâu Ulûmi’d-Dîn’de şöyle diyor; “İşte ihlâsın en doğru tarifi budur.” Bir şeyi, ait olduğu alana mahsus kılmaktır. Kendine zıt olanlardan ve benzerlerinden ayırmaktır. Ve onu sadece kendisi kılmaktır. Söz konusu olan Allah rızası ise, onu süt gibi arı duru, berrak ve katışıksız halde ortaya koymaktır.

Aslında âyetler, âyetleri en güzel şekilde îzâh ediyor. Buradaki soru nefsimize gelsin; “Bu irtibatı kuracak dinginlikte Kelâm-ı İlahî’nin huzuruna oturabiliyor muyum?”

Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 361, Mart 2016

Dipnotlar: 1) Bkz; 78/6-16. 2) Bkz; Âl-i İmrân sûresi, 3/190; A’râf sûresi, 7/57; Ra’d sûresi, 13/3; Nahl sûresi, 16/11 ve 67; Fâtır sûresi, 35/37; Yûnus sûresi, 10/5; İbrahim sûresi, 14/33. vb. 3) Bkz; 78/17. 4) Âl-i İmrân sûresi, 3/190. 5) Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meal-i Âlîsi ve Tefsiri, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi, 1992, İstanbul. c. 1 s. 522. 6) Müslim, Zühd, 9. 7) Rum sûresi, 30/50. 8) Bkz; 39/2. 9) Bkz; 38/83; Hıcr sûresi, 15/40. 10) Nahl sûresi, 16/65-67.