Kur’an’da Neden Tekrarlar Var?
Kur’an’da bazı kıssaların, ayetlerin ve cümlelerin sık sık tekrarlanmasının sebebi ve hikmeti nedir? Kur’an’daki tekrarların sebepleri ve sırları.
Kur’ân kıssalarının en mühim husûsiyetlerinden biri de tekrarlardır. Tekrar, Kur’ân-ı Kerîm’de diğer mevzûlardan ziyâde kıssalarda kendini gösterir. Her sûrede bir kıssa zikredilmemekle beraber bir kıssa aynı sûrede de tekrarlanmamıştır. Bu, aslında tam bir tekrar şeklinde de değildir; sûrenin umûmî havası içerisinde siyâk ve sibâk münâsebetiyle her seferinde farklı ayrıntılar ihtivâ eden bir üslûb âbidesidir.
KUR’AN’DA AYNI KISSALAR NEDEN TEKRAR TEKRAR ANLATILIYOR?
Nitekim her farklı detay, değişik ibretlere medâr olarak, gönüllerden gayb âlemlerine doğru binbir ulvî pencere açmaktadır. Meselâ Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’a İblîs’in secde etmemesi mes’elesi, mükerreren yedi sefer bildirilir ve her birinde, İblîs’in hîle ve desîselerinden birine dikkat çekilir.
Bu tekrarların hikmetini beyân sadedinde âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“(Rasûlüm!) Biz onu böylece Arapça bir Kur’ân olarak indirdik ve onda ikâzları tekrar tekrar açıkladık. Umulur ki onlar (bu sâyede günahtan) korunurlar; yahut da o (Kur’ân) kendileri için bir ibret ortaya koyar.” (Tâhâ, 113)
“Sen yine de öğüt ver (hatırlat). Çünkü öğüt (hatırlatma) mü’minlere fayda verir.” (ez-Zâriyât, 55)
Tekrarlar, asıl maksadın farklı üslûblarla teblîği durumundadır. Bunun için sıradan mes’eleler tekrar edilmez. Meselâ Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’ın doğumu, gençliği ve evliliği tekrarlanmaz. Fakat Firavun’la karşılaşması, sihirbazlarla müsâbakası ve azgın Benî İsrâîl kavminin durumu gibi risâletin hedefi açısından çok mühim olan hususlar, tam dört yerde tekrar edilmiştir.
Diğer taraftan, bir şahısla alâkalı mâlumâtın çeşitli yerlerde zikredilen kısımları bir araya getirildiğinde mükemmel bir bütünlük müşâhede edilir. Böylece her bir kıssa, aralarında hiçbir ihtilâf ve zıtlık olmaksızın bir tek mevzû gibi bir bütünlük arz eder.
Kıssalarda daha çok mânâların tekrârı mevzuubahistir. Bunun en mühim maksadı, ilâhî ve ulvî gâyelerin, rûhlara ve gönüllere alışkın oldukları bir tarzda zerkedilmesidir. Çünkü insan, kendisine takdîm edilen bir mes’elenin çeşitli şekil, üslûb ve ifâdelerle tekrârı hâlinde, verilmek isteneni daha iyi hazmeder. Bu da tekrârın, insan psikolojisine uygun ilâhî bir terbiye ve tezkiye usûlü olarak Kitâbullâh’ta yer aldığını gösterir.
Ayrıca tekrar, aynı mânâyı değişik ifâde kalıplarıyla ve çeşitli üslûblarla ortaya çıkararak, Kur’ân’ı Allâh’ın inzâl buyurduğunu ve insanların onun bir benzerini yapamayacaklarını ispatlayan ilâhî mûcizelerden biridir.
Mânâların tekrârında bâzen tafsîlât, bâzen de hulâsa söz konusudur. Böylece Kur’ân-ı Kerîm, değişik seviye ve zihniyetlere hitâb etmektedir. Çünkü bâzı insanlara hulâsa yeterken, bâzılarına ise tafsîlât îcâb eder. Zîrâ Kur’ân, avâmdan havâssa kadar insanlığın bütün kademelerine hitâb eder. Bu sûretle, her seviye, her tabaka ve her sınıf, kâbiliyet ve istîdâdı nisbetinde ondan istifâde edebilir.
Kur’ân-ı Kerîm’deki kelime ve cümle tekrarları ise, te’kîd gâyesiyle birlikte hayret ve dehşet verme, korkutma, îkâz ve tasvîri canlandırma gibi belâğat inceliklerinden birini te’mîn etmek içindir. Meselâ “Kāria Sûresi”nde «اَلْقَارِعَةُ» lafzının üç defa tekrâr edilmesi, kıyâmetin dehşetli manzarasının muhâtaba çok derinden hissettirilmesi hikmetine mebnîdir.
Diğer yandan Rahmân Sûresi’nde insanlar ve cinler için yaratılan nîmetlerin sayıldığı cümlelerin ardından gelen ve otuz bir defa tekrar edilen:
“Öyle iken Rabbinizin hangi nîmetini inkâr edebilirsiniz?” cümlesi, kullara gaflet perdelerini aralatarak, ilâhî nîmetleri îtirâf ile şükür vazîfesini hatırlatmaktadır. Ayrıca Rahmân Sûresi’ndeki otuz bir defa gelen bu tekrârın sıkmadan ve huzurlu bir şekilde okunuşu, Arap edebiyâtında eşine rastlanmayan müstesnâ bir husûsiyettir.
Yine Mürselât Sûresi’nde on defa tekrarlanan:
“O gün, yalanlayanların vay hâline!” âyeti de, birçok ilâhî hakîkatin bahsedildiği âyetlerden sonra gelmekte ve bunları yalanlayanların, hüsrân dolu bir âkıbet ile şiddetli bir cezâya dûçâr olacaklarını haber vermektedir. Dolayısıyla müfessirler, bu âyetin geçtiği her yerin öncesinde anlatılan mânâları nazar-ı dikkate alarak:
«Hüküm gününü, Allâh’ın yüce âyetlerini ve sonsuz kudretini, sayısız ilâhî nîmetleri, azâb yeri olan cehennemi ve mükâfât mekânı olan cenneti yalanlayanların vay hâline!» şeklinde îzâh etmişlerdir.
Kur’ân, hakîkate dâvet eden bir hidâyet rehberi, bir duâ ve zikir kitâbıdır. Duâ ve zikrin hakîkati ve tesiri ise, tekrar ile ortaya çıkar. Namazların her rekâtında Fâtiha Sûresi’nin tekrar tekrar tilâvet edilmesi, tesbihâtın otuz üç, doksan dokuz ve yüz on bir gibi muhtelif sayılarda icrâ edilmesi, rükû ve secdelerdeki tesbihler, hep bu tekrarlardaki bereket ile onların kalbe iyice nakşolması gâyesine mâtuftur. Bu nevî ibâdetler, kulun Rabbi ile râbıtasını kuvvetlendireceği gibi çokça getirilen salevât-ı şerîfeler de Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile râbıtayı pekiştirir. Çokça tekrar edilen zikirler, bir zaman gelir ki o zikrin hakîkatine kalb ve idrâkte intikâli te’mîn eder.
Nitekim, Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sirruh- Hazretlerine birisi gelip:
“–Üstâdım, «Lâ ilâhe illâllâh»ın mânâsı nedir?” diye sorar.
O büyük Hak dostu şu cevabı verir:
“–Evlâdım bu sözü çokça tekrar et ki, mânâsının hakîkatine eresin.”
HAŞR SURESİ’NİN FAZİLETİ
Diğer taraftan, kalb ve dil âhengi içinde yapılan Kur’ân tilâvetleri ve tekrarlanan Kur’ân-ı Kerîm sûrelerinin çeşitli tesirleri bulunmaktadır:
Nitekim, Haşr Sûresi’nin son üç âyetinin fazîleti hakkında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Her kim sabahleyin üç defa:
«أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ» dedikten sonra Haşr Sûresi’nin sonundaki üç âyeti okursa, Allâh ona akşama kadar bağışlanmasını dileyecek yetmiş bin melek görevlendirir. O kimse o gün ölürse şehîd olarak ölür. Akşamleyin okursa yine böyledir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 22)
Vâkıa Sûresi’ni okuyanın darlıktan kurtulması, belli bâzı âyetlerin tilâvetiyle hastaların şifâ bulması ve bunlara benzer pek çok tecellîler, Kur’ân-ı Kerîm’de mevcuttur. Zîrâ Kur’ân-ı Kerîm, lâfız ve mânâ itibâriyle nefha-i ilâhî olması bakımından gerek okunan âyetlerin tekrârı ve gerekse muhtevânın aynı ya da muhtelif lâfızlarla tekrârından mânevî bir feyzin hâsıl olması ve bunun insanın mâneviyâtını ve hattâ maddî cihetini dahî ilâhî irâde çerçevesinde etkilemesi mevzuubahistir. Ancak bütün bu tecellîlere nâil olmak için de, okuyanın kalbî bir kıvâma sâhip olması gerekmektedir. Nitekim, Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ile bir bedevî arasında vâkî olan şu hâdise, bahsettiğimiz kalbî kıvamın lüzûmunu ne güzel sergilemektedir:
Birgün fakir bir bedevî Hazret-i Ali’den sadaka ister. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, o an için başka bir imkânı bulunmadığından, yerden bir avuç kum alır ve bir şeyler okuyarak kuma üfler. Ardından da bunları bedevînin avucuna altın olarak döker. Bedevî hayretler içinde kalır. Bunun nasıl olduğunu, avucundaki kuma ne okuduğunu kendisine de söylemesi için Hazret-i Ali’ye yalvarır. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ise gâyet sâkin bir şekilde, okuduğunun “Fâtiha Sûresi” olduğunu söyler. Bunun üzerine sevinçle yerden bir avuç kum alan bedevî, Fâtiha Sûresi’ni okuyup kuma üfler. Fakat kum, aynı kumdur. Bedevî, Hazret-i Ali’ye bunun hikmetini sorar. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ise, işin esâsını:
“Bu, bir kalb farkıdır.” buyurarak hulâsa eder.
ASR SURESİ’NİN FAZİLETİ
Kur’ân’ın tamamını, ya gafletinden ya da imkân bulamadığından okuyamayanlar, kısa bir sûreyi rahatlıkla okuyabilirler. Bunun içindir ki Hâlık Teâlâ, kelâmının en mühim mesajlarını -bâzen kısmen bâzen de tamâmen-, ilâhî bir nükte olarak ulvî şifreler hâlinde kısa sûrelere derc etmiş ve âdeta her birini küçük bir Kur’ân hükmünde kılmıştır. Nitekim İmâm Şâfî Hazretleri şöyle buyurur:
“Şâyet, bütün bir Kur’ân-ı Kerîm yerine sâdece «Asr Sûresi» inzâl buyrulmuş olsaydı, bu bile yeterdi. Çünkü onda İslâm’ın bütün esaslarını bulmak mümkündür...”
Millî şâirimiz Mehmed Âkif’in şu mısraları da, Asr Sûresi’yle ilgili bu hükmü te’yîd sadedindedir:
Hâlık’ın nâ-mütenâhî adı var, en başı: Hak.
Ne büyük şey kul için hakkın elinden tutmak!
Hani, Ashâb-ı Kirâm, ayrılalım derlerken,
Mutlaka Sûre-i Ve’l-Asr’ı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh;
Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh,
Sonra hak, sonra sebât, işte kuzum insanlık.
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları