La ve İlla Ne Demek?

İslam’ın en temel inanç noktasında “Lâ” ve “İllâ...”

Bu, bir zihin disiplinidir.

“Tarif”in tarifi, tam da bu zihin disiplini ile bağlantılıdır.

Tarif, “Bir şeyi efradını cami, ağyarını mani bir şekilde çerçeveleme” işidir.

Yani içinde olmayanları dışarda bırakmak, içinde olanların tamamını da ihtiva etmek üzere sınırları belirlemektir tarif.

KUR'AN ZİHNİ DİSİPLİN KAZANDIRIR

Kur’an, İslam’ın en temel inanç umdesinde bize bu zihni disiplini kazandırır.

“Lâ”, zihni tüm olmazlardan ayıklama eylemidir.

Ve “İllâ” ayıklanan ve pirü pak hale gelen zihin zeminini, en temel gerçeği dikme eylemidir.

“Lâ” ile “İllâ”, zihinde belli merhalelerde var olması gereken duraklardır.

Hep “Lâ” ile gidemezsiniz. Hep “Lâ” ile gitmek her şeyi yoksamaktır.

“Lâ”dan “illâ”ya vardığında zihin, gerçek itmi’nana erer.

“Lâ” ile “İllâ”nın, en yakın ve en net kullanımını, kelime-i tevhidde buluruz.

-Lâ ilâhe illallah.

Buradaki kullanımı ile değerlendirsek, sanki bu iki kelimeciğin, birbiri ile yanyana durmak için yaratılmış olduğunu düşünürüz.

Belki de o yüzden İslam, bu dört kelimeye en temel inanç dokusunu sığdırmıştır.

“Lâ” ve “İllâ”nın bu kadar müessir kullanılabildiği başka bir yer var mıdır, bilinmez.

“Lâ”nın bu kadar yok sayıcı bir hüviyet kazandığı, “İllâ”nın da bu kadar büyük bir varlık ikrarını seslendirdiği, ve kullanılışında bu kadar hayati nitelik kazandığı başka bir yer var mı, bilinmez.

“Lâ ilâhe”de, “İlah yoktur” diyorsunuz. Bu çok ağır bir hüküm. Burada kalınamaz. “Lâ”yı buradaki rolüyle kalıcı kıldığınızda, zihin dünyanız çöküşe gider. “İlahsız” bir dünya idraki imkansızdır.

Ama, “Allah”ın varlığını ve tekliğini, başka hiçbir ihtimale imkan vermeyecek bir netlikte, berraklıkta ortaya koymak için de, önce “külli bir yoksama”, ama ardından en net biçimde bir “varlık ikrarı” gelmiştir.

Varlığın ikrarını en kararlı niteliğe kavuşturmak için külli yoksama bir zihni vasıta olarak devreye sokulmuştur.

KELİME-İ TEVDİH

Buradan bakılınca, “Kelime-i tevhidin manası, “Allah’tan başka ilah yoktur” şeklinde mi anlaşılmalıdır?” sorusu sorulabilir.

Bu ifadelendiriş şekli, yanlış değildir. Ama dikkat edilirse “Lâ” üzerine kurulu bir ifadelendirmedir bu.

Oysa, kelime-i tevhiddeki asıl vurgu “illâ” üzerinedir. “İlahın yokluğu”, “Ancak Allah’ın var olduğu”nu ifade için söylenmiştir. Onun için belki doğru anlamı, Türkçede biraz sakil görünse de “Başka ilah yoktur, ancak Allah vardır” şeklinde ifade etmek gerekmektedir. Onun için zikirlerde ya “Lâilâhe illallah” tarzında bütün kelime-i tevhidin tekrarı yapılır ya da “İlalllah” tarzında sadece ikinci kısmın tekrarı, ama mesela sadece birinci kısımla, yani “Lâ ilâhe” diyerek asla zikir yapılamaz.

Ama bu, “Lâ”yı anlamsız kılmıyor, ya da fonksiyonunu azaltmıyor.

Aksine, “Lâ” ile bir zihni arınma eylemi gerçekleştiriyorsunuz.

İhtimalleri sıfırlıyor ve büyük gerçeğe zemin hazırlıyorsunuz.

Tabii ki, “Gerçek tevhid” eğitiminde, “Lâ”nın, gerçek bir zihni arınmayı sağlaması öngörülmüştür.

Bunun için de, insan için, “ilah” konumuna getirilme riski taşıyan her şeyin farkında olunması ve “Lâ” derken, bütün o zihni tortuların silinmesi gerekiyor.

Kur’an, insanların “ilah” diye tapındıkları şeylere işaret eder ve bunlara karşı kelime-i tevhid bilincini ikame etmek ister.

-Hevanın – nefsi arzuların tanrılaştırılması mesela...

-Tağut diye nitelenen, Allah’a karşı güç iddiasında bulunan tüm güç odaklarının tanrılaştırılması mesela...

-Din adamlarının, ruhbanın, helali haram haramı helal kılmalarını kabul tarzında tanrılaştırılması mesela...

-Taşın, ağacın, güneşin, ayın tanrılaştırılması mesela...

-Siyasi liderlerin kendilerini tanrılaştırması ya da başkalarının onlarda tanrılık gücü bulunduğuna inanması mesela...

-Malın – mülkün tanrılaştırılması mesela...

-Evladü ıyalin, sevilen bir kimsenin Allah’ın emir ve yasaklarını ihlale yöneltecek sevgi- saygı mahalline oturtularak tanrılaştırılması mesela...

İslam, tüm bunlara, ve belki buradaki “ilahlaştırma” damarını taşıyan her şeye “Lâ” denmesini istiyor. Buradaki “ilahlaştırma damarı”nın farkında olmak, ayrı bir tevhid şuurunu gerekli kılıyor.

Buradaki “ilahlaştırma damarı” dediğimiz şeyin de doğru anlaşılması gerekiyor. Denebilir ki, insan, kendi kendini mabud yerine koyup karşısında secdeye varmaz, ya da ruhbanı karşısına alıp tapınmaz, ya da mala mülke secde etmez, öyleyse tanrılaştırma nedir?

Tanrılaştırma, tüm bunları, Allah’ın bildirdiği sınırları aşmak için vesile olarak kullanmak demektir. “İlahlaştırma damarı” dediğimizde, işte bunun idrak edilmesi ve “Lâ çizgisi”nin bunun üstüne çekilmesi gerekir.

O yüzden, dil ile bin kere “Lâ ilâhe” dendiği halde, kalbimizde ve hayatımızda nefsin diktiği putlar varlığını sürdürüyorsa, “Lâ” hükmünü icra etmiyor, yani ilahları silip süpürmüyor demektir.

Şunu da söylemek mümkün ki, kalbimiz, “İllallah” bilincine kenetlenmiş değilse, “Lâ ilâhe”yi bilinçli bir tasfiye mekanizmasına dönüştürmek mümkün değildir.

Dünyada bir çok insan, hep “Lâ ilâhe” diyerek, yani bütün kudretleri, bu arada  Allah’ın varlığını da nefyederek yaşıyor olabilir. Mesela, yoğunlukla entellektüelleri etkileyen agnostisizm – bilinmezcilik diye ifade edilen felsefi akım, evet, tanrı diye tapınılan şeylere  inanmıyor ama, “Allah’a inanç” noktasına da gelemiyor, “Ben bilemem” de takılıp kalıyor. Oysa, bir Yaratıcı’nın, yani Allah’ın varlığını bilmek gerekiyor. O’nun varlığını idrak edemeyen bir zihni, İslam, koordinatları tebellür etmiş bir zihin dünyası olarak kabul etmiyor. Bir düşünce adamı bu çağdaş sapkınlığı “La”cı entellektüeller” olarak tanımlıyor. Yani her şeye “Lâ” diyen ama bir türlü “İllâ”ya gelemeyen bir zihin dünyası...

Kur’an, bu “nefy ve ispat – yoksama ve varlığı ikrar” mekanizmasını, mü’min bilincini inşada çok sık ve çok farklı terkipler halinde kullanmaktadır.

“İyyake na’büdü...

Ve

İyyake nesteiyn.”

“Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz.”

Bu da “Lâ”sı ve “illâ”sı, “İyyake” zarfında mündemiç kılınmış bir nefy ü ispat terkibidir.

“İlahlığa soyunacak başka varlıklara değil, ancak Sana...” (Fatiha, 4)

“Vema halaktü’l-cinne ve’l-inse illa li ya’büduun”

“Cinleri ve insanları başka hiçbir sebeple değil, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

Bu ayette de “Lâ”nın yerini  nefy – olumsuzluk edatı olarak “Ma”almış. Ama sonunda yine “İllâ” gelmiş.

Olumsuzluklardan arınma ve Hakk’ın ikamesi...

Müslüman, kelime-i tevhidin düşünce disiplinini gerçek manada hazmedebilirse, bu, hayatın bütün alanlarında hakikatin ikamesinde müessir bir vasıta olacaktır. Ne mutlu tevhid bilincini zihnine kazıyana...

Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, 2010 - Eylül, Sayı: 295, Sayfa: 003

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.