Kurtuluşa Erenlerin İlk Sıradaki Özelliği
Mü’minûn Sûresi’nde, felâha yani kurtuluşa erenlerin, cenneti kazananların vasıfları sayılırken, ilk sırada hangisi sayılıyor?
Namazın rûhânî hayatımızın en mühim gıdâsı olduğunu, büyük mânevî şahsiyetlerle alâkalı âyetlerden de anlamaktayız:
Âyet-i kerîmede Hazret-i Meryem’e şöyle hitâb edildiğini görüyoruz:
“Ey Meryem! Rabbine ibâdet et; secdeye kapan! (O’nun huzûrunda) rükû edenlerle beraber sen de rükû et!»” (Âl-i İmrân, 43)
Halîlullah makamına vâsıl olan Hazret-i İbrahim’in de kendisi ve nesli hakkındaki namaz endişesini, Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen duâsında görmekteyiz:
“Ey Rabbim! Beni ve zürriyetimden gelecekleri, namazı ikāme edenlerden / hakkıyla edâ edenlerden eyle! Ey Rabbimiz, duâmı kabul eyle!” (İbrâhîm, 40)
Mü’minûn Sûresi’nde, felâha kavuşanların vasıfları sayılırken, ilk sırada; «Huşû içinde bir namaz» zikredilmiştir.
Namaz, ruh ve beden âhengi içerisinde edâ edilebildiğinde; kul için, Cenâb-ı Hak ile mülâkat, O’na münâcât ve O’ndan istimdat imkânı olur.
Fakat zâhirî, geometrik hareketlerden ibaret bir namaz; bu kurbiyeti sağlamaz.
Hazret-i Mevlânâ der ki:
“Keçinin gölgesini kurban etme!..” (Mesnevî)
Yani ibâdetleri; gölge hükmünde olan, zâhir ve sûret plânından ibaret zannetme!.. Zâhirî şartlara riâyet etmekle birlikte, sen asıl rûhâniyet, vecd ve istiğrak tarafına geç!..
İbâdetlerin rûhâniyetini ifade husûsunda yine Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:
“Öyle bir abdest al ki hiç bozulmasın.
Öyle bir namaz kıl ki hiç bitmesin.
Âşığa beş vakit namaz yetmez. Beş yüz bin vakit ister. Gerçek âşık, vuslatın bitmesini hiç ister mi?” (Mesnevî)
Lâkin rûhâniyet ve huşû mühim diyerek, zâhiri de ihmâl etmek doğru olmaz. Hazret-i Mevlânâ zâhir ve bâtın beraberliğini ne güzel ifade eder:
“Her meyvenin önü, bir şekilden başka nedir ki! Tat, ondan sonra gelir.” (Mesnevî)
Bu hakikatin gerçekleşmesi için de mânevî lezzete ulaşmak îcâb eder:
“İbâdetin netice vermesi için zevk; tohumun ağaç olması için, içinin dolu olması gerek.” (Mesnevî)
Namazın zevkine ermek, ibâdetlerden mânevî lezzet alabilmek için, haramlardan uzak durmak gerekir. Haram lokma yemek, gözün şeytânî vitrinlere kayması, kulağın ve lisânın; mâlâyânî, gıybet, yalan ve benzeri sözlerle kirlenmesi, kalbimizin; huşû, vecd ve istiğrak gibi rûhânî istîdatlarını köreltir.
Kaynak: Osman Nuri topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Şubat, Sayı: 228