Kur’ân-ı Kerîm’i Dünya Menfaatiyle Değişme
Ebedî hayatın sermayesi olan ve insanların paha biçemediği Kur’ân hazinesini, basit ve geçici dünya menfaatlerine değişmek, câhilliğin ve ahmaklığın zirvesidir. Âhirete îmânı zayıf olan insanlar, her türlü vesileyi kullanarak sadece dünya rahatını elde etmeyi düşünürler ve ilâhî nidânın îkâzlarına kulaklarını tıkarlar. Hâlbuki Allah katındaki mükâfat ve rızık dünyadaki herşeyden daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
Sehl bin Saʻd (r.a) şöyle anlatır:
“Biz Kur’ân okurken, birimiz diğerine okuyup öğrenirken Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) yanımıza geldiler. Bize şöyle buyurdular:
«‒Allah’a hamd olsun! Allah’ın Kitâbı birdir. Sizin içinizde en hayırlı insanlar mevcut, içinizde kırmız tenlisi de var siyah tenlisi de. Okuyun! Kur’ân’ı, (zâhiren) ok gibi dosdoğru okuyup da (mânâsı) boğazlarından aşağı geçmeyen insanlar gelmeden evvel okuyun! O insanlar, okudukları Kur’ân’ın ücretini hemen almak isterler de âhirete hiçbir şey bırakmazlar».”[1]
"ÖYLE İNSANLAR GELECEK Kİ..."
Câbir bin Abdullah (r.a) şöyle anlatır:
“Biz, içimizde Arap da Acem de bulunduğu hâlde Kur’ân okurken Rasûlullah (s.a.v) yanımıza geldiler ve şöyle buyurdular:
«Okuyunuz, (bu okuyuşlarınızın) hepsi de güzeldir. (İleride öyle) insanlar gelecek ki, Kur’ân’ı ok gibi dosdoğru okuyacaklar, (ama karşılığını) dünyada almak isteyecekler, âhiret ecrini düşünmeyecekler».”[2]
Allah Rasûlü’nün bahsettiği bu insanlar, harflerin mahreçleri ve sıfatları husûsunda tekellüfe gidecek, kıraatta mübâlağa yapacaklar, riyâ, gösteriş, övünme ve şöhret için yarışacaklar. Onlarda, Allah’ın rızâsını elde etme arzusu ve ihlâs bulunmayacak, Kur’ân’ın mânâlarını tefekkür etmeyecek, insanları şaşırtan hikmetlerine dalmayacaklar. Buna göre bizden istenen, riyâdan ve ucubdan uzak bir şekilde, içten gelen fevkalâde bir muhabbet ve arzu ile Kur’ân-ı Kerîm okumamızdır.
İmrân bin Husayn (r.a) Kur’ân okuyan bir kimseye rastlamıştı. Adam okumayı bitirince, insanlardan bir şeyler istedi. Bunu gören İmrân (r.a), büyük bir musîbetle karşılaşmışcasına:
اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنّاَۤ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn: Biz, Allah’a âidiz ve nihâyet O’na döneceğiz”[3] dedikten sonra şunları söyledi: “Rasûlullah (s.a.v) bir gün şöyle buyurmuşlardı:
«Kim Kur’ân okursa, onunla Allah’tan istesin. Çünkü öyle insanlar gelecek ki, Kur’ân okuyacaklar ve onunla, insanlardan bir şeyler isteyecekler».”[4]
Kur’ân öylesine yüksek bir kıymettir ki onu öğrenip öğretmenin karşılığını verebilmek mümkün değildir. Bunun karşılığını en güzel şekilde ancak Allah Teâlâ ödeyebilir.
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
“Âhir zamanda bazı kimseler çıkacak ve dini kullanarak dünyayı elde etmeye çalışacaklar. İnsanlara yumuşak görünmek için kuzu postuna bürünecekler. Dilleri şekerden tatlı, fakat kalpleri kurt kalbidir. Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurur: «Benim affıma mı güvenip aldanıyorlar yoksa bana karşı cür’etkâr mı davranıyorlar! Şânıma yemin ederim ki onlara öyle bir fitne göndereceğim ki onların en akıllılarını bile şaşkına çevirecek!”[5]
KUR’ÂN’I ŞÖHRET VE MENFAAT ELDE ETMEK İÇİN ÖĞRENEN KİMSELERİ UYARIYOR
Muâz bin Cebel (r.a), büyük ihtimalle Peygamber Efendimiz’den işittiği şu sözüyle, Kur’ân’ı şöhret ve menfaat elde etmek için öğrenen kimselere karşı Müslümanları uyarmaktadır:
“Muhakkak ki ileride (birtakım) fitneler olacaktır. O zaman mal çoğalır, Kur’ân açılır; mü’min, münafık, erkek, kadın, köle, hür, küçük, büyük herkes Kur’ân’ı alıp okur. İçlerinden birinin:
«–Bu insanlara ne oluyor da Kur’ân okuduğum hâlde bana tâbi olmuyorlar? Ben (din adına) Kur’ân’a muğâyir şeyler ortaya atmadıkça onlar bana uymayacaklar» diyeceği günler yakındır. Böyle sonradan uydurulan şeylere tabi olmaktan sakının! Zira bu bid‘atler apaçık bir dalâlet ve sapıklıktır. Ben sizi hakîm (ilim ve hikmet ehli) kişilerin ayaklarının sürçmesine karşı uyarıyorum. Çünkü şeytan bâtıl sözleri, bazen âlim kimselerin diliyle söyler. Bazen de münâfık doğru söz söyler.” Oradakilerden biri:
“–Allah sana rahmet etsin, âlim kimsenin yanlış söz söylediğini, münafığın da hakkı konuştuğunu nasıl bileceğiz?” diye sordu. Muâz (r.a) şöyle cevap verdi:
“–Evet, sen âlimin o şöhret kazanmış, herkesin gözüne batan, sana karışık gelen ve «Bundan ne kastediyor acaba?» denilen sözlerinden kaçın! Fakat âlimin bazen böyle yanılması, seni onun sözlerini dinlemekten tamamen vazgeçirmesin. Çünkü onun (bu bâtıl sözünden hakka) dönmesi (her zaman için) mümkündür. Sen hakkı işittiğin zaman (onu kimin ağzından çıktığına bakmadan mutlaka) al! Çünkü hakkın üzerinde nûr vardır.”[6]
Muâz (r.a)’ın bu sözü şu şekilde de nakledilmiştir:
“Kur’ân insanlara açılacak, öyle ki kadın, çocuk, adam herkes onu okuyacak. Bir adam çıkıp: «Kur’ân okudum ancak kimse beni tâkip etmedi. Vallahi insanların arasında Kur’ân’dan âyetler okuyarak konuşmalar yapacağım, belki bana uyanlar olur!» diyecek. Dediğini yapacak ancak yine ona kimse uymayacak. Adam:
«Kur’ân okudum, kimse bana uymadı, Kur’ân ile aralarında konuşmalar yaptım yine kimse bana tâbî olmadı. O zaman evimde bir mescid edinip kendimi ibadete vereyim, belki bana uyan olur» diyecek. Evinde mescid edinecek ancak yine kendisine tâbî olan bulunmayacak. Sonunda:
«Kur’ân okudum, kimse bana uymadı, Kur’ân ile aralarında konuşmalar yaptım kimse bana tâbî olmadı, evimde bir yeri mescid yaptım yine tâbî olan yok! Vallahi onlara öyle sözler söyleyeceğim ki onu Allah’ın kitâbında bulamayacaklar, Rasûlullah’tan da duymuş olmayacaklar. Belki o zaman peşimden gelirler» diyecek.”
Bunları söyleyen Muâz (r.a) şu îkâzda bulunur: “Ondan ve onun sözlerinden sakının! Onun getirdiği şeyler dalâlettir, sapıklıktır.”[7]
Dîni ile dünyasını kazanmaya çalışan insan ne kötü bir insandır.[8] Ancak bu durumun gittikçe yaygınlaşmasından korkulur. Zira bazı rivayetlerde “Âhiret ameliyle dünya menfaatini isteme”nin kıyamet alâmetlerinden olduğu haber verilmiştir.[9]
Dipnotlar:
[1] Beyhakî, Şuab, 4: 206/2403.
[2] Ebû Dâvud, Salât, 134-135/830; Ahmed, 3: 146, 153, 357, 397; 5: 338.
[3] Bakara 2/156. Cenâb-ı Hak, herhangi bir musîbetle karşılaştığımızda bu şekilde söylememizi arzu etmektedir. Buna “İstircâ” denir.
[4] Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 20/2917.
[5] Tirmizî, Zühd, 60/2404-5.
[6] Ebû Dâvud, Sünnet, 6/4611.
[7] Dârimî, Mukaddime, 22/205.
[8] Tirmizî, Kıyâmet, 17/2448; Hâkim, 4: 351/7885; Heysemî, 10: 234.
[9] Ebû Nuaym, Hilye, 3: 359.
Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınları