Kur'ân'ı Doğru Anlamak İçin İkâzlar
Yüce Kur’an insanlık için bir rahmet, Müslümanlar için de hidayet kaynağı bir rehberdir. Allah Teâlâ Peygamber Efendimizi ve Kur’an’ı göndermekle bizlere büyük bir ihsanda bulunmuştur. Ne var İslam âleminin içinde bulunduğu duruma baktığımızda, bu iki büyük nimetten yeterince istifade edemediğimiz anlaşılıyor.
Müslümanlar dünyanın değişik yerlerinde birbirleri ile savaşmakta, cemaat, kabile ve ırk taassubu ümmet anlayışının önüne geçmektedir. Her gün Yüce Kitabımızı okuyup durduğumuz halde niçin pek çok olumsuzluğun içinde yaşıyoruz? Diğer ilim erbabı gibi sufiler de bu çelişkinin sebeplerini bulmaya çalışmışlardır. İmam Rabbani Mir Muhammed Numan’a yazdığı bir mektubunda Kur’an’dan istifadenin sırlarını ortaya koymaya çalışır. Önce işe Rabbimizin bu husustaki fermanı ile başlar ve şöyle der:
Allah Teâlâ bir ayet-i kerimede Kur’an-ı Kerim ile alakalı olarak şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bu, değerli bir Kur’an, korunmuş bir kitaptır. Ona ancak temizlenmiş olanlar dokunabilir.” (Vakıa, 77-79) bu ayetlerden Allah’ın murat ettiği engin manalar vardır.” (Mektubat, III, 4. Mektup)
Bilindiği üzere fukahamız bu ayetten yola çıkarak Kur’an’a abdestsiz dokunulamayacağı hükmünü vermişlerdir. Sufilere göre Kur’an’ı okumak ve anlamak için her ne kadar abdest ilk şart ise de bu yeterli değildir. Zira dünya sevgisi ve hırsı ile kirlenmiş bir gönül Allah kelamını okuduğunda onun gerçek muradını anlayamayacak, Kur’an’ı kendi bencil düşüncelerine göre yorumlayacaktır.
TEMİZLENMİŞ GÖNÜLLERİN KUR'ÂN'DAKİ NASİBİ
İmam Rabbani bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamaya devam eder:
“Bu kulun yukarıda verdiğimiz ayetlerle ilgili olarak kıt aklına gelen, Kur’an’da gizli bulunan ilahi sırları sadece iç dünyalarını beşeri alakaların kirlerinden arındırmış olan kimselerin keşfedebileceğidir. Temizlenmiş gönüllerin Kur’an’dan nasibi bu olunca, böyle olmayanların eline ne geçer ki! Bu ayetten çıkarabileceğimiz diğer bir işari mana da şudur, Kur’an’ı okumaya layık olanlar ancak nefislerini kötü sıfatlardan tezkiye eden, gizli ve açık tüm şirk çeşitlerinden, içte ve dıştaki tüm sahte putlardan kalplerini temizleyen kimselerdir.” (Mektubat, III, 4. Mektup)
Bu ayetten yola çıkarak İmam Rabbani salikin tilavet ve zikir hususunda hangisine öncelik verileceğini de belirler. Buna göre salik işin başında zikirle meşgul olmalı, kalbini tam olarak temizledikten sonra Kur’an’ı daha çok okumaya başlamalıdır. İmam şöyle der:
“Seyr u süluke yeni başlamış olan dervişlere layık olan zikirle meşgul olmalarıdır. Öyle ki zihinlerinde Allah’tan başka masivaya dair hiçbir şey kalmamalıdır. Derviş o hale gelmelidir ki onlara Allah’ın dışındakiler zorla hatırlatılmaya çalışılsa yine de onların aklına masivadan bir şey gelmemelidir. Seyr u süluke yeni başlayanlar bu vesile ile şirkten, enfüsi ve afaki ilahlardan kendilerini tezkiye ettikten sonra zikir yerine Kur’an okumaya layık olabilirler.”
KUR'3AN'IN DOĞRU ANLAŞILMASINA ENGEL OLAN ŞEYLER
İmam’a göre masivaya olan bencil alakalar Kur’an’ın doğru anlaşılmasına engel olur, zira insan içinde kontrolsüz dünyevi sevgileri barındırdığı sürece okuduğu her ayeti bu sevgilerin tatminine ulaşmak için bir araç olarak kullanacaktır. Kur’an’ın murad etmediği manaları ayetlere yüklemekten geri durmayacak hatta bu hatasının farkına bile varamayacaktır. Yüce kitabımız bizi değiştirmek, dönüştürmek insan-ı kâmil yapmak üzere gönderilmiştir. Ne var ki modern insan bunun aksini yapmakta, kendi günah dolu dünyasını değiştirmek, masivaya batmış gönlünü arındırmak yerine Kur’an ayetlerini de kendi seviyesine indirmektedir. Hz. Mevlana bu meseleyi şu veciz sözleri ile tavsiye eder:
Sen el değmemiş Kur’an’ı tevil etmişsin, Kur’an’ı değil kendini tevil et. Kendin heva ve hevesine uyup Kur’an’ı yorumluyorsun da onun yüce manaları senin yüzünden alçalıp eğriliyor. (Mesnevi, I, 251)
Aslında dini ilimlerin ve vazifelerin tümünde nefis tezkiyesi çok önemlidir. Nefis tezkiyesi yapmadan ilim öğrenmek, İslam adına hüküm vermek son derece tehlikelidir. Eskiden alimlerimiz, Kur’an ve hadis ilimlerini öğrenmek isteyenlerin, niyetlerini, takvalarını ve salahlarını kontrol eder, bunları göremedikleri öğrenciliği talebeliğe kabul etmezlerdi.
KUR'ÂN'A VE İSLAMİ İLİMLERE YÖNELENLERİN VERDİĞİ ZARAR
Bugün ise İslami ilimleri öğrenmek için tek aranan şart zekâ ve test çözme kabiliyeti olmuştur. Netice olarak da temiz olmayan duygularla Kur’an’a ve İslami ilimlere yönelenlerin verdikleri zarar getirdikleri faydanın çok daha ötesinde olmaktadır.
İlim öğrenmenin edepleri bölümünde İmam Gazali bu tür ilim erbabının halini şöyle anlatır: “Bu şekilde, kötü niyet ve kötü ahlak ile ilim tahsil eden kimse ahirette kendisine fayda verecek olan gerçek ilimden mahrumdur. İlim nerede o nerede? Ahirette fayda verecek ilmin dünyadaki nişanesi sahibini günahlardan alıkoymasıdır. Sen bir şeyin öldürücü zehir olduğunu bildiği halde onu içen kimseyi hiç gördün mü?”
KUR'ÂN İLİMLERİNDE NİYETLERİ TEMİZLEMENİN EN HIZLI YOLU
İmam Rabbani Kur’an ilimlerinde niyetleri temizlemenin en hızlı yolunu Müslümanın çokça zikirle uğraşmak olarak görür. Zira Sufilere göre zikir bir ateş gibidir. Kalbe girince orda Allah Teâlâ dışındaki her tür dünyevi düşünceleri yakıp yok eder. (Şeyh Zerruk, Kavaidü’tasavvuf)
Peki insan kalbini tam temizlemeden Kur’an okuyamaz mı, şüphesiz Allah kelamını okumak için herkesin yıllarca beklemesi gerekmez. İmam’a göre bu şekilde Kur’an okuyanlar ancak sevaba girer ama Kur’an’ın derin sırlarına vakıf olamazlar. Mevlana hazretlerinin dediği gibi Kur’an peçe altındaki gelin gibidir, yüzünü ancak kendine mahrem olanlara gösterir. Mevlana’nın çok sevdiği Hakim Senâî de Kur’an’ı anlamak için gönüldeki çıkar kavgalarının bitmesini şart koşar:
“Kur’an gelini, yüzündeki örtüyü ancak mana şehri kavgadan, dövüşten temizlenmiş olduğunda çıkarır. Kur’an’dan bir nakıştan başka nasibin yoksa şaşılmaz buna, çünkü körlerin gözü, güneşin yalımlarından, hararetinden başka bir şey elde edemez.”
MANEVİ YÜKSELİŞLE KUR'ÂN TİLAVETİ
Sufilere göre bir Müslüman ayetlerden yola çıkarak başkaları ile alakalı hüküm verirken çok dikkatli olmalıdır. Kalbinde şahsi bir husumet taşıdığı birine sırf intikam almak için ayet okuyorsa yarın ahirette o ilahi kelam kendisinden intikam alacaktır. Zira o, zahiren güzel görünen bu hareketi ile Kur’an’ın hakikatlerini ortaya koymayı değil de, Allah kelamı ile içindeki öfkeyi tatmin etmek istemiştir.
Salik tezkiyesini tamamlayınca artık onun Rabbine yakınlaşması Kur’an tilaveti ile olur. İmam bu durumu şöyle ifade eder:
Zikir ile gönlünü temizleyerek Kur’an okumaya layık olabilenler bundan böyle manevi yükselişlerini Kur’an tilaveti ile gerçekleştirirler. Tezkiye öncesi Kur’an okumak salih kulların işi, tezkiye sonrası ise mukarreblerin yani Allah’a yakınlaşanların amelidir. Netice olarak salih kulların işi sevap kazanma amaçlı ve ibadet ağırlıklıdır, halbuki mukarreblerin tilaveti tefekkür amaçlıdır. “Bir anlık tefekkür yetmiş yıllık ibadetten” hayırlıdır hadisini işitmişsinizdir. Tefekkür batıldan hakka geçmektir. İşte salih kullarla mukarrep kullar arasındaki fark böyledir.” (M. III, 4. Mektup)
Yani salih bir kulun yetmiş yılda elde ettiği faydayı kalbini tezkiye eden kul bir anda gerçekleştirir. Kur'an'ı okuyarak sadece sevaba girmez, ayrıca batıldan kurtulup hakikati bulur. Rabbimizden niyazımız kalplerimize Yüce Kitabını okuyacak safiyeti nasip etmesi, Kur’an’ın gerçeklerini gönüllerimize açmasıdır.
Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, 369. Sayı