Kur’ân’a Temiz Olarak Dokunmak

KUR’ÂNIMIZ

Kur’ân’a temiz olarak dokunmayı nasıl anlamalıyız? İlgili ayet ve hadisler nelerdir?

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Ona tam bir sûrette temizlenmiş (yani tertemiz) olanlardan başkası dokunamaz.” (el-Vâkıa 56/79)

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz de şöyle buyururlar:

“Ne hayızlı kadın ne de cünup kimse Kur’ân’dan hiçbir şey okuyamaz.”[1]

“Kur’ân’a temiz olan dışında hiç kimse dokunmasın!”[2]

“Kur’ân’a ancak temiz olan dokunsun!”[3]

Yine Rasûlullah (s.a.v), Amr bin Hazm’ı Yemen’e gönderirken ona farzları, sünnetleri ve hukûkî hükümleri açıklayan bir beyannâme yazdırmışlardı. O yazıda Hz. Amr’ın insanlara Kur’ân’ı öğretmesi, onun emir ve hikmetlerini tebliğ etmesinin yanında, temiz olmayan insanları Kur’ân’a dokunmaktan nehyetmesi de emredilmekteydi.[4]

Rasûlullah Efendimiz, Osman bin Ebi’l-Âs’ı, Kur’ân’ı öğrenme hususunda gösterdiği büyük gayret sebebiyle yaşının küçüklüğüne rağmen kabilesine vâli tâyin ettikten sonra ona, “Kur’ân’a, temiz olmadığın müddetçe dokunma!” tembihinde bulunmuşlardır.[5]

Hz. Ömer’in müslüman olma hâdisesinde de kardeşi ona:

“–Kardeşim sen necissin[6], sen cünüplükten kurtulmak için gusül abdesti almaz ve temizlenmezsin.[7] Buna (Kur’ân yazılı sahifeye) ise temiz olanlardan başkası dokunamaz.[8] Kalk, guslet![9]” demiş, o da kalkıp guslettikten sonra kız kardeşi kendisine, okudukları sahifeyi vermiştir.[10]

Hz. Ali (r.a) şöyle buyurmuştur:

“Rasûlullah (s.a.v)’i Kur’ân okumaktan cünüplük hâli dışında hiçbir şey alıkoymazdı.”[11]

“Rasûlullah (s.a.v) her hâl üzere Kur’ân okurdu, ancak cünüb iken okumazdı.”[12]

“Hayızlı ve cünüb olan kişi Kur’ân’dan bir harf bile okuyamaz!”[13]

Saîd bin Cübeyr (r.a) şöyle der:

“Hayızlı ve cünüb olan kişi âyetin başını okuyabilse de sonuna kadar tamamlayamaz.”[14]

İbrahim en-Nahaî (r.a) şöyle der:

“Hayızlı ve cünüb olan kişi bir âyet bile olsa Kur’ân okuyamaz! Okuyabilecek olsaydı namaz da kılabilirdi.”[15]

Dört hak mezhep de, Mushaf’a abdestsiz el sürmenin haram olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir.[16] Ancak Mâlikî âlimlerinden birisine nisbet edilen bir görüşe göre, âdet döneminin uzun sürmesi hâlinde, unutma söz konusu olabileceğinden, hâfızlık yapan âdetli kadının, Kur’ân-ı Kerîm’i okumasına cevaz verildiği söylenmektedir.[17] Mâlikîlere göre “kıraat”te, okuyanın kendi sesini duyması şart değildir. Yani zihinden geçirmek, mırıldanmak, kendisinin dahi duyamayacağı bir şekilde dudak hareketleri ile okumak, Mâlikîlerin ekseriyetine göre caizdir ve bu, “kıraat” diye isimlendirilir. Böyle bir kıraat ile yani sessiz okuma ile kılınan namaz da câizdir. Mâlikîlere nisbet edilen görüş bu mânâda ise o zaman ihtilaf kalmaz. Zira diğer mezheblere göre de hayızlı kadın Kur’ân’ı kalbinden geçirip zihnen tekrâr edebilir.

Mâlikî mezhebinin imamı olan İmâm Mâlik (r.a) ise kitabında şöyle demektedir:

“Tâhir/abdestli olmayan kimse, Mushaf’ı kılıfıyla veya yastık üzerinde dahi olsa taşıyamaz, mekruhtur… Bu, Kur’ân’a ikram ve tâzîm sebebiyledir.”[18]

Rasûlullah Efendimiz’den itibâren 1400 küsur senedir bu hüküm böyle tatbik edilegelmiştir. Hatta İmâm Mâlik (r.a), Kur’ân’a gösterdiği tâzim ve hürmeti, hadîs-i şerîflere de göstermiştir. Nitekim o, hadis rivâyet etmek istediğinde, imlâ[19] meclisine çıkmadan önce tıpkı namaza hazırlanır gibi abdest alır, en güzel elbiselerini giyer, fesini giyip sarığını sarar ve sakalını tarardı. Bunun sebebi kendisine sorulduğunda da, “Ben böyle yapmakla Rasûlullah (s.a.v)’in hadisine hürmet göstermiş oluyorum!” buyururdu.[20]

Dırâr bin Murra, “Sahâbe ve tâbiîn, abdestsiz olarak hadis rivâyet etmekten hoşlanmazlardı” demiştir.[21] Katâde de “Hadislerin ancak temiz/abdestli iken okunması müstehap görülmüştür” demiştir.[22]

Kur’ân’a temiz bir beden ve temiz bir kalple yaklaşılırsa ondan daha fazla istifade edilir. Ona doyum olmaz.[23] Günah karanlıklarının kapladığı bir kalpte ise Kur’ân durmaz. Nitekim müfessir Dahhâk (v. 105/723): “Bir kişi Kur’ân’dan bir bölüm ezberler de onu unutursa bu mutlaka bir günah sebebiyle olmuştur” demiş ve “Başınıza gelen her musibet, sizin ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. Bununla beraber Allah, kusurlarınızın pek çoğunu da affeder”[24] âyetini okumuştur. Sonra da, “Kur’ân’ı unutmaktan daha büyük hangi musibet vardır ki!” demiştir.[25]

Demek ki kalbî hastalıklar, insanın Kur’ân-ı Kerîm’le doğru bir şekilde buluşmasına engel olur. Mevlânâ Hazretleri şöyle der:

“Kur’ân’ın mânâsını, ancak hevâ ve hevesini ateşe verip kül etmiş, böylece Kur’ân’ın önünde eriyip kurban olmuş ve rûhu Kur’ân kesilmiş kimseler anlar.”

Yüce Rabbimizin şu îkâzına kulak verelim ve kibir hastalığıyla Kur’ân’ın anlaşılamayacağını, haksız yere büyüklenenlerin cehâletle zelil kılınacağını[26] idrak edelim:

“Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden mahrum edeceğim…” (el-A‘râf 7/146)

Kur’ân-ı Kerîm’i okumak ve onu elimize almak için mânevî temizlikle birlikte maddî temizliğe de riayet etmeliyiz. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), her namaz öncesinde misvak kullanmayı, ağız temizliği yapmayı tavsiye ederlerdi. Kendisi gece teheccüde kalktıklarında ve hâne-i saâdetlerine her girdiklerinde ilk önce mübârek fem-i saâdetlerini temizlerlerdi.[27] Bunun sebebi, namazda okunacak Kur’ân-ı Kerîm’e hürmet ve yanımızdan hiç ayrılmayan melekleri rahatsız etmeme nezâketi olsa gerektir. Tâzimle ilgili olarak Rasûlullah (s.a.v):

“Misvak, ağzı temizler, Rabbin rızâsını kazandırır”[28] buyurmuşlardır. Hikmet ehli de “Ağzınızı misvakla temizleyiniz! Zira ağzınız, Kur’ân’ın yoludur” demişlerdir.[29]

Melekleri rahatsız etmeme meselesine gelince, onlar insanın Kur’ân okumasını yakından dinlemeyi çok sever ve ona yaklaşırlar. Bu sebeple namaz ve Kur’ân tilâvetinden önce güzel bir ağız ve beden temizliği yaparak melâike-i kirâmı rahatsız edecek kötü kokulardan uzak durmak lâzımdır. Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) şöyle anlatır: “Bir gün Rasûlullah (s.a.v), bizim yanımıza çıktılar ve:

«‒Ümmetimden mütehallilûn ne güzel insanlardır» buyurdular. Ashâb-ı kirâm:

