
Kur’an’ın Men Ettiği Konuşma Tarzı
Kur’an-ı Kerim, mü’mine yaraşır bir konuşma üslubu istiyor. Peki Kur’an-ı Kerim’in men ettiği konuşma tarzı nedir? İşte Kur’an’ın men ettiği konuşmalar şunlardır...
Kur’ân-ı Kerîm’de, söz söyleme âdâbına, yâni nasıl konuşulup nasıl konuşulmayacağı husûsuna büyük ehemmiyet verilmektedir.
KUR’ÂN’IN MEN ETTİĞİ KONUŞMALAR
Kur’ân-ı Kerîm, şirk ve küfür ehlinin hakîkat dışı ifâdelerinin, vebâli çok büyük söz[1], boş söz[2] ve tenâkuz dolu söz[3] olduğunu bildirir. Başta şirk, nifak ve küfür gibi Allâh’a karşı irtikâb edilenler olmak üzere her türlü yalan sözü[4] de şiddetle yasaklar. Bu cümleden olarak yalancı şâhitlik yapanlara Kur’ân’ın tehdîdi gerçekten pek büyüktür.
Cenâb-ı Hak, kötü sözlerin[5] ve çirkin davranışların, mazlumun hâkim önünde ifâde etmesi gibi istisnâlar hâriç, ulu-orta söylenip alâkalı-alâkasız herkese ifşâ edilmesini yasaklar. Zira bâzı çirkinliklerin anlatılıp duyurulması, onların öğrenilip yaygınlaşmasına sebebiyet verir. Edepsizlik ve hayâsızlık türünden konuşmalar da böyledir. Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Müstehcen konuşmak, münâfıklıktan bir bölümdür.” (Tirmizî, Kitâbu’l-Birr ve’s-Sıla, 80)
Bir de kötü ifâdelerin dile yerleşmesinden sakınmak lâzımdır. Şu kıssa bunu ne güzel îzah eder:
Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- yolda bir domuza rastlar. Ona; “Selâmetle yoldan çekil!” der. Yanında bulunanlar:
“–Bunu şu domuz için mi söylüyorsun?” diye sorarlar. (O ise, domuz kelimesini telâffuz etmekten ve o hayvana hitapta bile kaba bir ifâde kullanmaktan sakındığını belirtmek üzere):
“–Ben, dilimi çirkin sözler söylemeye alıştırmaktan korkuyorum!” cevâbını verir. (Muvatta, Kelâm, 4)
Lisanda gerekli gereksiz çokça tekrar olunan kelimelere “pelesenk” denir ki, bu bir konuşma zaafıdır. Hele böyle bir kelime, yakışıksız veya kaba ifâdeli ise, bunun mahzûru çok daha büyüktür. Sâlih insanları incitip uzaklaştıracak bu kötü huy, mü’minlere aslâ yakışmaz. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:
“Allah katında en kötü kimse, ağzının bozukluğundan dolayı insanların kendisiyle buluşmayı ve görüşmeyi terk ettiği kimsedir.” buyrulur. (Buhârî, Edeb, 48)
Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- konuşma esnâsında kaba ve çirkin kelimelerin kullanılmasını istemez, aynı mânâyı ifâde eden farklı kelimeler varsa, edep ve nezâkete en uygun olanının tercih edilmesini tavsiye ederdi.
İnsanları aldatmak için sözü allayıp pullamak, bir şeyi olduğundan farklı göstermek maksadıyla mübâlağalı ve yaldızlı lâflar[6] kullanmak da Kur’ân’ın men ettiği bir konuşma tarzıdır. Mü’min, sözlerinin kolay anlaşılır olmasına dikkat etmelidir. Konuşmaktan maksadın, merâmını net bir şekilde ifâde etmek olduğunu unutmamalıdır. Tasannûya kaçmak, yani gayr-i tabiî bir sûrette süslü sözlerle edebiyat yapmaya kalkışmak ve bilgiçlik taslamak, muhâtaplar nazarındaki îtimat ve îtibârı zedeler. Sadece konuşmuş olmak için böyle davranıldığı düşüncesini doğurur. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu tip konuşmaların ilâhî gazabı celbettiğini haber vermiş ve bir defasında da şöyle buyurmuştur:
“Kim, insanların kalbini çelmek (kendine çekmek) için kelâmın (şatafatlı) kullanılışını öğrenir, (insanları bıktırırcasına) sözü gereğinden fazla uzatırsa, Allah kıyâmet günü ondan ne farz ne nâfile hiçbir ibâdetini kabul etmez!” (Ebû Dâvud, Edeb, 86/5006)
Bu sebeple sözü fazla uzatmadan, kısa ve öz bir şekilde ifâde etmek gerekir. İfâdelerimiz berrak bir su gibi duru, sade, fakat akıcı olmalıdır. Zira Hazret-i Mevlânâ’nın ifâdesiyle:
“Uzun sözü, maksadını anlatamayan söyler.”
Lâfı uzatmak, dönüp dolaşıp aynı şeyi tekrarlamak, hem muhâtabı sıkar hem de onu anlayışsız yerine koymak olur. Buna edebiyatta “itnap” yani sözde gevezelik denir.
Güzel konuşmak için, evvelâ dinlemeyi öğrenmek de şarttır. Cenâb-ı Hak, çok dinleyip az konuşması için insana iki kulak, bir dil bahşetmiştir. Gereksiz yere çok konuşmak, insanı gözden düşürür. Bir de içi boş tartışmalarla uzun uzadıya konuşup vakit isrâfından sakınmalıdır.
İmam Evzâî (v. 157) der ki:
“Allah, bir topluluğa şer murâd ederse, onlara gereksiz yere cedel (tartışma) kapısını açar ve onları amelden alıkoyar.”
Bu yüzden gereksiz çekişmeler ve boş lâkırdılar da konuşmanın isrâfı cümlesindendir. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyururlar ki:
“İnsanoğlunun konuşmaları lehine değil, aleyhinedir. Ancak iyiliği emretmek veya kötülükten men etmek için yaptığı konuşmalar bunun dışındadır.” (İbn-i Mâce, Fiten, 12)
“Yâ Hafsa! Çok konuşmaktan sakın. Söylenen şey zikrullâh olmadıkça kalbi öldürür. Fakat Allâh’ı çokça zikret. İşte bu, kalbi diriltir.” (Ali el-Müttakî, no: 1896)
“...Hayırlı şeyler konuşmak, sükûttan daha iyidir; sükût da kötü şeyler konuşmaktan daha iyidir.” (Hâkim, III, 343; Beyhâkî, Şuab, IV, 256/4993)
Dolayısıyla nerede, ne zaman ve ne kadar konuşacağını iyi ayarlamak gerekir. Şeyh Sâdî-i Şîrâzî ne güzel söyler:
“İki şey akıl hafifliğini gösterir: Söyleyecek yerde susmak, susacak yerde söylemek.”
Ayrıca muhâtabın durumuna göre ses tonunu da nâzik bir şekilde ayarlamak îcâb eder. Çok yüksek ve bed bir sesle, kaba-saba konuşup kulak tırmalamak da, Kur’ân-ı Kerîm’in men ettiği konuşmalardandır.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19)
Nitekim bâzı sahâbîlerin, Peygamber Efendimiz’in huzûrunda yüksek sesle konuşmaları üzerine şu ilâhî ihtar gelmiştir:
“Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin! Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’le yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (el-Hucurât, 2)
Bu da büyüklerin ve hürmete şâyan kimselerin huzûrunda edeben sesi kısmak gerektiğini ifâde etmektedir.
Ayrıca dili; dedikodu, gıybet, iftirâ, sû-i zan gibi çirkinliklerle de kirletmemek îcâb eder. Bunlar, kalpteki fesâdı gösteren dilin âfetleridir.
Velhâsıl, Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmış bir mü’min, açılmış bir çiçek gibi, güzelliğiyle, hoş râyihasıyla, rûhu okşamalıdır. Her sözü, rûha gıdâ olan pırlanta ifâdelerden müteşekkil olmalıdır. Sîmâsından tebessümü eksik etmemeli, tatlı diliyle dâimâ rahmet tevzî etmelidir. Şahsiyeti ve davranışları itibârıyla “ahsen, ecmel ve ekmel” kıvâmında olmalıdır.
Ahsen, yani her işi en güzel olmalı, etrafına dâimâ güzellik tevzî etmelidir.
Ecmel, yani gönle huzur ve ferahlık verecek zarâfet ve letâfette olmalıdır.
Ekmel, yani çok olgun, en mükemmel olmalıdır.
Böylesine ideal mü’minlerin her işi ve eseri, İslâm’ın güzelliğini, ihtişâmını, estetiğini, huzûrunu ve güler yüzünü aksettirir.
Hilye-i şerîfelerde nakledildiğine göre, Peygamber Efendimiz’in yüzünde nûr-i melâhat, sözlerinde selâset, hareketlerinde letâfet, lisânında talâkat, kelimelerinde fesâhat, beyânında fevkalâde belâğat vardı. Konuşması son derece tatlı ve gönül okşayıcı, kelimeleri ne fazla ne de eksik idi. Tane tane konuşur, her cümlesi, dinleyenler tarafından rahatça anlaşılırdı. Çabuk çabuk konuşarak sözlerini arka arkaya sıralamazdı. Hâsılı O, insanların en fasih, veciz ve hikmetli konuşanı, en özlü söz söyleyeni ve merâmını en doğru şekilde ifâde edeni idi.
Ebû Kursâfe -radıyallâhu anh- şöyle der:
“Ben, annem ve teyzem, Rasûlullah Efendimiz’e gidip bey’at etmiştik. Huzûr-i âlîlerinden ayrıldığımızda, annem ve teyzem bana:
«–Yavrucuğum, bu zât gibisini hiç görmedik! Yüzü O’ndan daha güzel, elbiseleri daha temiz ve sözü daha yumuşak başka birini bilmiyoruz. Sanki mübârek ağzından nûr saçılıyordu.» dediler.” (Heysemî, VIII, 279-280)
Dipnotlar:
[1] el-İsrâ, 40. [2] er-Ra’d, 33. [3] ez-Zâriyât, 8. [4] el-Hac, 30. [5] en-Nisâ, 148. [6] el-En’âm, 112.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları
YORUMLAR