Kuran'ı Tebliğ Etmenin Önemi ve Fazileti

İslam davetçilerinin en mühim ve birinci vazifesi nedir? Kuran'ı tebliğ ederken nelere dikkat etmeliyiz? Peygamberimiz (s.a.v) insanları nasıl davet ederdi? Sahabi nasıl davet ederdi? Kuran'ı tebliğ etmenin fazilet ve önemi...

Hidâyet, rahmet ve bereketlerle dolu bir kitap olan Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın kullarına ikrâm ettiği muazzam bir ziyâfet sofrasıdır. İnsanların bu ziyafetten istifade edebilmesi için bazı dâvetçilerin çıkıp bu ilâhî ikrâmı insanlara haber vermesi, güzelliğini, ihtişâmını ve faydalarını anlatması gerekmektedir. Aksi takdirde pekçok insan yanlarında akıp giden âb-ı hayattan habersiz, sıcak çöllerde susuzluktan kavrularak can vereceklerdir. Allah’ın yaratmış olduğu bu değerli insanları kurak çöllerden kurtarıp ebediyyen suya kandırmak için mü’minlere büyük vazifeler düşmektedir. İnsanları Kur’ân’ın târif ettiği şekilde Kur’ân’a dâvet etmeli ve Kur’ân’ı onlara arzetmeliyiz.

Allah Teâlâ, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i Kur’ân-I Kerîm İle Teyid Etmiş, Ona Dayanmasını ve Kullarını Onunla Hakka Dâvet Etmesini Emretmiştir

Allah Teâlâ, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i Kur’ân-ı Kerîm ile teyid etmiş, ona dayanmasını ve kullarını onunla hakka dâvet etmesini emretmiş[1] ve şöyle buyurmasını istemiştir:

“İşte bu Kur’ân bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.” (el-En‘âm 6/19)

Zira Kur’ân-ı Kerîm her yönüyle tesiri kuvvetli bir kitaptır ve insanların onunla hidayete ermesi daha kolaydır. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v) İslâm’a dâvet ettiği insanlara ve terbiye etmek istediği ashâbına dâimâ Kur’ân-ı Kerîm okuyup öğretmişlerdir. Bir meseleyi izah ederken o mevzuyla alakalı âyetleri okumuşlardır. Efendimiz’in hayatına baktığımızda onun Kur’ân’ı her vesileyle okuyup tebliğ ve tâlim ettiğini görürüz. Meselâ, bütün müslümanların toplandığı Cuma hutbelerinde, sohbet meclislerinde ve birebir görüşmelerde hep Kur’ân-ı Kerîm kıraat edilirdi.[2] Ancak şunu da hemen hatırlatalım ki o zamanki insanlar Kur’ân’ı işitince mânâsını anlıyor ve ona göre müteessir oluyorlardı. Bugün Kur’ân’ı okuyup, onu insanlara tâlim ve tebliğ ederken, muhâtapların anlayacağı dilde güzelce îzâh edip anlatma zarureti vardır.

Vahiy nâzil oldukça Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) kendisine gelen âyetleri ve sûreleri önce erkek mü’minlere, daha sonra da kadınlara okurlardı.[3] Ondan sonra da her fırsatta müşriklere anlatırlardı. Bir gün Rasûlullah (s.a.v) Mescid-i Haram’a girdikleri esnâda Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Velid bin Mugîre ve diğerlerinin Kâ’be’nin Hatîm kısmında oturduklarını gördüler. Varıp yanlarına oturdular. Kâ’be’nin çevresinde, tapılmak üzere dikilmiş, kurşunla sağlamlaştırılmış üç yüz altmış put bulunuyordu. O sırada, Nadr bin Haris de gelip yanlarına oturdu. Rasûlullah (s.a.v) konuşmaya başlayınca, Nadr bin Haris itiraz etti. Rasûlullah (s.a.v), verdiği cevapla onu susturduktan sonra onlara Kur’ân’dan âyetler okudular.[4]

"Şu Adamdan Dinlediğin Şey Ne İdi?"

Hâlid el-Advânî (r.a) şöyle anlatır:

“Rasûlullah (s.a.v)’i, Sakif kabilesinin yardımını istemek üzere yanlarına geldiği zaman, Taif’in doğusunda, elindeki yay veya asâya dayanmış olduğu halde gördüm. Târık sûresini sonuna kadar okuduklarını işittim. Bu sûreyi cahiliye devrindeyken ve bir müşrik iken ezberledim. Sonra onu İslâm döneminde de okudum. Tâifliler beni çağırıp:

«–Şu adamdan dinlediğin şey ne idi?» diye sordular. Ezberlediğim sûreyi onlara okudum. Yanlarında bulunan Kureyşlilerden biri:

«–Biz adamımızı daha iyi biliriz. Onun dedikleri şeyin hak olduğunu bilseydik kendisine tâbi olurduk» dedi.”

Rasûlullah (s.a.v) Tâif’te on gün kaldılar. Sakif kabilesi eşrafından, yanına varıp konuşmadığı bir kimse kalmadı…[5]

Medîneli Enes bin Râfî, bir kısım gençle Mekke’ye gelmişti. Hazreç kabilesine karşı Kureyşlilerle andlaşma yapmak istiyorlardı. Rasûlullah (s.a.v) onların geldiklerini haber alınca hemen yanlarına vardı. Onlarla birlikte oturup:

“–Size geliş sebebiniz olan işten daha hayırlısını söyleyeyim mi?” buyurdular. Gençler:

“–Nedir o?” diye sorunca:

“–Ben Allah’ın rasûlüyüm. Allah beni kullarına gönderdi. Onları Allah’a dâvet ediyorum. Allah’a ibâdet etmelerini, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarını söylüyorum. Bu hususta Allah bana kitap indirdi” diyerek İslâm’ı anlattı ve onlara Kur’ân-ı Kerîm’den bazı âyetler okudu. İçlerinden İyâs bin Muâz isminde bir genç çıktı:

“–Arkadaşlar! Vallahi bu, geldiğiniz işten daha hayırlıdır” dedi. Ancak arkadaşları tarafından hakâret ve eziyetlerle susturuldu. Medîne’ye döndüklerinde ise Buâs Savaşı başladı. Fazla zaman geçmeden İyâs bin Muâz vefât etti. Ölümü esnâsında başında bulunanlar, onun durmadan tesbihâtla meşgul olduğunu duydular. Müslüman olarak öldüğünden hiçbirinin şüphesi yoktu. Çünkü İyâs (r.a), Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i dinlediğinde İslâm’ı iliklerinde hissetmiş ve onu kabul etmişti.[6]

İlk Akabe görüşmesine iştirak eden Medineli altı kişi, Efendimiz’in İbrahim sûresinin 35-52. âyetlerini okuması üzerine hidâyete kavuştular.[7]

Rasûlullah (s.a.v), müslüman heyetlere de Kur’ân okurlardı. İkinci Akabe’de bazı sahabiler konuşma yaptıktan sonra Peygamber Efendimiz’e:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, siz de konuşun! Bizden, kendiniz için, Rabbin için istediğiniz sözü alın!” demişlerdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) onlara bir konuşma yaptılar ve Kur’ân-ı Kerîm okudular. Onları Allah’a davet ve İslâm’a teşvik ettiler.[8]

Dünyanın Dört Bir Yanına Kuran ve Sünneti Götürdüler

Peygamber Efendimiz ve Râşid Halîfeleri, İslâm dünyasının muhtelif merkezlerine pek çok âlim sahâbîyi hoca olarak göndermişlerdir. Bu hocalar insanlara Kur’ân’ı ve sünnetleri öğretiyorlardı.[9] Meselâ Mus‘ab bin Umeyr ile İbn-i Ümmi Mektûm (r.a) Medîne’ye muallim olarak gönderildiler. Büyük bir gayretle İslâm’ı anlatıyor ve Kur’ân tâlim ediyorlardı.[10] Mus‘ab bin Umeyr (r.a), Medîne’de Selîmeoğulları’nın eşrâfından olan Amr bin Cemûh’u da İslâm’a dâvet etmişti. Ona Yûsuf Sûresi’nin ilk sekiz âyetini okudu. Amr düşünmek için biraz mühlet istediyse de bir türlü karar veremedi. Bir müddet sonra oğlu ve arkadaşlarının yardımıyla, ibâdet ettiği cansız nesnenin hiçbir şeye yaramadığını, kendini korumaktan dahî âciz olduğunu anladı ve şirk karanlığından İslâm’ın nurlu sabahına uyandı. İçinde bulunduğu dalâletten, kendisini Rasûlullah (s.a.v) vâsıtasıyla kurtaran Allah’a şükretti. Daha sonra da kavmini İslâm’a teşvîk etti.[11]

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ve ashâbı, her şeylerini Mekke’de bırakarak Allah yolunda hicret etmiş ve Medîne-i Münevvere’ye gelmişlerdi. Rasûlullah (s.a.v), Bedir Gazvesi’nden önce bir gün, hasta olan Sa’d bin Ubâde’yi ziyârete gitmek üzere bir merkebe binmiş, Üsâme bin Zeyd’i de terkisine almışlardı. Yolda, Abdullah bin Übey bin Selûl’ün de bulunduğu bir meclise uğradılar. Abdullah bin Übey o sırada henüz “müslüman oldum” diyerek bey’at etmemişti. (Küfrünü açıkça ortaya koyuyordu.) Meclis; müslümanlar, yahûdîler, puta tapan müşrikler olmak üzere muhtelif dinlere mensup kimselerden oluşuyordu. Abdullah bin Revâha da meclisteydi. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in bineğinin tozu meclise ulaşınca, Abdullâh bin Übey burnunu elbisesinin ucuyla kapatarak:

“−Bizi tozutma!” dedi.

Allah Rasûlü (s.a.v) onlara selâm vererek durdular, bineklerinden inip onları Allah’a îmâna dâvet ettiler ve Kur’ân okuyup Allah’ı hatırlattılar. Onları ahiret azabıyla korkutup âhiret nimetleriyle müjdelediler.[12]

Âmir bin Sa’saa Oğulları’nın lideri Ebû Berâ, Hicretin 4. yılı Safer ayında Medine’ye gelerek, Rasûlullah (s.a.v)’i ziyaret etmişti. Ebû Berâ, getirdiği iki atla iki deveyi hediye etmek istediyse de, Rasûlullah (s.a.v) onun hediyesini kabul etmediler ve:

“–Ebû Berâ! Ben müşrikten hediye kabul edemem. Eğer hediyeni kabul etmemi istiyorsan, müslüman ol!” buyurdular. İslâm’da neler olduğunu, Allah’ın mü’min kullarına vaad ettiği sevap ve mükâfatları haber verip Kur’ân-ı Kerîm okudular. Ebû Berâ, İslâm’ı ne kabul etti ne de ondan uzaklaştı…[13]

Tebliğci, Hangi Muhatabına Hangi Âyetleri veya Sûreleri Okuyacağını İyi Bilmelidir

Tebliğci, hangi muhatabına hangi âyetleri veya sûreleri okuyacağını iyi bilmelidir. Allah Rasûlü (s.a.v), bu hususa büyük îtinâ gösterirlerdi. Muhatabının durumuna göre âyetler seçer ve onları okurlardı. Ashâbını da bu şekilde yetiştirmişlerdi. Hatta Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, gönderdikleri elçilere, gittikleri bölge halkının dinî ve itikadî durumuna göre okuyacakları sûre ve âyetleri bildirirlerdi. Mesela Himyer reisine gönderdikleri elçi Iyâş bin Ebî Rebîa’ya Beyyine sûresini okumasını emretmişlerdi.[14]

Rasûlullah (s.a.v), İslâm’a dâvet için gönderdikleri mektuplara, muhataplarının inanç ve düşüncelerini göz önünde bulundurarak uygun bir veya birkaç âyet-i kerîme yazdırırlardı.[15]

Rasûlullah (s.a.v), Hz. Cafer (r.a) ile birlikte Habeşistan’dan gelen hristiyanlara Yâsîn sûresini okudular. Onlar sûreyi sonuna kadar dinleyince iman ettiler.[16]

Mekke fethinden sonra Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) insanlardan bey‘at alıyorlardı. Sıra kadınlara gelince onlara sözlü olarak bey’at şartlarını bildirdiler ve Kur’ân-ı Kerîm okudular.[17]

Bu şekilde Rasûlullah (s.a.v) devamlı Kur’ân’ın tebliğ ve tâlimi ile meşgul olurlardı. Ashâb-ı kirâmı da bu hâl üzere yetiştirmişlerdi. Bir defâsında İbn-i Abbâs (r.a) Basra’da ayağa kalkıp insanlara hitâb etmiş, onlara Bakara sûresini okuyup içindeki mevzûları îzâh etmişti.[18]

Bu hâdiseler, Kur’ân-ı Kerîm’in ne şekilde tebliğ edilip öğretilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu sebeple günümüzdeki Müslümanların öncelikle sağlam bir Kur’ân bilgisine sâhip olmaları, sonra da Allah’ın kelâmını bütün insanlara ulaştırmaları gerekmektedir. Hatta her müslüman, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz gibi canlı bir Kur’ân olmaya gayret etmeli, karakterinde yer etmiş olan Kur’ân ahkâm, ahlâk ve âdâbını her dâim insanlığa tevzî hâlinde olmalıdır.

Dipnotlar:

[1] el-A‘râf 7/2; et-Tevbe 9/6; el-İsrâ 17/106; el-Enbiyâ 21/45; el-Furkân 25/52; el-Kasas 28/59; Kâf 50/45.

[2] Bkz. Buhârî, Sücûdü’l-Kur’ân 10; Müslim, Cuma 34, 49-52, Müsâfirîn 142; Ebû Dâvûd, Büyû 36/3416; İbn Mâce, Salât 178; Ahmed, 3: 432, 4: 9; İbn Hacer, İsâbe, no: 2546 [Râfîʻ bin Mâlik mad.]; İbn İshâk, Sîret: 128…

[3] İbn İshâk, Sîre, s. 128.

[4] İbn Hişâm, 1: 382; Taberî, Tefsir, 17: 96-97; İbn Kesîr, Tefsir, 3: 198-199; Ezrakî, Ahbâru Mekke, 1: 120-121; İbn Sa’d, 2: 136; Vâhidi, Esbâbü’n-nüzûl, s. 206.

[5] Ahmed, 4: 335; İbn Sa‘d, 1: 212; Heysemî, 7: 136; Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, 1: 302.

[6] Bkz. Ahmed, 5: 427; Hâkim, 3: 199.

[7] İbn Hişâm, 2: 38-40; İbn Sa‘d, 1: 217-219; Heysemî, 6: 42.

[8] İbn Hişâm, 2: 50; İbn Sa’d, 1: 222; Ahmed, 3: 461; Beyhakî, Delâil, 2: 446; İbn Esir, Üsdü’l-gâbe, 1: 207; Heysemî, 6: 44.

[9] Dârimî, Sünen, 1: 135 (thk. Dahman); İbn Sa‘d, 6: 3.

[10] Bkz. İbn Hişâm, 2: 43-46; Ahmed, 4: 284; Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 46; Ebû Nuaym, Delâil, 1: 307; Heysemî, 6: 41.

[11] İbn Hişâm, 2: 61-63; Zehebî, Siyer, 1: 182.

[12] Buhârî, Tefsîr, 3/15. Krş. İbn Hişâm, 2: 237.

[13] Bkz. İbn Hişâm, 3: 184; Vâkıdî, 1: 346; Taberî, Tarih, 3: 34; Beyhakî, 3: 329; İbn Esîr, 2: 171; Heysemî, 6: 128.

[14] İbn Sa‘d, 1: 282.

[15] Bkz. Buhârî, Tefsîr, 3.

[16] Taberî, Tefsir, 7: 4 [el-Mâide 5/82]; Kastalânî, Mevâhib, 1: 292; Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, 2: 31.

[17] Vâkıdî, Megâzî, 2: 850; İbn Sa‘d, 8: 236; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık, 6: 440-444.

[18] Hâkim, 2: 300/3083.

Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KUR’ÂN-I KERÎM EĞİTİMİNDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

Kur’ân-ı Kerîm Eğitiminde Dikkat Edilecek Hususlar

TEBLİĞ MESULİYETİMİZ

Tebliğ Mesuliyetimiz

İSLAMİ TEBLİĞ NEDİR?

İslami Tebliğ Nedir?

TEBLİĞ HİZMETİNİN ADABI

Tebliğ Hizmetinin Adabı

PEYGAMBER EFENDİMİZ İNSANLARA NASIL TEBLİĞ EDİYORDU?

Peygamber Efendimiz İnsanlara Nasıl Tebliğ Ediyordu?

TEBLİĞ VAZİFESİ VE MÜSLÜMANIN CESARETİ

Tebliğ Vazifesi ve Müslümanın Cesareti

İSLAM'DA DAVET VE TEBLİĞİN ÖNEMİ VE FAZİLETİ

İslam'da Davet ve Tebliğin Önemi ve Fazileti

İSLAM'I TEBLİĞ ÜSLÛBU NASIL OLMALIDIR?

İslam'ı Tebliğ Üslûbu Nasıl Olmalıdır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.