Kur’ân-ı Kerim’in Nurundan Nasıl Yararlanılır?
Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen “hidâyet” kavramı ne anlama geliyor? Kur’ân-ı Kerim’in nurundan, hidâyetinden, şifâ ve rahmetinden nasıl yararlanılır? Kur’an’ın hükümleri zamana göre değişir mi?
Rabbimizden gelen ilâhî yardımların en büyüklerinden biri olan Kur’ân-ı Kerim’e karşı tarih boyunca farklı farklı tutumlar sergilenmiştir. Kimileri inkâr ve yalanlama yolunu tutmuş, kör ve sağır muamelesinde bulunarak kendilerini karanlığa mahkûm etmişlerdir. Bunlar kâfirler güruhunu oluşturur. Kimileri de gerçek anlamda inanmadıkları halde inanmış gibi görünmeyi tercih etmişler ve Kur’an nurunun hayatlarını aydınlatması için gönül pencerelerini açamamışlardır. Bu grup da münafıklar diye adlandırılan, yalanı meslek haline getirmiş, menfaatleri adına her türlü fesadı işlemekten çekinmeyen hastalıklı kimselerdir.
Müminlerin Kur’ân-ı Kerim’le ilişkileri ise derece derecedir. Lafzıyla, manasıyla, ahkâm ve ahlâkıyla bütünleşmeye çalışan müminler olduğu gibi âyetler arasında seçmeci davranan, yeterli ilgi ve yönelişi göstermeyen ve hatta kimi zaman bazı âyetler hakkında tarihselci bir yaklaşımla onları çağdışı gören gafil bir zümre de olagelmiştir. Böyleleri günümüz değer ölçülerini Allah’ın âyetlerinin önüne geçirmek suretiyle hem kendilerini hem de çevrelerini câhiliyye karanlığına doğru sürüklemek isteyen saptırıcı kimselerdir. Hâlbuki her bir âyet nice bir hidâyettir, bir kılavuzluktur, bir nurdur ve bir şifâdır.
KUR’AN’DA HİDAYET KAVRAMI
Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen “hidâyet” kavramı hakkında büyük müfessir Râğıb el-İsfehânî’nin açıklamalarını burada kısaca özetlemek istiyoruz: “Hidâyet” kavramı genel olarak “Hayırlı olan bir hedefe lütuf ile delâlette ve işarette bulunmak” anlamına geliyorsa da alay ve küçümseme kastıyla zaman zaman şerre iletmek mânasında da kullanılmıştır. Allah’ın insana yönelik hidâyeti dört çeşittir:
Akıl, zekâ ve zarurî bilgilerden ibaret olan hidâyet. Bu çeşit hidâyet, -dereceleri farklı olsa da- hemen her insana lütfedilmiştir. Nitekim: “Bizim Rabbimiz, her şeye hılkatini (varlık ve özelliğini) veren, sonra da doğru yolu gösterendir” (Tâhâ 20/50) âyetinde zikredilen hidâyet, bu nevi bir hidâyettir.
Peygamberler ve kitaplar aracılığı ile yapılan ilâhi hidâyet. Şu âyet hidâyetin bu çeşidine bir örnektir: “Onların arasından, emrimizle doğru yola ileten rehberler, peygamberler tayin etmişizdir” (es-Secde 32/24).
Hidâyete ermiş kimselere yönelik olan ve tevfîk adı verilen hidâyet. Şu âyetlerde zikredilen hidâyet de bu anlamdadır: “Doğru yolu bulanlara gelince, Allah onların hidâyetini artırır ve onlara takvâlarını verir (sakınmalarını sağlar)” (Muhammed 47/17); “Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini hidayette kılar” (et-Teğâbun 64/11); “Bizim uğrumuzda cihâd edenleri biz elbette kendi yollarımıza hidâyet ederiz” (el-Ankebût 29/69); “Allah, hidâyete ermiş olanların, hidâyetini artırır.” (Meryem 19/76)
Ahirette, cennetlik olanları cennete ulaştırma anlamında olan hidâyet. Nitekim A‘râf sûresinin 43. âyetinde zikredilen hidâyet, bu çeşit bir hidâyettir: “(Cennette) onlar derler ki: Lütfedip bizi buraya getiren (hidâyet eden) Allah’a hamdolsun! Allah bize hidâyet etmemiş olsaydı, biz bunu bulamazdık.”
Bu dört çeşit hidâyet, yukarıda saydığımız sıra ile uyumlu bir derecelenmeyi de ifade etmektedir. Yani birinci tür hidâyet gerçekleşmeden ikincisi gerçekleşmez. Hatta böyle birisinden teklif (sorumluluk) bile düşer. Aynı şekilde ikinci nevi hidâyet tahakkuk etmeden üçüncü ve dördüncüler oluşmaz. Dördüncü çeşit olan hidâyet gerçekleşmiş ise diğerleri de gerçekleşmiş demektir. Bazen birincisi olur ikincisi ve üçüncüsü olmayabilir.”[1]
KUR’ÂN-I KERİM’İN NURUNDAN NASIL YARARLANILIR?
Rahmân ve Rahîm olan Rabbimizin gönderdiği her bir âyete öncelikle büyük bir saygı ve teslimiyet duygusuyla gönlü açmak, o âyetin nurundan, hidâyetinden, şifâ ve rahmetinden istifadenin ilk şartıdır. Böylesi bir yaklaşım, kalbe bağlı idrak, firaset ve basiret melekelerinin açılmasına vesile olacaktır. Hakk’ın âyetlerini anlamak maksadıyla samimi bir şekilde yönelmekle, onlar üzerinde kendi ölçülerine göre ileri geri değerlendirmede bulunmak ve hatta onların gerçeklik testini yapmak gibi bir küstahlığa kalkışmak arasında çok büyük bir fark vardır. Birinci tavır bizi Kur’an’ı anlamaya, mesajlarını kavramaya, sırlarına aşinâ olmaya yaklaştırırken, ikinci tavır Kur’an’la okuyucu arasında nice perdelerin oluşmasına sebep olacaktır. Perdelenmiş akıl ve idrak, sahibini âyetlerin nurundan, hidayetinden, şifâ ve rahmetinden mahrumiyete mahkûm edecektir. Şu âyet-i kerime Kur’ân âyetlerine nasıl yaklaşılması gerektiğinin hem usulünü hem de edebini öğretmektedir:
“Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bir kısım âyetleri muhkemdir (manası açıktır), ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise müteşâbihtir (birden çok manası vardır). Kalplerinde sapma meyli bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Halbuki onun te’vilini (hangi anlama geldiğini) ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Böylesi âlimler derler ki: Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar. (Onlar şöyle dua ederler:) Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma, bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç şüphe yok ki, lutfu bol olan yalnız sensin.” (Âl-i İmrân Sûresi 7 - 8)
KUR’ÂN’IN DEĞİŞMEYEN HÜKÜMLERİ
Mecellede şöyle bir madde vardır: “Mevrid-i nasda içtihada mesağ yoktur”. Bunun anlamı şudur: Bir konuda Allah ve Rasûlü’nün apaçık bir beyanı varken içtihada yönelmek caiz değildir. Aksini gerektirecek zaruri bir durum yoksa Müslümana düşen böylesi bir hükme teslim olmak ve gereğini ifa etmektir. Hiçbir zaruret söz konusu olmadan sadece çağın genel kültürünü ve alışkanlıklarını referans göstererek, Kur’an’ın açık hükmünün yaşanan çağ ve mekânda geçersiz olduğunu söylemek, imanın değil, hastalıklı bir kalbin dışavurumudur. Son zamanlarda kendilerini modernist ve tarihselci diye adlandıran bir güruhun “şeriat İslam değildir” diye kamuoyuna beyanat vermeleri hem büyük bir küstahlık hem de had bilmezliktir. Şeriatla kastettikleri Rabbimizin muamelât ve ukubata dair beyanlarından oluşan âyetler ve bu âyetlerden yola çıkılarak ortaya çıkan fıkıh kültürüdür. Elbette âlimlerin içtihadı zamanın değişmesiyle değişebilecektir; ancak bu değişime Allah’ın âyetlerini de dâhil etmek, haddi aşmaktır.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de Tevrat’ın indirilişinin üzerinden 2000 yıla yakın bir zaman geçtikten sonra Allah’ın Tevrat’taki hükmünü bırakıp da onun yerine başka hükümler ihdas eden Yahudileri kâfirler, zalimler ve fasıklar olarak niteler. Kur’an’ın nüzulünden bugüne henüz 1400 yıl geçmesine rağmen Kur’ân-ı Kerim’in bazı âyetlerinin bugüne hitap etmediğini söyleyenler nasıl bir tehlikeye kendilerini duçar ettiklerini görmelidirler. Kaldı ki Kur’an-ı Kerim kıyamete kadar geçerliliği bulunan Rabbimizin son kelamıdır. Okumasını bilene ve kalbini Kur’an’a verene Rabbimizin her bir âyeti nice nice hidayetlerin bir vesilesi, problemlerin çözüm adresi, dünya ve âhiret saadetinin yol haritasıdır.
Dipnot:
[1] Müfredât, s. 538-541
Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 462