Kur’ân Nasıl Okunmalı?
Peygamber Efendimiz, Kur’ân-ı Kerîm’i çok kısa bir sürede defalarca hatmetmek isteyen ashâbına sınırlar koymuş ve “tefekkür etmeye fırsat olacak kadar” yavaş yavaş okumalarını tavsiye etmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ tarafından biz insanlara gönderilmiş büyük bir hidâyet rehberidir. Allâh’ın kelâmıdır. Gökten indirilmiş, sağlam bir iptir. O’na uyan, doğruya uymuştur; ondan ayrılan sapıtmış ve yolunu kaybetmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm, bu kadar ulvî husûsiyetlere sahipken, ondan bütün insanlar aynı şekilde istifade edemez. Çünkü o, mü’minin îmanını, kâfirin küfrünü arttırır. Kim, ona hangi gözle bakarsa, orada kendi hâlini görür. O, âdeta bir endam aynasıdır. O hâlde Kur’ân-ı Kerîm’den istifade etmek için öncelikle îman sahibi olmak gerekir.
Ancak îman sahibi olmak bile yeterli değildir; bir de “takvâ sahibi” olmak gerekir. Bu husus, Fâtiha’dan hemen sonra gelen ilk âyetlerde açıkça ifade edilmiştir:
“Elif, Lâm, mîm. O kitap (Kur’ân); onda aslâ şüphe yoktur. O müttakîler için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene îman ederler. Âhiret gününe de kesinkes inanırlar.” (el-Bakara, 1-4)
TAKVA BOYUTUYLA YAŞAMAK GEREKİYOR
Demek ki Kur’ân-ı Kerîm’in insana yol göstermesi, rehberlik yapması ve onu karanlıklardan aydınlığa çıkarması için îman sahibi olmak, namaz ve zekât gibi sâlih amellerle o îmanı takviye etmek yetmiyor, bir de bunu, “takvâ” boyutuyla yaşamak gerekiyor. İşte o zaman Kur’ân kendini açıyor, sırlarını ayân ediyor. O insanın yolunu da, kalbini de aydınlatıyor.
Bunun dışında Kur’ân; hissedilerek, yaşanarak, düşünülerek okunmalıdır. Rabbimiz, bizi “ey akıl sahipleri” diye muhatap alıp, “ibret almıyor musunuz, düşünmüyor musunuz?!” diye îkaz ediyor. Kur’ân bize tefekkürün anahtarlarını veriyor. Kendimizi, kâinâtı okumak için Kur’ân’ın rehberliğine ihtiyaç duyuyoruz.
MESELE ÖNCE ANLAMAK
Peygamber Efendimiz, Kur’ân-ı Kerîm’i çok kısa bir sürede defalarca hatmetmek isteyen ashâbına sınırlar koymuş ve “tefekkür etmeye fırsat olacak kadar” yavaş yavaş okumalarını tavsiye etmiştir. Demek ki, mühim olan, anlamadan, tefekkür etmeden, hayata geçirmeden hızlı hızlı okuyup bitirmek; pek çok sayıda hatmetmek değil!.. Yoksa, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın 12 yılda Bakara Sûresi’ni tamamlamasını ve ardından bir kurban kesmesini anlayamayız.
Zaten ibadetler, bir sayı kalabalığı değildir. Şartlarına riâyet etmeden, tâdil-i erkâna, huşû ve hudûya özen göstermeden hızlı hızlı kılınan binlerce rekât namaz mı, yoksa iliklere kadar hissedilen, Allâh’ın huzurunda olduğu şuuruyla kılınan iki rekât namaz mı daha değerlidir?
SAYI MI? KEYFİYET Mİ?
Sayı mı, keyfiyet mi? Aynı mantığı Kur’ân-ı Kerîm okuyuşumuza da tatbik etmek lâzımdır. Meselâ bir Fâtiha-i Şerîfe’nin tefsirini okuyup her gün Rabbimizle ne konuştuğumuzu öğrenmek mi önemlidir, yoksa ne dediğimizi bilmeden defalarca bu ve benzeri sûreleri okumak mı?
Peygamber Efendimizin Kur’ân okuyuşunu da göz önüne getirmeliyiz. O, okuduğu her âyetin mânevî hâline bürünürdü. Bazen sevinçle tekbir getirir, bazen Allâh’ın sanat ve azametini itirafla tesbih ve takdiste bulunur; bazen gözlerinden boncuk boncuk yaşlar boşanırdı.
Kur’ân-ı Kerim, bize indi. Bize yol gösterecek… O hâlde gönlümüzü, zihnimizi ona açmalıyız. Onu anlamak ve yaşamak için okumalıyız. Ona gösterdiğimiz hürmet, edeb ve onu anlamak için sarfedeceğimiz gayret kadar kalbî derinliğimiz artacak, îman ve takvamız ziyâdeleşecektir. Rabbimiz, bizi, Kur’ân-ı Hakîm’in gerçek talebelerinden eylesin. Âmin.
Kaynak: Zâhide Topçu, Şebnem Dergisi, Sayı 124
YORUMLAR