Kurân-ı Kerim'de Geçen Kalpleri Mühürlü Kimseler
Hiçbir mânevî meziyet taşımayan bu kalbler, tamâmen hayvânî bir hayata dalarak dünyâyı sâdece yemek, içmek ve eğlenmek gibi ten planındaki gelgeç heveslerden ibâret görürler. İnsanda ve kâinâtta bulunan ilâhî sır ve incelikleri keşfedebilecek basîret ve firâsetten fersah fersah uzaktırlar.
Peygamberlerin ve Allâh dostlarının kalbleri ile tam bir zıtlık içinde olan böyle bir kalbe sâhip bedenler, âdeta mezardan farksızdırlar. Cesetler nasıl ki toprakta çürüyüp giderse, bu nevî kalbler de inkâr karanlık ve bataklıkları içinde öylece kaybolup giderler. Dalâlete (sapıklığa) dûçâr olan bu kalbler, yalnız kendilerini değil, kendilerine yakın olanları da hazîn bir âkıbete sürüklerler. Bunlar hakkında Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا
“Onlar, Kur’ân’ı inceden inceye düşünmezler mi? Yoksa (onların) kalbler(i) üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 24)
Onlar, dünyâda Allâh’ın nîmetleri içinde yaşayıp, sâhibini inkâr etmek, O’nun emir ve yasaklarını çiğnemek gibi büyük bir nankörlük ve ahlâksızlık içindedirler. Cenâb-ı Hak, bu tip insanlar için âyet-i kerîmelerde şöyle buyurur:
صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ
“Onlar, sağır, dilsiz ve kördürler. Bu sebeple onlar, (hakîkate) dönemezler.” (el-Bakara, 18)
إِنَّكَ لاَ تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلاَ تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ. وَمَا أَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَن ضَلاَلَتِهِمْ إِن تُسْمِعُ إِلاَّ مَن يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ
“Elbette sen ölülere duyuramazsın! Arkalarını dönüp giderlerken, sağırlara o dâveti işittiremezsin! Sen körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin! Ancak âyetlerimize inanıp da teslîm olanlara duyurabilirsin!” (en-Neml, 80-81)
Cenâb-ı Hak bu vasıftaki kalblerin mühürlü ve kilitli olduğunu şöyle beyân buyurur:
خَتَمَ اللهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
“Allâh, onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerinde de bir perde bulunmaktadır ve onlar için büyük bir azâb vardır.” (el-Bakara, 7)
Âyette geçen mühürlü ve kilitli kalbe sâhip olanlar, hakîkat ve hayra karşı kapıları kapanmış, insanî ve mânevî hayatla alâkaları kesilmiş kimselerdir. Kalblerindeki mühürleri ve kilitleri açmak, ancak unuttukları Allâh’a kalmıştır.
Bu keyfiyet, bütün insanlığı korku ve haşyetle ürpertecek ilâhî bir sır ve hikmet ihtivâ etmektedir. Dünyâda iken kalbi mühürlenip hidâyet kapılarının kendisine kapandığı kimseleri bizler değil, ancak Allâh bilir. Çünkü Cenâb-ı Hak, ölümünden önce dilediği kuluna hidâyet nasîb eder.
Kur’ân-ı Kerîm’de kalbleri mühürlenen kimselerden bahsedilmekle birlikte, bunları şahıs-be-şahıs tâyin etmek mümkün değildir. Çünkü âkıbet meçhuldür. Firavun’un sihirbazları misâli, dalâlet üzere yaşayıp âhir ömürlerinde hidâyete erenler olduğu gibi, Kârun ve Bel’am bin Baura misâli, hidâyet üzere yürüyüp, sonunda defterini hüsranla kapatmış olanlar da mevcuttur. Dolayısıyla mü’minler, bu gibi âyetleri yanlış anlayarak Allâh’ın dînini tebliğde ihmâlkâr davranmamalıdırlar. Öte yandan her bir kul, kendisinin de böyle bir tehlikeye düşebileceği endişesiyle Allâh Teâlâ’dan kalbini dâimî olarak îmân üzere sâbit kılmasını taleb etmeli ve uyanık bir hayat sürmeye çalışmalıdır. Zîrâ kalbler ihmâl edildiğinde hidâyetten uzaklaşmakta, Allâh’ın zikrine karşı katılaşmakta, hattâ taşlardan daha katı bir hâle bile gelebilmektedir. Âyet-i kerîmede bu hakîkat şöyle tasvîr edilir:
ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً وَإِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ اْلأَنْهَارُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاءُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللهِ وَمَا اللهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
“Sonra bunun ardından kalbleriniz yine katılaştı; artık onlar taş gibi veya daha da katıdırlar. Hâlbuki taşlardan öylesi vardır ki, onlardan nehirler fışkırır; bir kısmı da vardır ki, yarılır da içinden su çıkar. Hem onlardan bâzısı da vardır ki, Allâh korkusundan düşüp yuvarlanır. Allâh yapmakta olduklarınızdan gâfil değildir.” (el-Bakara, 74)
Bu sebeple Allâh Teâlâ, kalblerini mühürlenip kilitlenmekten muhâfaza etmeleri için kullarını şöyle îkâz buyurur:
وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللهَ فَأَنْسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ أُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Allâh’ı unutan; bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini (öz hakîkatlerini) unutturduğu kimseler gibi olmayın! İşte onlar fâsıkların tâ kendileridir.” (el-Haşr, 19)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları