Kur’an-ı Kerim’i Anlamak Neden Önemlidir?

KUR’ÂNIMIZ

Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak/anlayabilmek neden önemlidir? Kur’ân’ı anlamanın/anlamaya çalışmanın önemi ve fazileti...

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Andolsun ki Biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur’ân’da insanlara her türlü misâli verdik.” (ez-Zümer, 27)

Yine Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmelerde kullarına sorar:

“Andolsun Biz, Kur’ân’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?” (el-Kamer, 17)

“Onlar Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed, 24)

KUR’AN-I KERİM’İ ANLAMANIN ÖNEMİ

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’in gereği gibi idrâk edilip hâdiselerin Kur’ân mantığı ile tefekkür edilmesini emretmektedir. Bu bakımdan, saâdete de sefâlete de vesîle olabilen aklı, vahyin muhtevâsında istikâmetlendirmek şarttır.

Diğer bir âyet-i kerîmede de:

“Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” (el-A‘râf, 204) buyrulmaktadır.

Yani ilâhî merhamete nâiliyet için Kur’ân’a edeple yaklaşmak, onu huşû ile dinlemek ve titizlikle yaşamak gerekmektedir.

Rivâyete göre Ebû Hamza -radıyallâhu anh-, Abdullah bin Abbâs -radıyallâhu anh-’a şöyle dedi:

“–Ben Kur’ân’ı çok hızlı okuyorum. Kur’ân’ı üç günde hatmediyorum.”

İbn-i Abbas -radıyallâhu anh- ise ona şu mânidar karşılığı verdi:

“–Bakara sûresini düşünerek, tertîl ile bir gecede okumam, bana senin okuduğun şekilde okumamdan daha hayırlı görünüyor.”[1]

Süleyman Dârânî -rahmetullâhi aleyh- de, Kur’ân-ı Kerîm hakkındaki duygu derinliğini şu sözleriyle ifâde eder:

“Ben bir âyet okurum, dört-beş gece onu düşünürüm, onu iyice anlamadan başka bir âyete geçemem.”[2]

Iyâs bin Muâviye, Kur’ân-ı Kerîm’i tefekkürsüz okuyanlar için şu teşbihte bulunur:

“Kur’ân’ı okuyup da onun mânâlarını, inceliklerini bilmeyen ve düşünmeyen kimse, karanlık bir gecede hükümdardan kendisine bir mektup gelen, fakat mektupta ne yazdığını okuyup öğrenemediği için kendisini korku saran kimse gibidir. Kur’ân’ın mânâ ve inceliklerine intikâl eden kimse de, ışık getirip ortalığı aydınlatarak mektubun içindekileri okuyan kimse gibidir.” (Kurtubî, I, 26)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Kur’ân’ı anlayarak okuyan ve ahkâmını tatbîk eden mü’minlere, Cenâb-ı Hakk’ın büyük lûtuflarda bulunacağını şöyle ifâde buyurur:

“Bir cemaat Allâh’ın evlerinden bir evde toplanır, Allâh’ın Kitâbı’nı okur ve aralarında müzâkere ederlerse, üzerlerine sekînet (yani huzur) iner, onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında zikreder.” (Müslim, Zikr, 38)

“Kim Kur’ân’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, Allah bu sâyede o kimseyi Cennet’ine koyar. Âilesinden hepsi Cehennem’i hak etmiş olan on kişiye şefaat etme hakkı verir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; Ahmed, I, 148)

Kur’ân, Cenâb-ı Hak’tan bütün insanlığa gelen hidâyet mektubudur. Allah Teâlâ, bu mektupla kullarını Dârüsselâm’a, yani Cennet’e dâvet etmektedir. Bu dâvete icâbet için, Kur’ân’ı gönül gözü ile okuyabilmek, âyetlerini inceden inceye tefekkür edebilmek, muhtevâsıyla duygu derinliğine varabilmek, feyizli ve canlı bir Kur’ân hayatı yaşayıp kalb-i selîm sahibi olmak gerekir. Kur’ân’ın muhtevâsına vâkıf olmanın zarûretini Rabbimiz şöyle bildirmektedir:

(Rasûlüm!) Sana bu mübârek Kitâb’ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sâd, 29)

Âyet-i kerîmenin âçık beyânıyla, Kur’ân bizden kendisiyle müstesnâ ve mûtenâ bir alâka kurmamızı arzu eder. Bu alâkanın tesisi için, bedenî temizlik kadar kalbî temizlik de zarûrîdir. Âyet-i kerimede:

“Kendilerine Rab’lerinin âyetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.” (el-Furkân, 73) buyrulmaktadır. Zira kalbî hastalıklar, insanın Kur’ân’la doğru ve güzel bir şekilde buluşmasına mânî olur. Kur’ân’ın rahmeti, şifâsı ve hidâyeti ile buluşamayanlar, onun feyiz ve bereketinden istifâde edemedikleri gibi, tam aksine murdarlığa dûçâr olurlar. Öyle ise Kur’ân’la buluşmak için kalbî hastalıklardan arınma gayreti içinde bulunmak ve kalbin temizliğine riâyet etmek lâzımdır.

Kur’ân-ı Kerîm’in, insanlar tarafından anlaşılmak ve tatbik edilmek üzere indirildiği hususunda şöyle buyrulmaktadır:

“Apaçık Kitâb’a andolsun, Biz anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kur’ân kıldık” (ez-Zuhruf, 2-3)

Bu ve benzeri âyet-i kerîmeler muktezâsınca Kur’ân anlaşıldığı ve onunla yaşandığı zaman, tefekkür kolaylaşır, Kur’ân tefekküre rehberlik eder ve onu sevdirir. Kur’ân-ı Kerîm, bütün varlıkların mâverâsından ve yaratılış hikmetlerinden bahsettiği için, beşerî ilimlerin fevkinde olan ve onlara rehberlik yapan bir mâhiyet arz etmektedir. Bu vasfıyla beşeriyetin aklını donukluktan yani abûs ve alıklıktan kurtarıp daha yüksek hakîkatleri yani ilâhî sırları anlamaya teşvik etmektedir.

Gerçekten bin dört yüz sene evvel ümmî bir peygamberin muhâtab olduğu ve pek çok fennî hakîkatlere de temâs eden Kur’ân-ı Kerîm, her ilmî keşif ile te’yid olunagelmiştir. En seçkin ilim adamlarının ciddî araştırmalar neticesinde hazırladıkları ansiklopedilerin bile, devam eden fennî ilerleme karşısında zaman zaman hatâları ortaya çıkar ve günün ilmî seviyesine göre düzeltme ihtiyacı doğar. Hâlbuki Kur’ân-ı Kerîm asırlardır hiçbir ilmî tekzibe uğramadığı gibi yapılan ilmî keşifler dâimâ Kur’ân’ı te’yid edegelmiştir. Yani beşerî ilim dâimâ Kur’ân’ın ardından gelmekte, Kur’ân’ın ulvî beyanları ise beşer ilmine öncülük etmektedir.[3]

Kur’ân tâliminde bu hususların da öğrenilip öğretilmesi, zamanımız insanının İslâm’ı daha doğru ve sağlam bir sûrette kavramasına vesîle olacaktır. Zira günümüzde birçok insanın idrâki, neredeyse hakîkati bilimle ispatlanabilir gerçeklere hasredecek derecede şartlanmış durumdadır.

Dipnotlar:

[1] Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Dâru’l-Fikr, ts., II, 396. [2] Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, Beyrut 1990, I, 374. [3] Bkz. Osman Nûri TOPBAŞ, Rahmet Esintileri, sf. 293-358.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları