Kur’an-ı Kerim’e Muhabbet ve Tazim Nasıl Olmalıdır?
Kur’ân-ı Kerîm’e muhabbet ve tâzim nasıl olmalıdır? Kur’ân-ı Kerîm’e muhabbet ve tâzim örnekleri...
Bizler için örnek şahsiyetler olan ashâb-ı kirâmın ve evliyâullâhın Kur’ân-ı Kerîm’e karşı hissettikleri büyük mes’ûliyet duygusu, onu ne derecede hayatlarının mihveri hâline getirdikleriyle sâbittir. Her bakımdan onların Kur’ân-ı Kerîm’e olan tâzim ve hürmeti, bizler için en güzel numûneler sergisidir. Onlar bir ömür Kur’ân-ı Kerîm’i baş tâcı etmiş, âdeta canlı bir Kur’ân hâlinde yaşamışlardır. Bu da hiç şüphesiz Hazret-i Peygamber’in ahlâkı ile hâllenmelerinin bir neticesidir. Şöyle ki:
KUR’ÂN-I KERÎM’E MUHABBET VE TÂZİM ÖRNEKLERİ
Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman -radıyallâhu anhumâ-, her sabah kalktıklarında Mushaf-ı Şerîf’i öpmeyi âdet hâline getirmişlerdi. Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anh- da her sabah Mushaf’ı eline alır, öper ve duygulu bir şekilde; “Rabbimin ahdi, Rabbimin açık fermânı!” diyerek muhabbetini izhâr ederdi. (Kettânî, II, 196-197)
İkrime -radıyallâhu anh- Mushaf-ı Şerîf’i alır, yüzüne gözüne sürerek ağlar ve; “Rabbimin kelâmı! Rabbimin Kitâbı!” diyerek Cenâb-ı Hakk’a olan tâzim ve muhabbetini ifâde ederdi. (Hâkim, III, 272)
Onların zamanında mürekkeple yazılan yazılar silinmek istendiğinde, su ile yıkanırdı. Enes -radıyallâhu anh-, Hulefâ-i Râşidîn zamanındaki talebelerin, kendisiyle Kur’ân âyetlerinin yıkandığı suları rastgele sağa sola atmadıklarını, bilâkis husûsî bir kapta biriktirerek kabir kenarlarında veya ayak basılmayan yerlerde açılan temiz kuyulara döktüklerini bildirmektedir. Aynı zamanda bu suları şifâ niyetiyle kullandıkları da olmuştur. (Kettânî, II, 200)[1]
Ashâb-ı kirâm, tâzim ve hürmetleri yanında Kur’ân-ı Kerîm’i çokça okur; onu okumadıkları ve sayfalarına bakmadıkları bir günün geçmesini istemezlerdi. Günlerine Kur’ân’la başlarlar, göz rahatsızlığı olanlara da Mushaf-ı Şerîf’e bakmayı tavsiye ederlerdi. (Heysemî, VII, 165)
Cenâb-ı Hak, tıbbî şifâların yanında Kur’ân ile de dilediğinde nice gözlere şifâ bahşetmiştir. Nitekim gözleri rahatsız olduğu hâlde hâfızlığa çalışan genç bir delikanlının hâlisâne gayret ve niyetinin eseri olarak hâfızlık sonrası tamamen iyileştiğine şâhid olduk.
Kur’ân’ın şifâ oluşunu Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle ifâde buyurmuşlardır:
“Devânın en hayırlısı Kur’ân’dır.” (İbn-i Mâce, Tıb, 28)
Yine Kur’ân’a yaptığı hizmetleri sebebiyle “Câmi-i Kur’ân: Kur’ân’ı Toplayan” vasfıyla tebcîl edilen Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, çok okuduğu için iki Mushaf eskitmişti. (Kettânî, II, 197)
Abdullah bin Ömer’in âzadlısı Nâfî’ye:
“–Abdullah evinde ne yapardı?” diye sorulduğunda:
“–İnsanlar onun yaptığını yapamaz! O, her vakit namazı için abdest alır ve bu iki vakit arasında Mushaf’ı açar, sürekli Kur’ân okurdu.” demiştir. (İbn-i Sa’d, IV, 170)
Kur’ân muhabbetinin tarihteki en zirve misâllerinden biri de Osmanlı Devleti’nin velî kurucusu Osman Gâzi Hazretleri’nin sergilediği mâlum hâdisedir. O büyük insan, devrinin Hak dostlarından Şeyh Edebali Hazretleri’nin hâne-i saâdetlerinde misafir edildiği bir gece, odasının duvarında Kur’ân-ı Kerîm bulun
bulunduğundan, ona hürmetsizlik olacağı endişesiyle yatıp uyumaktan ictinâb etmiştir. Devletinin dünya hâkimiyetine nâil olacağı şeklinde tabir edilen meşhur rüyâsını da bu büyük tâzim gecesinin nihâyetinde, oturduğu yerde uyuklarken gördüğü nakledilir. Umûmî kanaate göre o mübârek insanın temellerini attığı büyük devlet, Kur’ân-ı Kerîm’e gösterdiği bu hürmet ve muhabbetin bereketi ile uzun bir ömür sürmüş ve ilâhî te’yîde mazhar olmuştur.
Orhan Gâzî’nin, oğlu Murad Hân’a olan şu nasihatleri de bu tâzimin diğer bir ifâdesidir:
“Oğul! Kur’ân-ı Kerîm’in hükmünden ayrılma! Adâletle hükmet! Gâzîleri gözet! Fakirleri doyur! Dîne hizmet edenlere, bizzat hizmet etmeyi şeref bil! Zâlimleri cezâlandırmakta gecikme! En kötü adâlet, geç tecellî edendir. Sonunda hüküm isâbetli dahî olsa, geciken adâlet de bir nevî zulümdür.”
Bu kıymetli ifâdelerde de açıkça görüldüğü üzere, öğüt ve nasihatlerin özü, “Kur’ân’a hürmet ve emirlerine itaat”in tavsiye edilmesidir. Dolayısıyla bir anne-babanın, evlâdına verebileceği en kıymetli hediye ve en büyük hazine, onu Kur’ân kültürüyle tezyîn etmesidir.
Ecdâdımızın, Kur’ân-ı Kerîm’e son derece hassas hürmeti, Cenâb-ı Hakk’a duydukları muhabbetin en bâriz bir tezâhürüdür. Allah Teâlâ da kelâmına muhabbet besleyen ve onunla hemhâl olan kullarını sevmektedir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Allah, geceleyin iki rekat namaz kılan (ve Kur’ân okuyan) bir kulu dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemez. Allâh’ın rahmeti, namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır. Kullar, Kur’ân’la hemhâl oldukları andaki kadar hiçbir zaman Allâh’a yaklaşmış olamazlar.” (Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, 17/2911)
Ebû Zer -radıyallâhu anh-:
“−Yâ Rasûlâllah! Bana nasihatte bulun!” dediğinde Âlemlerin Efendisi -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“−Kur’ân okumaya ve Allâh’ı zikretmeye bak, çünkü Kur’ân yeryüzünde senin için bir nûr, gökyüzünde de bir azıktır.” buyurmuştur. (İbn-i Hibbân, II, 78)
Kur’ân-ı Kerîm, kalplerimizin tabîbi, ruhlarımızın gıdâsı ve şifâ kaynağıdır. Kur’ân’a muhabbetimiz ve sadâkatimiz ne kadarsa, onun devâ ve şifâsı da o nisbette tecellî eder. Zira Rabbimiz onu “şifâ ve rahmet” olarak lûtfetmiştir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
“Biz Kur’ân’dan mü’minlere rahmet ve şifâ olan şeyler indiriyoruz...” (el-İsrâ, 82)
Dipnot:
[1] Ashâb-ı kirâmın ve Hak dostlarının bu tâzîmine mukâbil, Kur’ân’ın fazîlet ve rûhâniyetine en fazla muhtaç olduğumuz günümüzde, maalesef bazı nâdan kimselerin abdestsiz olarak Kur’ân okuma ve okutma hususunda fetvâ vermeye kalkışmaları ne büyük hüsrandır. Hâlbuki âyet-i kerîmede açık ve kesin olarak şöyle buyrulmaktadır:
“Ona tam bir sûrette temizlenmiş (yani tertemiz) olanlardan başkası dokunamaz.” (el-Vâkıa, 79)
Bu âyette küçük abdest, büyük abdest ve kadınların muayyen hâlleri (yani âdet ve lohusalık hâlleri) mevzubahistir. Dört hak mezhep de, Mushaf’a abdestsiz el sürmenin haram olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir. (el-Mevsûatü’l-Fıkhıyye, XVIII, 322)
Ancak Mâlikî âlimlerinden birisine nisbet edilen bir görüşe göre, âdet döneminin uzun sürmesi hâlinde, unutma söz konusu olabileceğinden, hâfızlık yapan âdetli kadının Kur’ân-ı Kerîm’i “ezberinden okuması”na cevaz verildiği söylenmektedir. (İbn-i Kudâme, el-Muğnî, I, 193) Mağrib ulemâsının ileri gelenlerinden, Mâlikî hadis âlimi Hasen bin Sıddîk el-Gımârî, geçtiğimiz yaz Türkiye’ye ziyarete geldiğinde kendisine, “hayızlı kadının Kur’ân okuyabileceğine” dair Mâlikî Mezhebi’nden nakledilen bu fetvâyı sorduk. O da bu görüşün aslının olmadığını, Mâlikî mezhebinde bu fetvâ ile amel edilmediğini söyledi ve kadının muayyen hâllerinde Kur’ân okumasının haram olduğunu ifâde etti. Yine Mekke fıkıh ulemâsından Kubeysî’ye aynı mes’ele sorulduğunda: “Allâh’ın emrini yerine getirmek farz, nehyini işlemek ise haramdır. Abdestsiz olanların Kur’ân’a dokunmaları da âyet ve hadislerle haram kılınmıştır.” demiştir.
Hattâ İmâm Mâlik şöyle der:
“Tâhir/abdestli olmayan kimse, Mushaf’ı kılıfıyla veya yastık üzerinde dahî olsa taşıyamaz, mekruhtur… Bu, Kur’ân’a hürmet ve tâzim sebebiyledir.” (Muvatta’, Kur’ân, 1)
Dolayısıyla günümüzde dört mezhebin de mes’elenin haramlığı noktasında aynı kanaati paylaştıkları anlaşılmaktadır. Zâten Hazret-i Peygamber’den itibâren 1400 küsur senedir bu böyle tatbik edilegelmiştir.
Hadîs-i şerîflerde buyrulur:
“Ne hayızlı kadın, ne de cünüp kimse Kur’ân’dan hiçbir şey okuyamaz.” (Tirmîzî, Tahâret, 98/131)
“Kur’ân’a temiz olan dışında hiçbir kimse dokunmasın!” (Hâkim, I, 553/1447)
Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Amr bin Hazm’ı Yemen’e gönderirken ona farzları, sünnetleri ve hukûkî durumları açıklayan bir beyannâme yazmıştı. O yazıda Hazret-i Amr’ın insanlara Kur’ân’ı öğreteceği, bilgi, hüküm ve hikmetlerini tebliğ edeceği söylendikten sonra, insanları, temiz olmadıkları takdirde Kur’ân’a dokunmaktan nehyedeceği bildirilmektedir. (Kettânî, I, 216)
İmâm Mâlik, bu rivâyet hakkında şöyle der: Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Amr bin Hazm’a yazdığı yazıda şu hadîs-i şerîf mevcuttur:
“Kur’ân’a ancak temiz olan dokunsun!” (Muvatta’, Kur’ân, 1)
Bir müsteşriğe âit olan şu cümleler de, müslümanların tarih boyunca Kur’ân’a ne derece hürmet ve titizlik gösterdiklerine şâhitlik etmektedir:
“Kur’ân’ın lisânı son derece sâde ve güzeldir. Dünyada hiçbir kitap Kur’ân’ın gördüğü hürmeti görmemiş ve görmemektedir. Hattâ müslümanlar, tamamıyla temiz olmayınca kitaplarına dokunmamaktadırlar.” (Eşref Edib, Kur’ân’ın Azamet ve İhtişamı, İstanbul ts., s. 58)
Kur’ân-ı Kerîm, en mühim “Şeâir-i İslâm”dır, yani İslâm’ın nişânelerinin başında gelir. Âyet-i kerîmede ise:
“…Kim Allâh’ın şiarlarına tâzim ederse, şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır.” (el-Hac, 32) buyrulmaktadır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları