Kuranı Kerimi En İyi Anlayanlar
Mevlânâ hazretleri şöyle buyurur: “Kur’ân-ı Kerim’i en iyi anlayanlar, onu yaşayanlardır.” Kesâfetle buğulanmış ve kararmış kalblerin Kur’ân-ı Kerîm’den alacağı hiçbir şey yoktur. Nitekim İslâm’ı araştıran batılı müsteşriklerde, zâhirî ilim olup kalbî hayât olmadığı için Kur’ân onlara hidâyet vermez ve esrârını açmaz.
Mesnevî: “Kur’ân-ı Kerîm, peygamberlerin hâl ve evsâfıdır. Okuyup tatbik edersen, kendini peygamberler ile, velilerle görüşmüş farzet!”
“Kur’ân okuduğun hâlde, onun emirlerine uymaz ve Kur’ân ahlâkını yaşamaz isen, peygamberleri ve velîleri görmenin sana ne faydası olur?”
“Peygamber kıssalarını hakkıyla okudukça, ten kafesi, can kuşuna dar gelmeye başlar.” (c.1, 1516-1518)
Kur’ân-ı Kerîm, insanları hidâyete erdirerek, onlara dünyâ ve âhıret saâdetini kazandırmak üzere gönderilmiştir. O, bu maksadı sağlamak için, irşâdını, farklı üslûp ve beyânlarla birçok mevzûya temâs etmek sûretiyle gerçekleştirir. Bu mevzûlar içinde bilhassa peygamberler ve onların gönderildikleri kavimlerle ilgili olarak anlatılan kıssalar ehemmiyetli bir yer teşkil eder. Bu kıssaları okuyan insanlar, Allâh’ın râzı olduğu peygamberlerle sâlihlerin kavuştukları nimetler ve Cenab-ı Hakk’a isyan eden kâfir ve zâlim güruhun helâkı hakkında pek çok mâlûmât sahibi olacak ve istikâmet ehli olarak hayatını tanzim edeceklerdir.
KUR'ÂN'IN ANLAŞILMASI İÇİN İNSAN İÇ ÂLEMİNİ HAZIRLAMALI
Kur’ân-ı Kerim’de zikrolunan peygamberlere aid bu kıssalardan yeterince istifade edebilmek için, insanın iç âlemini de buna hazırlaması gerekmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm, âyetlerin derûnî mânâları üzerinde düşünmemenin, kalplerdeki kilitten kaynaklanabileceğini şöyle beyân eder:
“Onlar, Kur’ân’ı inceden inceye düşünmezler mi? Yoksa, kalblerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 24)
Âyet-i kerîmenin muhtevâsına göre, Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak, kavramak, hissedip duyabilmek ve esrârına vâkıf olabilmek için selîm bir kalbe ihtiyaç vardır. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, esrârını ancak selîm bir kalbe göre açar. Kur’ân-ı Kerîm’in en büyük müfessiri Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olduğu için bütün hadîs-i şerîfler, Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîri mâhiyetindedir. Hazret-i Peygamber’den sonrakiler arasında en büyük ve gerçek müfessirler, ilmi ile âmil olup Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kalbî hayâtından hisse alan âlim evliyâullâhdır. Nitekim bu husûsta Mevlânâ hazretleri şöyle buyurur: “Kur’ân-ı Kerim’i en iyi anlayanlar, onu yaşayanlardır.”
Kesâfetle buğulanmış ve kararmış kalblerin Kur’ân-ı Kerîm’den alacağı hiçbir şey yoktur. Nitekim İslâm’ı araştıran batılı müsteşriklerde, zâhirî ilim olup kalbî hayât olmadığı için Kur’ân onlara hidâyet vermez ve esrârını açmaz. Allâh Teâlâ buyurur:
“…Onlar, bütün mûcizeleri görseler de îmân etmezler! Doğru yolu görseler de yol edinmezler! Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gâfil olmalarından ileri gelmektedir.” (el-A’râf, 146)
KUR'ÂN OKUMAKTAN MAKSAT ONUN AHLAKI İLE AHLAKLANMAKTIR
Kur’ân okumaktan maksad, onun ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Nitekim Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin vefatından sonra, Hazret-i Âişe’ye onun ahlâkını sorduklarında:
“–Onun ahlâkı Kur’ân’dan ibâretti.” (Müslim, Müsâfirîn 139; Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 2) buyurmuştur.
Kur’ân’sa, ahlâk bakımından insanı melekten üstün kılmaya âmil hükümler ihtivâ etmektedir. Hazret-i Mevlânâ, zikredilen beyitlerinde, anlayarak Kur’ân okumanın Hazret-i Peygamberin ahlâkı ile ahlaklânmayı te’mîn edeceğini ifade buyurmaktadır. Kur’ân’daki ahlâk, Peygamber Efendimizin lisanında; “ilâhî ahlâk” tâbir edilmiş ve o muazzez varlık ümmetine, “Allâhu Teâlâ’nın ahlâkı ile ahlâklanınız!” (Münâvî, et-Teârîf, s. 564) buyurmuştur.
KUR'AN AHLAKINA NE GÜZEL BİR MİSAL
İbn-i Abbas’ın şu kıssası, Kur’ân ahlâkına ne güzel bir misaldir. Adamın biri, İbn-i Abbâs’a çirkin sözler söyledi. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh- ise sükût etti. Adam hayretler içinde, İbn-i Abbâs’a niçin mukâbele etmediğini sordu. İbn-i Abbâs da:
“–Bende üç haslet var ki, bunlar sana cevap vermeme mânîdir.” buyurdu ve o hasletleri şöyle sıraladı:
“–Birincisi, Allâh’ın Kitâbı’ndan bir âyet okunduğunda; keşke bütün insanlar, benim şu duyduğumu bilseler, diye temennî ederim.
İkincisi, müslüman bir hâkimin adâleti tevzî ettiğini duyunca çok sevinirim. Hâlbuki, o hâkimle hiçbir maddî-mânevî alâkam yoktur. (Ben, sadece İslâm’ın güzellikleri neşrolunduğu ve adâlet tevzî olunduğu için sevinirim.)
Üçüncüsü, Müslümanların beldesine yağmur yağınca da çok sevinirim, hâlbuki o beldede ne otlayan bir hayvanım, ne de bir arâzim vardır. (Zîrâ din kardeşlerimin sevinci, beni mes’ûd etmeye yeter.)
(Benim gönlüm bu hâldeyken, sana cevap vererek nasıl olur da bir müslüman gönlünü incitebilirim!..) dedi.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. IX, s. 284)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları
YORUMLAR