Kur’an-ı Kerim’i Nasıl Anlarız?

Mü’minler, kendilerine Kur’ân okunduğunda veya âyet-i kerîmelerle nasihat edildiğinde, hemen dikkat kesilir, onu can kulağıyla dinler, üzerinde düşünür ve itaat ederler.

Cenâb-ı Hak, has kullarını vasfederken şöyle buyurur:

“Kendilerine Rab’lerinin âyetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.” (el-Furkân, 73)

Mü’minler, kendilerine Kur’ân okunduğunda veya âyet-i kerîmelerle nasihat edildiğinde, hemen dikkat kesilir, onu can kulağıyla dinler, üzerinde düşünür ve itaat ederler.

Diğer bir âyet-i kerîmede de şöyle buyrulur:

“Mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allâh’ın âyetleri okunduğunda îmanlarını artıran ve yalnız Rab’lerine tevekkül eden kişilerdir.” (el-Enfâl, 2)

Bunun aksine, Kur’ân-ı Kerîm’in feyz ve rûhâniyetinden nasib almayan, işâret, sır ve rumuzlarını anlamayan, esrârına vâkıf olmayan, emir ve nasihatlerini tutmayan kimseler, büyük bir hüsrân içindedirler.

İLÂHÎ SIR VE HİKMETLER HAZÎNESİ

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mûcizeleri görseler bile îmân etmezler. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gâfil olmalarından ileri gelmektedir.” (el-A‘râf, 146)

Kendilerinde varlık hisseden ve diğer insanlara karşı üstünlük taslayan mütekebbir kimseler, âyet-i kerîmelerin mânâlarını düşünemez ve onlardan ibret alamazlar. Zira Cenâb-ı Hak, zâlimlerin kalbine, Kur’ân’ın hikmetlerini anlama ve onun azamet tecellîlerine muttalî olma imkânı vermemiştir. Onları bu büyük ikrâm-ı ilâhîden mahrum bırakmıştır. Çünkü ilâhî sır ve hikmetler hazînesi olan Kur’ân’ın, böyle kasvet bataklıklarında bulunması münâsip değildir. O ancak, takvâ sahibi kulların gönüllerine nüfûz ederek onlara yol gösterici bir nûr olur.

Takvâdan nasipsiz gâfillerin acıklı hâli ise, Kur’ân’ı hakkıyla tefekkür etmemeleri ve neticede nefsâniyetin hoyratlığına dûçâr olmaları sebebiyledir. Kur’ân-ı Kerîm üzerinde insafla düşünüp ona tâbî olsalardı, ilâhî tâlimatlar karşısında, alık, abus ve şaşkın kalmazlardı. Aksine hakkı kabûl eder, güzel ahlâk sahibi olur, ilâhî sır ve hikmetlerden nasîb alırlardı. Neticede kendilerine ebedî huzur ve saâdetin yolu açılırdı.

ASRA YEMİN OLSUN

Buraya kadar ifâde edilenlerden anlaşılıyor ki, bir mü’min için tefekkürden uzak kalıp ömür sermâyesini ziyân etmek söz konusu olamaz. Zira zamanın kıymetini bilemeyip yanlış yerlerde ziyân etmekten îkaz sadedinde Cenâb-ı Hak:

“Asr’a yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak îmân edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” (el-Asr, 1-3) buyurmuştur.

Bu sebeple takvâ sahibi bir mü’minin bakışı ibret, sükûtu da tefekkür olmalıdır. Bilhassa Kur’ân-ı Kerîm âyetleri üzerinden ilâhî hakîkatleri tefekkür ederek onlarda derinleşmeli ve mârifetullâh’a ermeye gayret etmelidir. Yine mü’min, Kur’ân-ı Kerîm’i, Cenâb-ı Hak’tan kullarına gelen bir mektup gibi telâkkî etmeli, ebedî huzur menbaı olan Kur’ân’a, îman aşkı ve heyecanı içinde sarılmalıdır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Tefekkür, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.