Maddeler Halinde Kur’ân-ı Kerîm’in Özellikleri Nelerdir?
Ebedî mûcize Kur’ân-ı Kerîm, pek çok güzel özelliğe sahiptir Peki Kuran'ı Kerim'in özellikleri nelerdir?
Ebedî mûcize Kur’ân-ı Kerîm, pek çok güzel özelliğe sahiptir. Bunlardan bir kısmını şöyle ifade etmek mümkündür:
-
Kur’ân-ı Kerîm, Rahmân olan Allah’ın beşeriyete en büyük rahmet tecellisidir.
Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Rahmân; Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona anlayıp açıkça anlatmayı öğretti.” (Rahmân 55/1-4)
Rahmân ismi zikredildikten sonra hemen peşinden “Kur’an’ı öğretti” buyrulması, Allah’ın insanlığa en büyük rahmet tecellisinin Kur’ân-ı Kerîm olduğunu gösterir. İnsanı da bu maksatla yaratmıştır. Onun yaratılış hedefi, Kur’an’ı öğrenmek ve onun buyruklarına uygun yaşayarak Allah’ın sevdiği bir kul olmaktır. Kısaca Kur’an insanı doğru yola erdirmek için indirilmiş, insan da Kur’an’ı anlayıp uygulamak için yaratılmıştır. Bunun gerçekleşebilmesi için de Allah Teâlâ, diğer yaratıklar arasında insana düşünme, anlama ve anladığını anlatma nimetini lütfetmiştir.
-
Kur’ân-ı Kerîm, Hak katından en emin yollarla gelen gerçek bir söz olduğu için verdiği bütün bilgiler gerçektir. İçinde en küçük bir şüphe ve eğrilik yoktur.
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Kendisinde hiçbir şüphe bulunmayan şu yüce kitap, müttakîler için bir yol göstericidir.” (Bakara 2/2)
Akl-ı selîm ile ve ön yargılardan arınmış bir şekilde incelendiğinde onun:
- Allah Teâlâ’dan geldiğinde,
- Vermiş olduğu bilgilerde en doğru yola götüren bir kılavuz ve rehber olduğunda hiçbir şüpheye yer yoktur. Bu bakımdan Kur’an hakkında asla şüpheye düşmeyiniz.
İçinde hiç şüphe bulunmayan Kur’ân-ı Kerîm’ın ne lafzında ne de mânasında herhangi bir eğrilik ve çarpıklık da yoktur. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Hamd o Allah’a mahsustur ki, kuluna kitabı indirdi; onda hiçbir eğrilik, çarpıklık ve tutarsızlığa yer vermedi.” (Kehf 18/1)
Kur’ân’da ne göze ne de gönle takılacak hiçbir eksiklik ya da eğrilik yoktur. Onda ne bir kimsenin anlayamayacağı kadar karışık ve karmaşık şeyler vardır, ne de hakikati bulmak isteyen bir kimseyi kararsız bırakarak doğru yoldan saptıran bir nokta bulunmaktadır. Yine onda ne lafzın dil yönünden bozuk olması, ne fesâhat ve belâğata aykırı olması, ne mânalarının çelişkili olması, ne gerçek olmayan şeyler ihtiva etmesi ne de Allah’tan başka şeylere davet etmesi gibi bir eğrilik ve çarpıklık vardır. (Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 471)
-
Kur’ân-ı Kerîm, her türlü çelişkiden uzaktır.
Onun âyetleri birbirini destekleyen, kollayan, aynı hedefe yürüyen son derece düzenli ve donanımlı bir ordu gibidir. Hepsi aynı yönü gösterir. Hepsi aynı gerçeği haykırır. Biri diğerinin dediğini tekit eder, pekiştirir, açıklar.
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Acaba Kur’an üzerinde hiç düşünmüyorlar mı? Şayet o, Allah’tan başkasının sözü olsaydı, elbette onda pek çok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı.” (Nisâ 4/82)
-
Kur’ân-ı Kerîm, sözlerin en güzelidir.
Dinleyenleri, kulak ve kalplerini kendine açanları halden hale çevirir. Dehşetli uyarılarıyla kalpleri titretir, derileri ürpertir. Üstün beyanları ve eşsiz mânalarıyla ruhları coşturur, aşk ve heyecana getirir. Ebedî saâdet ve selâmet müjdeleriyle gönülleri huzura erdirir, kalpleri ve derileri Allah’ın zikrine alıştırır, yumuşatır. Ruhlara Allah’a kul olmanın derin ve nihâyetsiz huzurunu, zevkini, halâvetini ve itminânını yerleştirir.
Bütün bu güzellikleri ifadeye şu tek âyet yeter ve artar bile:
“Allah, sözün en güzeli olan Kur’an’ı, âyetleri birbiriyle âhenkdâr, uyumlu, tıklım büklüm hakîkat dolu bir kitâb hâlinde indirdi. Rablerine karşı derin bir saygı duymakta olanların onun tesiriyle derileri ürperir; sonra da hem derileri, hem kalpleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu kitap, Allah’ın doğru yol rehberidir ki, dilediğine onunla yol gösterir. Allah kimi de saptırırsa artık onu doğru yola getirecek kimse yoktur.” (Zümer 39/23)
Bu âyet-i kerîmede kıyâmete kadar insanlığın hidâyet kaynağı olacak mûcize kelâm Kur’ân-ı Kerîm’in başlıca hususiyetleri izah edilerek tüm dikkatlerimiz o kelâmın güzelliklerini görmeye, incelemeye ve anlamaya çevrilir:
- Kur’ân-ı Kerîm’i indiren Cenâb-ı Hakk’ın kendisidir. Cebrâil (a.s.) o kelâmı Allah Teâlâ’dan aldığı gibi hiçbir değişikliğe uğratmadan Resûlullah (s.a.v.)’e getirmiş, Resûlullah (s.a.v.) de Cebrâil (a.s.)’dan aldığı gibi hiçbir tebdil ve tahrife meydan vermeden insanlara tebliğ etmiştir. Kur’an, günümüze kadar da aynı doğruluk ve safiyetle ulaşmıştır.
- Kur’ân-ı Kerîm اَحْسَنُ الْحَد۪يثِ (ahsenü’l-hadîs)tir; yani “sözlerin en güzeli”dir. Çünkü Allah sözüdür. Allah’ın sözünü başka sözlerle kıyaslamak bile mümkün değildir. Kur’an lafız yönünden en güzel sözdür. Fesâhat ve cezâleti fevkalade bir güzelliğe sahiptir. Nazım ve üslûbunun güzelliği de eşsizdir.
Kur’an ne şiir cinsinden, ne nesir cinsinden, ne de Arapların kullandığı herhangi bir söz üslûbundandır. Bilakis o, bunların hepsinin üstünde, bununla birlikte her selim fıtratın haz ve zevk duyacağı hârika bir üslûba sahiptir. Kur’an mânası yönünden de en güzel sözdür. Çünkü o, her türlü çelişkiden uzaktır. Ondaki bilgiler ve haberler gerçek, hükümler adâletli ve faydalı; onun gösterdiği yol doğru ve kurtarıcıdır. Geçmiş ve geleceğe ait birçok gaybî haberler ihtiva etmesi ve ihtivâ ettiği ilimlerin cidden pek çok olması onun mâna güzelliklerine sadece bir misaldir.
- Kur’ân-ı Kerîm bir “kitap”tır; insanlığın kurtuluş rehberi olarak kıyamete kadar yaşatılması, okunması, istifade edilmesi için yazılı belge haline getirilmesi gereken ve öyle de yapılmış olan ilâhî bir rehberdir.
- Kur’ân-ı Kerîm, şu açıdan bakıldığında bütünüyle “müteşâbih bir kitap”tır:
Onun bütün sûreleri ve âyetleri gerçeklikte, sağlamlıkta, doğru olana dayanmada, insanlara gerek dünya gerek âhiret mutluluğunu temin etmede, fesahat bakımından lafızlarının birbirine uyum sağlamasında, taşıdıkları mûcizevî üslupta su, hava, bitki ve çiçeklerin parçalarının birbirine benzediği gibi birbirlerine benzerler. Kur’an- Kerîm’in başından sonuna kadar hep aynı maksat gözetilir, akide ve ameller hususunda hep aynı esaslar takdim edilir. Her bölüm bir diğerini tafsil ve tefsîr eder. Mâna ve izahlar bir âhenk içinde birbirine bağlıdır. Bir kısmı diğer bir kısmını doğrular ve bir kısmı diğer bir kısmına delâlet ederler. Yani bu hususlarda âyetler müşterektir.
-
Kur’an- Kerîm اَلْمَثَانِي (mesânî)dir:
O, kendini okuyanı, dinleyeni ve anlamak isteyeni yeterince aydınlatmak için aynı bilgileri bazan aynı, bazan farklı ifadelerle tekrar tekrar dile getirir. Onun kıssaları, haberleri, hükümleri, emirleri, yasakları, müjdeleri, uyarıları ve öğütleri hep tekrarlanır. Bu bakımdan o, bıkkınlık vermeden tekrar tekrar zevkle okunan ve dinlenen bir kitap olma hususiyetine sahiptir. Mesâni’nin bir diğer anlamı da şudur: Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen mevzular umûmiyetle çift çift sunulur. Misal vermek gerekirse; emir-yasak, helâl-haram, genel-özel, göklerin durumu-yerin durumu, cennet-cehennem, karanlık-aydınlık, levh-kalem, melekler-şeytanlar, müjde-uyarma, ümit-korku... Bunun hikmeti şudur: İnsan nefsi, nasihat edilmekten hoşlanmaz, ondan kaçar. Eğer bir konu ona tekrar tekrar anlatılmazsa insanın aklına tam olarak yerleşmez. Böyle olunca da o nasihatlerle amel etmek zorlaşır. Bu yüzdendir ki Peygamberimiz (s.a.v.), öğüt verirken sözlerini üçe kadar, bazan de duruma göre yediye kadar tekrar ederdi. (bk. Buhârî, İlim 30; Tirmizî, Fiten 76) Çünkü ancak böylelikle söylenen söz dinleyenin kalbinde yer eder ve tesirini gösterir.
- Bütün bu güzelliklere sahip olan Kur’ân-ı Kerîm, hem ifade ve üslûbuyla hem de muhtevâsıyla okuyana ve dinleyene derinden tesir eder. Allah’ın azabından, kıyamet ve cehennemden bahseden âyetler insanı korkutup endişeye sevk eder. Allah’ın rahmetini, cennetini ve nimetlerini anlatan âyetler de insanı sevindirip ümitlendirir. Korkunca insanın tüyleri diken diken olur. Sevinip ümitlenince kalbi ve teni Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kur’an, Allah Teala’nın göklerden indirip yeryüzüne lütfettiği hidâyet kaynağıdır. Hidâyet bulmak isteyenler ona inanıp ona bağlanmalıdır. Onu terk edenler ise öyle bir sapıklık uçurumuna yuvarlanırlar ki, onları oradan kurtarmaya kimsenin gücü yetmez.
Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de, kelâm-ı ilâhîsini ona layık bir şekilde dinleyenlerden, o yüce kelam karşısında halden hâle girip gözlerinden yaşlar dökenlerden, ağlayıp sızlayarak yerlere yıkılanlardan, secdelere kapananlardan misaller verir. Böylece ilâhî hitabı karşısında nasıl bir iman, nasıl bir itaat, nasıl bir kulluk aşk ve vecdi istediğini bildirir. Bu bakımdan şu âyet-i kerîmelere ve onların nüzûl sebeplerine kulak vermek yeterli olacaktır:
“De ki: «Kur’an’a ister inanın, ister inanmayın.» Daha önce kendilerine ilim verilmiş olan öyleleri var ki, onlara Kur’an okunduğu zaman derhal yüzüstü secdeye kapanırlar. Ve şöyle derler: «Rabbimiz, şüphesiz sen her türlü noksanlıktan pak ve yücesin. Eğer Rabbimiz bir şey va‘detmişse, o mutlaka gerçekleşir.» Yine ağlayarak yüzüstü secdeye kapanırlar; kendilerine ne zaman Kur’an okunsa, bu onların Allah’a olan saygılarını artırır.” (İsrâ 17/107-109)
Aynı hususa temas eden şu âyet-i kerîmeler ise mü’min gönülleri yakıp kavuracak, yumuşatıp eritecek ve göz pınarlarını dereler, çeşmeler gibi coşturup akıtacak tesir, kuvvet ve kudrette ilâhî hakîkatlerdir:
“O âlim ve rahiplerin, Peygamber’e indirilen Kur’an’ı dinledikleri zaman, kendi kitaplarında görüp tanıdıkları gerçeği bunda bulmaları sebebiyle gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün! Onlar şöyle derler: «Rabbimiz! Biz iman ettik, artık bizi gerçeğe şâhitlik edenlerle beraber yaz. Bütün arzumuz, Rabbimizin bizi sâlih kullar arasına katarak cennete koyması iken, Allah’a ve bize gelen gerçeğe niçin iman etmeyelim!» Bu sözlerinden dolayı Allah onları altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlerle mukâfatlandırdı. İyilik yapanların mükâfatı işte budur!” (Mâide 5/83-85)
Bu âyetlerin iniş sebeplerine bakıldığında konu daha güzel anlaşılacaktır:
Allah Resûlü (s.a.v.) Mekke-i Mükerreme’de müşriklerin, ashâbına kötülük yapmalarından endişe etmekteydi. Bir çıkış yolu olarak Cafer b. Ebî Talib ve İbn Mesûd’u ashâbından bir grupla birlikte Necâşi’ye gönderdi. Onlara: “O salih bir kraldır; zulmetmez ve yanında kimseye zulmedilmez. Ona gidin. Umulur ki Allah bu şekilde müslümanlara bir ferahlık ve kurtuluş müyesser kılar” buyurdu. Cafer ve yanındakiler Necâşi’nin yanına varınca onlara ikramda bulundu ve: “Size indirilen Kur’an’dan bir şeyler biliyor musunuz?” diye sordu; “Evet” dediler. “O halde onlardan okuyun” dedi. Etrafında papaz ve rahipler de vardı. Cafer (r.a.) Meryem süresini okumaya başladı. Her bir âyeti okuduğunda burada zikredilen gerçekleri tanıyıp bildikleri için gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Hatta Necâşi, yerden bir ot parçası alarak: “Vallahi, Allah Teâlâ’nın İncil’de Hz. Meryem ve Hz. İsa hakkında bahsettiği ile bu âyetler arasında şu kadarcık bile bir fark yok” dedi. Cafer okumayı bitirinceye kadar da ağlamaya devam ettiler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîmeler indi. (Vâhidî, Esbâbu’n-nuzûl, s. 205-206; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XII, 57)
Kaynak: Prof. Dr. Ömer Çelik, Tefsîr Usûlü ve Tarihi, Erkam Yayınları