Lale Devri’nin Olumsuz Yönleri
Yazar Bahadır Yenişehirlioğlu, Osman Nuri Topbaş’ın kaleme aldığı Tarihe Yolculuk eserinden “Silinmez İzler” kesitini seslendiriyor. Erkam Tv hesabına abone olarak video serisini takip edebilirsiniz…
SİLİNMEZ İZLER
Rüyâsında Târih Baba’yla beraber şanlı târihimize yolculuk eden genç, o günden beri değişik bir ruh ve şuur dünyâsında idi. Ziyaret etmiş olduğu mübârek ecdâdının vakur sîmâları ve derin sözleri dimağında ve gönlünde silinmez izler bırakmıştı. Gözlerinde onların hayalleri, gönlünde hâtıralarıyla birlikte târihimizin o şanlı mîmarlarının türbelerini ve eşsiz mîraslarını tek tek ziyarete başladı. Bu arada gönlünde derin bir târih merakı uyanmıştı. Şanlı mâzîye âit köklü eserleri okumaya azmetti. Okudukça, görmüş olduğu rüyâ, kendisi için daha bir mânâ ve ihtişam kazandı.
Ancak?
LALE DEVRİ’NİN OLUMSUZ YÖNLERİ
Satırlar, Lâle Devri’ne geldiğinde, yâni Hak yolunda hizmet ve gayretin yerini ten ve nefsâniyet plânındaki yönelişlerin aldığı demleri okumaya başlayınca içine tarifsiz hüzünler çöktü. Koskoca bir mîrâsın nasıl hân-ı yağma, yâni çar-çur edildiğini öğrendikçe yüreği burkuldu. Bilhassa şu cümleler dimağını kanattı:
“Devleti yücelten mânevî güç kaybolup dünyevî boş övünme yarışları ve nefsânî meyillerin başlaması ve Sâdâbad safâlarının ön plana çıkmasıyla fetih rûhu zedelenerek fütûhat akâmete uğradı. Böylece mânevî kuvvet ve heybetle birlikte maddî güç de kayboldu. Uçsuz bucaksız topraklar korunamaz hâle geldi. Koca imparatorluk, güçlü devletlerin erozyonuna sürüklendi… Onların tesiriyle rûhî fazîletler cılızlaştı ve nefsânî temâyüller ön plâna geçti. Öyle ki, bir lâle soğanının bin altına satıldığı zamanlar oldu. Böylece koca bir devletin kaderi değişti. Lüks yaşama hevesi israfları iyice artırdı. Batı devletleriyle ilim, irfan, teknik terakkî güç ve kudretinden ziyâde, lüks bakımından ihtişam yarışları başladı. Ne ibretlidir ki, Topkapı Sarayı dışında bütün saraylar, Osmanlı’nın son yıllarının saraylarıdır.”
Delikanlı, artık bu gerçeklerin hazin neticelerinin ağırlığı altında muzdaripti. Günleri artık çok mahzun bir hâlde geçiyordu. Iztırap içinde:
“−Âh Târih Baba! Sen beni bu ıztıraplara salmak için mi karşıma çıktın?” dedi.
Sonra cevâbını yine kendi verdi:
“−Hayır! Târih Baba’nın yaptığı; farkında olmadığım gerçekleri bana gösterip aynı hatâlara düşmemem, yâni geçmişten ibret almam içindi…”
Suskunlaştı. Oysa etrafındaki yakın arkadaşlarına okuduklarını anlatıyor, anlatıyordu o âna kadar. Fakat şimdi… Okuduklarını anlatmaya utanır gibiydi.
İKİNCİ RÜYÂ VE TÂRİH BABANIN SÖYLEDİKLERİ
Bir gece iyice bunalmış bir vaziyette yastığa başını koydu. Saatlerce uyuyamadı. Bir ara dalar gibi oldu. O da ne? Târih Baba yine karşısındaydı. Keskin bakışları ve derin nazarları ile ona bakıyordu… Târih Baba, tane tane konuştu:
“–İşte oğlum! Devletler de doğar, büyür ve ölür. Bu kaderdir. Ancak mühim olan, ibret ve hikmetleri kavramak ve gerekli dersleri almaktır. Senin de idrâk ettiğin gibi, kalblerdeki niyet ve gâyeler nefis plânına yönelip ten rahatlığıyla gölgelenince rahmet hazîneleri kapanıyor…
Kısacası devletler, bir aşîret olarak doğarlar. Tekâmül ederek devlet olurlar. Daha da geliştiklerinde bir imparatorluk hâline gelirler. Halkı ve idârecisiyle İslâmî terbiyeyi en güzel şekilde alıp o istikâmette hayata yön veren devletler, ihlâslarının devâmı nisbetinde daha uzun yaşarlar. Lâkin meziyetlerini kaybetmeye başladıklarında da küçülür ve târih sahnesinden çekilirler. Nihâyet yenileri doğar. Bunlar da, imkânlarına göre hayâtiyetlerini devâm ettirirler. Bu hâl, târih sahnesinde milletlerin bir kader programıdır. Çünkü bu âlemde bekâ yoktur. Yükselişler, sonunda düşüşe müncer olur. Lâkin o düşüşte de bekâ yoktur. Yine bir yükseliş başlar. Bu gerçeğe sadece düşüşlerin penceresinden bakanlar, senin gibi böyle bedbin ve muzdarip olurlar. Aksine yükseliş penceresinden bakanlar da, gereğinden fazla şen şatır olurlar. Kader sırrına vâkıf olanlar ve ilâhî gidişattaki hikmete nazar edenler ise, ne fazla sevinir ne de fazlaca üzülürler. Zîrâ hâdiselerin arkasındaki murâd-ı ilâhîye vukûfun huzur ve sükûnuna ererler. Sadece üzerlerine düşen vazîfeleri en güzel şekilde îfâ etmeye çalışırlar. Bilirler ki, târihteki birçok hâdiseler, med-cezirler, yâni kalb grafiği gibi iniş-çıkışlar, öncekilerden ibret alınmadığı için tekerrür etmektedir. Deden Mehmed Âkif bu gerçeği ne güzel ifâde etmiştir:
Târîhi tekerrür diye târîf ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi!..
Aslında târihin tekerrür etme kâidesi, idrâk sâhipleri için ne büyük bir nîmettir. Olgun insanlar, bu kâideyi göz önünde bulundurarak târihin ihtişamlı devrelerini tekerrür ettirmeye çalışır, çöküş devrelerine de ibret nazarıyla bakarak îcâb eden tedbirleri alırlar. Bu sâyede îman şuuru ile istikbâle, Allâh’ın rızâsı istikâmetinde yön verirler.”
Sözlerinin burasında Târih Baba, derin bir iç çekti ve ekledi:
“–Gel evlâdım! Geçen sefer yaptığımız yolculukta uğramadığımız birkaç yere daha gidelim. Böylece hikmet ve ibreti mezcetmesini de öğrenmiş olursun!..”
Önce II. Mahmud Hân’ın huzûruna revân oldular.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Tarihe Yolculuk, Erkam Yayınları
Not: Lâle Devri, Osmanlı Devleti’nde, 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayıp, 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı ile sona eren dönemdir. Bu dönemin padişahı III. Ahmet, sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’dır.
YORUMLAR