Kur’ân-ı Kerîm’i Anlayarak, Hissederek ve Feyz Alarak Okumanın Önemi Nedir?

Kur’ân-ı Kerîm’i anlayarak, hissederek ve feyz alarak okumak neden önemlidir? Kur’ân-ı Kerîm’i anlayarak, hissederek ve feyz alarak okumanın önemi…

Gerçek saâdet, Kur’ânî hakîkatlerin cenneti içinde yaşayabilmektir. Her iki cihânın da bahtiyarlığı, Kur’ân’ın ihtişâmına bürünmekle mümkündür. Zira Kur’ân, ferdin içini ve dışını arındıran bir nur, kalplere ibretler ve hikmetler yağdıran bir nasihat, ictimâî ve ferdî hastalıklara devâ, Hakk’a götüren en doğru ve en emniyetli yol, karanlıkları aydınlatan, hayâtî muammâları çözen bir rehber, sonsuzluğun saâdet ve âhengini sağlayan ilâhî bir beyandır.

KUR’ÂN-I KERÎM’İ ANLAYARAK, HİSSEDEREK VE FEYZ ALARAK OKUMAK NEDEN ÖNEMLİDİR?

Kur’ân’ın bu husûsiyetlerinden istifâde edebilmek için, onu hissederek ve feyz alarak okumak îcâb etmektedir. Nitekim Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ın naklettiği şu ibretli hâdise, Yüce Kur’ân’ı anlayarak okumak ve mûcibince amel etmek gerektiğini ne güzel îzah etmektedir:

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sayıca kalabalık bir müfreze gönderecekti. Onlara Kur’ân okuttu. Her biri ezberinde olduğu kadarıyla okudu. Yaşça en genç olanlarının yanına geldi ve:

«−Ey fülân! Senin ezberinde ne var?» buyurdu. O da:

«−Ezberimde falan falan sûreler ve bir de Bakara sûresi var!» dedi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«−Ezberinde Bakara sûresi var mı?» diye sordu.

«−Evet!» cevâbını alınca:

«−Haydi git, onların emîri (kumandanı) sensin! Çünkü o sûre, neredeyse dînin tamamını ihtivâ eder.» buyurdu. Cemaatin ileri gelenlerinden biri:

«−Yâ Rasûlâllah! İçindekileri yaşayamayacağım korkusu, benim o sûreyi ezberlememe mânî olmuştur.» dedi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

«−Kur’ân’ı öğrenin, okuyun, okutun ve onunla amel edin! Çünkü Kur’ân’ı öğrenen, okuyan ve onunla amel eden kişi, içi misk dolu dağarcık gibidir ki kokusu her tarafa yayılır. Kur’ân’ı öğrenip uyuyan, (Kur’ân’a hizmetten geri kalan) kimse de, içine misk doldurulup ağzı bağlanmış dağarcık gibidir.»” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 2/2876)

(Allah Rasûlü’nün yukarıdaki ifâdeleri, Bakara sûresini okuyup yaşayan bir kişinin maddî ve mânevî tahsilinin seviyesini göstermektedir.)

Kur’ân-ı Kerîm’in umûmî ve yegâne maksadı, akılları ve tefekkürleri gaflete düşüren hevâ ve heveslerle meşgûliyetten kurtarmak sûretiyle, gönülleri mârifetullâh’a ve Allâh’a yakınlığa sevk etmektir. Bu maksada nâil olabilmek için de dâimâ Kur’ân ile hemhâl olmak îcâb eder.

Her mü’minin Kur’ân ehli olarak onu anlayıp hayatına tatbik etmesi, îmânının muktezâsı ve takvâsının bir ölçüsüdür. Nitekim ashâb-ı kirâm, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den on âyet öğrendiklerinde, bunlardaki emir ve hikmetleri iyice anlayıp tatbik etmeden diğer on âyete geçmemişlerdir.[1] Meselâ Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anh-, Bakara sûresini sekiz senede bitirebilmiştir.[2]

Hâsılı sahâbe, Kur’ân’daki ilimlerle âmil olmuş ve yine Kur’ânî hikmetlerle de kâmil hâle gelmişlerdir.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, Kur’ân-ı Kerîm’den istifâde yolunu göstererek şu nasihatte bulunur:

“Allâh’ın Kitâbı’nı öğreniniz. Çünkü Allâh’ın Kitâbı sözlerin en değerlisidir. Dîni iyi anlayın. Çünkü dîni iyi anlamak, kalpleri nurlandırır. Kur’ân’ın nûrundan şifâ isteyin. Çünkü o, gönüllerdeki hastalıklara şifâdır. Kur’ân’ı, hakkına riâyet ederek okuyunuz, çünkü en güzel haberler ondadır.”

Abdülkâdir Geylânî -rahmetullâhi aleyh- de, ehl-i Kur’ân’ın fazîletleri hakkında şunları söyler:

“Ey oğul! Kur’ân ile amel etmek, seni Kur’ân’ın mevkiine yükseltir; oraya oturtur. Sünnet ile amel etmek de Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e yükseltir. Rasûlullah, kalbi ile ve mânevî himmetiyle Allah dostlarının kalplerinin civârından bir an dahî ayrılmaz. Allah dostlarının kalplerini güzelleştiren, hoş râyihalarla kokulayan O’dur. Onların özlerini tasfiye eden, menfî duygulardan temizleyen ve tezyîn eden de O’dur.”

Muhyiddîn İbn-i Arabî -rahmetullâhi aleyh-’in Kur’ân’ı hissederek ve feyz alarak okumak gerektiği hususundaki tavsiyelerinden bazıları ise şöyledir:

“Çok Kur’ân okumalısın ve mânâsını tefekkür etmelisin. Onu okurken, Allâh’ın sevdiği kullarını tavsîf ettiği güzel sıfatlara dikkat et ve o vasıflara sahip olmaya çalış! Allâh’ın zemmettiği, ilâhî gazaba uğrayanları vasıflandırdığı o çirkin sıfat ve huyları da gör ve onlardan uzak dur! Çünkü Allah Teâlâ bunları, ancak mûcibince amel edesin diye Kitâb’ında zikretti. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm okunduğunda muhtevâsını güzel bir şekilde anlayabilmen için dâimâ Kur’ân ile beraber ol!”

“Sözlerin en güzeli olan Kitâbullâh’ı okurken, onun Rabbimiz’in kelâmı olduğunu, içindeki hükümleri ve kıssaları iyice tefekkür et! Böylece Allah Teâlâ sana derin bir anlayış ihsân eder. Rûh-i Emîn, o Kur’ân’ı Allah Rasûlü’nün kalbine indirdi. Kur’ân-ı Kerîm, kendisini okuyan temiz kalpli insanların gönlüne, her okuyuşta yeni nâzil oluyormuş gibi feyizler bahşeder. Kur’ân’ı başkalarına da öğretirsen, nâib-i Rahmân (yani Allâh’ın vekîli) olursun.”

“Allâh’ın âyetlerini gafletle okumamaya çok dikkat etmek gerekir. Duygulu bir kalple, hissederek ve yaşamaya çalışarak tilâvet etmek îcâb eder. Nice hâfız ve âlim, Allâh’ın kelâmını gafletle okuduğu için hiçbir fayda görememiştir.”

“Bir sûreye başladığında, onu bitirmeden konuşma! Bir hastanın yanına girince Yâsîn sûresini oku!”

İbn-i Arabî Hazretleri burada, başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır:

“Bir gün çok hastalanmıştım. Baygın bir hâldeydim. Korkunç kimseler gördüm, bana ezâ etmek istiyorlardı. Derken güzel kokulu ve hoş sîmâlı bir zât geldi, onların hepsini de başımdan defetti. Çok sevindim ve:

«–Efendim, siz kimsiniz?» diye sordum. O:

«–Ben Yâsîn Sûresi’yim!» dedi. Gözümü açıp baktığımda babamın başucumda ağlayarak Yâsîn-i Şerîf okuduğunu gördüm. Bitirdiğinde gördüklerimi kendisine anlattım. Babam ise bana:

«–“Ölü­le­ri­ni­ze Yâ­sin sû­re­sini oku­yu­nuz.”[3] diye emir var.» dedi.”

İbrahim Desûkî -rahmetullâhi aleyh- de Kur’ân’ın feyzinden istifâde hususunda şöyle buyurur:

“Kur’ân okumak isteyen kimse evvelâ dilini kötü ve çirkin sözlerden temizlemelidir. İsrâfa kaçmamalı, haram ve şüphelilere karşı teyakkuz hâlinde olmalıdır. Şayet bunlara dikkat etmezse Kur’ân-ı Kerîm’e karşı edepsizlik etmiş olur… Bu durumda hâfızasındaki Kur’ân ona lânet okur ve şöyle der: Kim Allâh’ın kelâmına tâzim göstermez ve onunla amel etmezse, Allâh’ın lâneti üzerine olsun!”

“Evlâdım! Kur’ân’ın sırlarını anlamak istersen, nefsini tezkiye et ve Kur’ân’ın feyzinden istifâde etmeye çalış! Boş sözleri bırak, faydalı amellerle meşgul ol! Yanağını yere koy (mütevâzı ol), topraktan geldiğini ve yine toprağa döneceğini unutma! Günahlarının çokluğundan ve kıyâmet günü yüzüne çarpılmasından kork! Amellerinin kabul edilip edilmeyeceğini iyi hesâb et! Eğer böyle yaparsan Rabbinin kelâmındaki ince mânâları ve esrârı anlayabilirsin. Böyle yapmazsan bu ilâhî kapı sana kapalıdır.”

Bu itibarla Kur’ân’ı ruhâniyetten mahrum olarak ezberleyen ve ruhsuz bir şekilde yalnız güzel sesle okuyan kimseler, o Kitâbullâh ile hemhâl olup emir ve hikmetleriyle amel etmedikleri müddetçe “Kur’ân ehli” sayılamazlar. Zira müslümanlar için aslolan, hayatlarını Kur’ân’la yoğurma, yani kendilerini canlı bir Kur’ân hâline getirme niyeti, düşüncesi ve gayretidir. Bu sebeple gerçek bir mutasavvıf da ancak Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’yi ibadet, muâmelât ve ahlâk mükemmelliği ile bizzat yaşayan kimsedir.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e duyduğu muhabbeti mîzân etmek isteyen bir mü’min de aynı şekilde, Kur’ân ilminden ne kadar sermayesi olduğuna ve bunu hayatına ne ölçüde aksettirdiğine bakmalıdır.

Dipnotlar:

[1] Ahmed, V, 410. [2] Muvatta, Kur’ân, 11. [3] Ah­med, V, 26.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KUR’AN-I KERİM’E MUHABBET VE TAZİM NASIL OLMALIDIR?

Kur’an-ı Kerim’e Muhabbet ve Tazim Nasıl Olmalıdır?

KUR’AN-I KERİM’E KARŞI GÖREVLERİMİZ

Kur’an-ı Kerim’e Karşı Görevlerimiz

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.