«‒Mütehallilûn kimdir ey Allah’ın Rasûlü?» diye sordular. Efendimiz (s.a.v) şöyle îzâh ettiler:

«‒Onlar, abdest alırken ve yemekten sonra hilalleme yapanlardır. Abdestteki hilalleme; ağzı, burnu, parmakların ve tırnakların arasını iyice yıkamaktır. Yemekten sonra hilallemek ise, ağzı ve dişleri güzelce temizlemektir. İnsanın yanında bulunan iki meleğe, o kişi namaza durduğunda dişlerinin arasında yemek kalıntısı görmelerinden veya ağzından yemek kokusu gelmesinden daha ağır gelen başka bir şey yoktur».”[30]

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Otuz senedir devam ettiğim bir âdetim vardır: Ne zaman Cenâb-ı Hakk’ı zikretmek istesem, O’nun zikrini tâzîm için ağzımı ve dilimi iyice yıkarım.”[31]

Dipnotlar:

[1] Tirmîzî, Tahâret, 98/131; İbn Mâce, Taharet, 105; Dârimî, Vudû, 103; Dârekutnî, Sünen, 1: 211; Beyhakî, Şuab, 3: 445/1933.

[2] Hâkim, 1: 553/1447; Heysemî, 1: 276; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 2: 140/7428.

[3] Muvatta’, Kur’ân, 1.

[4] Bkz. Muvatta’, Kur’ân, 1; Şeybânî, Muvatta’: 106; Hâkim, 1: 553/1447; III, 552/6051; Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, 5: 300; Zehebî, Târîhu’l-İslâm (Meğâzî): 692-694; Süyûtî, Tenvîru’l-havâlik, 1: 204; Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, 1: 216.

[5] Heysemî, 1: 277.

[6] İbn Sa‘d, 3: 267.

[7] Hâkim, 4: 66/6898.

[8] İbn Hişâm, 1: 367; Hâkim, 4: 66/6898.

[9] Hâkim, 4: 65/6897.

[10] İbn Hişâm, 1: 367; İbn Sa‘d, 3: 267.

[11] Nesai, Taharet, 171; Ebu Davud, Taharet, 92; İbn Mâce, Taharet, 105; İbn Huzeyme, Sahih, 1: 104; Beyhakî, Sünen, Taharet, 98.

[12] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 1: 97.

[13] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 1: 97.

[14] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 1: 97.

[15] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 1: 97.

[16] Bkz. İbn Kudâme, el-Muğnî, 1: 98; Cezîrî, Kitâbu’l-Fıkh ale’l-mezâhibi’l-erbaa, 1: 47.

[17] İbn Kudâme, el-Muğnî, 1: 193.

[18] Sahnûn, el-Müdevvene, 1: 112; Muvatta’, Kur’ân, 1. Krş. İzz b. Abdisselâm, Kitâbu’l-Fetâvâ, s. 113.

[19] İmlâ, bir muhaddisin rivayet ettiği hadisleri veya bir âlimin okutacağı metni talebeye yazdırması anlamında bir ıstılahtır.

[20] Râmehürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl beyne’r-râvî ve’l-vâî (thk. Muhammed Accâc el-Hatîb), Beyrut 1391, s. 586.

[21] Râmehürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl, s. 586.

[22] Râmehürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl, s. 586.

[23] Beyhakî, Şuab, 3: 509; el-Esmâ’ ve’s-Sıfât, s. 182; Ali el-Müttakî, 2: 287/4022, 316/4110.

[24] eş-Şûrâ 42/30.

[25] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 6: 124; Beyhakî, Şuab, 3: 353/1813.

[26] İbn Kesîr, Tefsîr, 3: 475.

[27] Buhârî, Cum’a, 8; Müslim, Müsâfirîn 139, Tahâret 43-44.

[28] Nesâî, Tahâret, 5/5.

[29] Ebû Nuaym, Hilye, 4: 296; Beyhakî, Şuab, 3: 451/1940.

[30] Bkz. Heysemî, 1: 235, 5: 29-30; İbn Hacer, el-Metâlibü’l-âliye, 2: 291; İbn Ebî Şeybe, Müsned, 1: 33; Bûsîrî, İthâf, 1: 338.

[31] Ebû Nuaym, Hilye, 10: 35.

Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınları