Kur’an’daki Peygamber Kıssalarının Verdiği Mesajlar
Peygamber kıssaları Hz. Peygamber’e (sav.) ne anlatır? Kur’an-ı Kerim’deki peygamber kıssalarının verdiği mesajlar…
Kur’ân-ı Kerîm’de geçen hiçbir isim ve hadise öylesine zikredilmiş değildir. 124.000 peygamber gönderildiği göz önüne alınırsa son mukaddes kitap olan Kur’an’da niçin bazı isimlere yer verildiği üzerinde düşünülmelidir. Kur’ân’da adı geçen peygamberlerin başlarından geçen bazı hadiseler kıssalar halinde anlatılmıştır. Niçin O peygamber ve niçin o kıssaya yer verildiği bi-hikmetillahi Teâlâ Peygamber Efendimiz’e verilmiş bir mesajdır. Peygamber Efendimiz bu mesajı noksansız bir surette almış ve hayatına aksettirmiştir. Siyer kitaplarına şöyle bir göz gezdirildiğinde bunun sayısız misaline rastlanır. Efendimizin hayatını anlatan eserler, Peygamber kıssaları ile O’nun hayatı arasındaki paralelliği gözler önüne serer. Bu benzerlikteki sayısız hikmetten biri Allah Teâlâ’nın sevgili Peygamberimizi, kâmilen îfa eylediği nübüvvet vazifesinde yalnız bırakmayarak O’na doğru yolu göstermesidir.
KUR’AN’DAKİ PEYGAMBER KISSALARININ VERDİĞİ MESAJLAR
Peygamber Efendimiz, Rabbine yönelerek “Beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsimle baş başa bırakma” niyazında bulunmuş, Hakk Te’âlâ, Habibi’nin duasını kabul ederek peygamber kıssalarıyla yol göstermiştir. Efendimizin içinde bulunduğu ahval ve şeraiti daha iyi kavraması için O’nunla benzer bir imtihandan geçen peygamberlerin hayatından kesitler sunulmuştur. Bu ayetler, gelişen hadiseler karşısında bir yandan Peygamber Efendimizi manen takviye ediyor öte yandan sevgili Peygamberimize nasıl davranması gerektiğini haber veriyordu. Yani Kur’an ayetleri ve kıssaları umumen bütün Müslümanlar için bir hayat ölçüsü olduğu gibi hassaten Fahr-i Kainat Efendimiz için de bir nasihat ve ölçü mahiyetindeydi.
Peygamberler tarihine dikkatle bakıldığında görülecektir ki her peygamber çok güzel huy, karakter ve sıfatlara sahiptir. Ancak her bir peygamberin öyle bir vasfı var ki o vasfıyla temayüz etmektedir. Mesela Hz. Eyüb (as.) âdeta sabrı kendisine yoldaş kılmış, ayniyet kesbetmiştir. Bugün dahi metanet ve tahammül sahibi olanlara “O’nda Eyüb Peygamber sabrı var” denir. Buradan anlaşılmaktadır ki Hz. Eyüb’ün (as.) kemâli “Sabır” sıfatında/sıfatıyla tebarüz etmektedir. Kur’ân’da geçen diğer peygamberler de kendisiyle temayüz ettiği esma ve sıfatlara sahiptir. Peygamberler sahip oldukları o sıfata mazhar olmak itibatiyle nübüvvetlerinin kemâline ulaşmışlardır.
Nebilerin sonuncusu yani bir yönüyle nübüvvetin mührü olan Hâtemü’l-enbiya Hazret-i Muhammed (sav.) ise bu itibarla bütün peygamberlerin temayüz ettiği esma ve evsafı zâtında cem etmiştir. Bilcümle nebevî vasıfları, o sıfat ile temayüz eden peygamber kadar kâmil bir surette teşahhus eden (içselleştiren) Resulullah (as.), Eyüb Aleyhisselam kadar sabr-ı cemîl üzere olmasının yanı sıra, Hz. Âdem (as.) ile Hz. Yunus (as.) gibi tevbe ehli, Hz.Musa (as.) gibi cesur, Hz. İbrahim (as.) gibi hikmet sahibi, Hz. Yakub (as.) gibi mütevekkil, Hz. Yusuf (as.) gibi güzel, Hz. İsa (as.) gibi merhametli, Hz. Süleyman (as.) gibi kudretlidir ilh.
Ezcümle Hz. Peygamber (as.), Kur’ân’da ismi ve hikayesi zikredilen bütün peygamberlerin kemalinin kendisinde bihakkın tezahür ettiği İnsan-ı Kâmil’dir. Bu sebeple Peygamberimize (as.) o peygamberlerin kıssalarından haber verilmiştir. Ve yine aynı sebeple Peygamberimizin (as.) her imtihanına dair kıssalarda bir işaret ve alamet görmek mümkündür. Yeter ki kıssalar okunurken “Acaba Hak Teâla’nın Peygamberine bu kıssayı anlatmaktan muradı ne ola!” diye tefekkür edilsin. Bu husustaki en güzel misallerden biri de Kur’an’ın ahsenü’l-kasas yani kıssaların en güzeli olarak vasfettiği Yusuf Aleyhisselam kıssasında geçmektedir. Bu kıssada Peygamberimizin hayatıyla paralellik gösteren birçok husus vardır. Bunların her birini zikretmek bu yazının takatini aşar. Ancak verilecek tek bir misal bu kıssa özelinde ve Kur’ân-ı Kerîm’in tamamında Peygamberin muhatap alındığına delil teşkil eder.
Hz. Yusuf (as.), çocuk iken annesini kaybetmiş, 11 kardeşi tarafından kuyuya atılıp taşlanmış, bilahare yurdu olan Kenan ilinden ve sevdiklerinden koparılarak Mısır’a sürgün edilmişti. Orada geçirdiği uzun seneler boyunca rüya tabiri ilmine mazhar olmuştur (calib-i dikkattir ki Efendimiz (as.) rüyayı nübüvvetin bir cüzü olarak vasfetmektedir). Hz. Yusuf (as.) Mısır’da idareciliğe kadar yükselmiştir. Evvelce köle iken Mısır’a sultan olan ve vechinin güzelliği dillere destan olan Hz. Yusuf, gençliği, güzelliği ve ahlakî değerleri ile Züleyha annemizin dikkatini çekmiş ve nihayet O’nunla evlenmiştir. Hz. Yusuf (as.), pek çok meşakkate katlandıktan ve uzun yıllar hasretini çektikten sonra ailesine de kavuşmuştur. Bütün bu yaşananların ardından Hz. Yusuf (as.) kendisine kötülük eden kardeşlerini affetmiş ve onları bağrına basmıştır.
Sevgili Peygamberimiz (as.) de Hz. Yusuf (as.) gibi annesini kaybetmiş, öz kardeşleri olmasa da Mekke’liler tarafından her türlü eza ve cefaya maruz bırakılarak çok sevdiği Mekke’den Medine’ye hicret etmek mecburiyetinde bırakılmıştır. Burada uzun yıllar kalan Efendimiz, Medine Vesikası ile bir siyasi birlik teşkil etmiş ve devlet reisi olmuştur. Yine de meşakkatli bir Medine hayatı geçiren Efendimiz (as.), Hz. Yusuf’un (as.) babası Hz. Yakub (as.) ile biraderi Bünyamin’e kavuşması gibi ahir ömründe gerçekleşen fetih ile Mekke’ye kavuşabilmiştir. Buradaki bir incelik de Peygamberimizin (as.) İslâm ordusunu Mekke’ye tek bir yerden sokmak yerine birkaç kısma ayırarak farklı cihetlerden şehre girmelerini emretmiş olmasıdır. Bu hadise bize Hz. Yakub’un (as.) Mısır’a gidecek olan oğullarının şehre tek bir kapıdan girmek yerine her birinin şehrin farklı bir kapısından girmesini salık vermesini hatırlatır.
Yusuf Kıssası Peygamberimiz (as.) için, zorlu hicret ve Medine dönemi boyunca hem zorluklara karşı bir sabır telkini hem de istikbaldeki muvaffakiyetin müjdesi idi. Ancak mesaj burada hitam bulmuyordu. Hazret-i Yusuf nasıl ki kendisini kuyuya atarak taşlayan ve babalarına Yusuf öldü diyerek yalan söyleyen kardeşlerini affettiyse Hazret-i Peygamber de aynı şeyi yapacaktı. İnayet-i ilahî ile Mekke fethediliyor, Hazret-i Peygamber mazlumen Medine’ye hicret ettiği topraklara bu defa bir devlet reisi, büyük bir ordunun komutanı ve Mekke’nin fatihi olarak giriyordu. Hanelerine sığınan Mekke’li müşriklerin canı ve malı emin kılınmıştı. Ancak yine de endişe etmekteydiler. Zira o kutlu Nebi’yi vaktiyle tekzib etmiş, namaz kılarken sırtına işkembe koyarak hakaret etmiş, kendisine türlü iftiralar atmış ve çok sevdiği çocukların eliyle Taif’te taşa tutmuşlardı. Bir insana yapılabilecek en ağır eza ve cefayı layık gördükleri O mübarek insan, şimdi karşılarında biiznillah galip ve muzafferdi, güç ve kudret sahibiydi. Onlara istediğini yapabilirdi. Ancak insanlığa rahmet olarak gönderilen ve ümmetine karşı muhabbeti pek şiddetli olan sevgili Peygamberimiz (as.), onları affetti. Bu affın kaynağı Hak Teâla, misali de Hz. Yusuf Aleyhisselam idi:
“Bu kadar cürüm işlemenize rağmen bugün sizi affediyorum, sizi bugün kınamıyorum, aşağılamıyorum bile”. Bu sözden anlaşılıyor ki netice muvaffakiyet ise vetireye merhamet nazarıyla bakmak peygamber sünnetidir. Hz. Yusuf’un kardeşlerini affetmesi bunun en güzel misalidir.
Şimdi kendi kendimize soralım acaba Hz. Yunus’un (as.) balığın karnında olması, Hz. İbrahim’in (as.) evladını kurban etmekle imtihan edilmesi, Hz. Nuh’un (as.) tufandan korunmak için gemi inşa etmesi, Hz. Musa’nın (as.) Kızıldeniz’i asası ile yarması, Peygamberlerin Nemrud’lar ve Firavunlar ile mücadele etmeleri Hz. Peygamber’in (as.) hayatında hangi hal ve hadiselere tekabül ediyor ve burada Hazret-i Peygamber’e (as.) ne mesaj verilmek isteniyor? Bunu anlarsak, O’nu sevmek, O’na benzemek, O’nun sünnetiyle amel etmekle mükellef olan bizler bunda bir nebze olsun muvaffak oluruz.
Kaynak: Muhammet Enes Karadeniz, Altınoluk Dergisi, Sayı: 465
YORUMLAR