Letâif Nedir? Letâifin Çalışmasında Özel Bir Yöntem Var mıdır?
Letâif nedir? Tuhun latifeleri nelerdir? Letâifin çalışmasında özel bir yöntem var mıdır?
Letâif kelimesi latîfenin çoğuludur. İnsanın maddî kalb ile alâkası bulunan, ruh ve nefs gibi mânevî varlığını ifâde eden bir cevheridir. “Latîf” esmâ-i hüsnâdandır. Lütufkâr anlamına geldiği gibi ince, cismi olmayan, gözle görünmeyen anlamına da gelir. Nitekim: “Gözler O’nu idrâk edemez. O gözleri idrâk eder. O, Latîftir, Habîrdir”[1] âyetindeki latîf gözle görünmeyen, ama her şeyden haberdâr olan anlamınadır. Latîfe de aynı kökten olup gözle görülmeyen demektir.
Nakşbendîlik’te rûhun altı latîfesi vardır. Bunlardan biri halk/yaratılış âlemine, beşi emr âlemine âiddir. Emr âlemine âid olanlar: Kalb, ruh, sırr, hafî ve ahfâdır. Bunlara letâif-i hamse denir. Halk âleminden olan ise nefs-i nâtıkadır. Seyr u sülûk sırasında önce emr âleminden olan letâif-i hamsenin sırasıyla zikre iştirâki sağlanır. Kalb, ruh, sırr, hafî ve ahfâ denilen bu latîfeler çalışmaya başlayınca sıra nefs-i nâtıkaya gelir. Bunların çalışma şeklini târif edecek olan kimseler irşâda mezun olanlardır. Bunların çalışmasında en önemli unsur sâlikin bunların zikrinde o bölgeye yoğunlaşabilmesi ve dış dünyâ ile irtibâtını kesip kendi içine dönmesidir.
Letâif bu yoğunlaşmaya bağlı olarak er veya geç çalışmaya başlar. Ancak amaç letâifin çalışmasından ibâret değildir. Letâifin çalışması huzûr-i kalbe, şerh-i sadra; yâni insanın göğsünün îmân ve itmînân ile genişlemesine vâsıtadır. Nitekim Nakşbendî meşâyıhından Mazhar Cân-ı Cânan’ın ifâdesine göre kalbin ve letâifin hareket etmesi fazla zarûrî değildir, maksad Allah’a yönelmektir.[2]
Emr âlemine âid olan letâifin mahalli sadır; yâni göğüs kafesidir. Burada sol memenin iki parmak altında “kalb”, onun tam simetriği olan sağ memenin iki parmak altında “ruh”, sol memenin iki parmak üstünde “sırr”, onun simetriğinde sağda “hafî” ve hepsinin üstünde orta noktada “ahfâ” yer alır. Bu mahallin vücûdun kan ve sinir hareketine bağlı olarak hafî bir hâlde yapılan zikre katılır hâle gelmesi, letâifin çalışması demektir. Bu sâyede şerh-i sadr gerçekleşir.
Kur’an’da şerh-i sadrı anlatan âyetler vardır.[3] Sadr, kalb, fuâd ve lübbü anlatan ve bunlar arasındaki ilgiye dikkat çeken ilk sûfî Hakîm Tirmizî’dir. Onun Beyânu’l-fark beyne’s-sadr ve’l-kalb ve’l-fuâd ve’l-lüb adlı eseri[4] letâif konusunun en kadîm kaynağı sayılabilir. Bedende bulunan emr âlemine âid bu letâifin harekete geçmesi ihsâna ermeyi kolaylaştırır. Bu dünyâda insanın nihâî hedefi ihsâna ve vuslat-ı ilâhiye ermektir.
Dipnotlar:
[1]. el-En’âm, 6/103.
[2]. Abdullah Dihlevî, Makâmât-ı Mazhariyye, İstanbul 1993, s. 156.
[3]. Bkz. el-İsrâ, 17/72; et-Tâhâ, 20/25; el-Hacc, 22/46; el-İnşirâh, 94/1.
[4]. Mısır 1958.
Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları