Leyla İle Mecnun Hikayesinin İncelemesi

Azerbaycan Türkçesinde eser veren Türk divan şâiri Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun mesnevisinin tahlili...

Fuzûlî, muhabbetullâh ile yoğrulmuş gerçek bir âşıktır. İlâhî güzelliklere karşı fevkalâde hassastır. Çünkü Hak, güzeldir ve aşka tesir eden de budur. Bütün varlıklar da, aşktaki muhabbet sâikıyla yaratılmıştır. Leylâ ile Mecnûn mesnevisinde ne güzel ifâde eder.

LEYLA İLE MECNUN MESNEVİSİ

Fuzûlî, büyük bir aşk eseri olan Leylâ ve Mecnûn mesnevîsini kaleme almasına vesîle olan asıl duyguyu, bu eserin başında şöyle ifâde eder:

Dutsam taleb-i hakîkate râh-ı mecâz

Efsâne bahânesiyle arz etsem râz

Leylî sebebiyle vasfın etsem âgâz

Mecnûn diliyle etsem izhâr-ı niyâz

“(Ey Allâh’ım!) Hakîkat talebi için mecaz yoluna koyulsam da Leylâ ve Mecnûn hikâyesi bahânesiyle (ilâhî) sırları açıklasam... Leylâ vasıtasıyla Sen’in vasıflarını anlatsam ve Mecnûn’un dili ile de duâ ve niyazlarımı izhâr etsem...”

FUZULİ'NİN ASLİ GAYESİ

Bu ifâdelerden anlaşılıyor ki Fuzûlî, aslî gâyesi olarak, ilâhî hakîkat ve esrârı açıklamanın yanında, Allâh’ın, aşk deryâsının menbaı olan vasıflarını anlatmakta ve ona vâsıl olma yolunda Mecnun gibi duâ ve niyaz hâlinde bir kulluğu ifâde etmektedir.

Nitekim bir gün Leylâ, çöllerde dolaşan Mecnûn’un karşısına çıkmıştı. Ancak Mecnun, onu tanımadı:

“–Kimsin?” diye sordu.

LEYLA'YA KAVUŞMA

Ardından da izâfî Leylâ’dan sıyrılıp gerçek Leylâ’ya kavuşmanın ulvî hazzı içinde hâlini şöyle ifâde etti:

Öyle sermestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür;

Men kimem sâkî olan kimdür mey-i sahbâ nedür?!.

“Ben gerçek Leylâ’nın, yani Rabbimin aşkından öyle mest olmuşum ki, dünyanın ne olduğunu dahî idrâkten uzağım! Ben kimim, bu aşk şerbetini dağıtan kimdir ve bu gönül şarabı nedir, bilmiyorum!..”

Gerçi cânândan dil-i şeydâ içün kâm isterem,

Sorsa cânân bilmezem; kâm-ı dil-i şeydâ nedür?!.

“Ben o yüce cânândan, böylesine kendinden geçmiş bir vaziyette sevdâya tutulan gönlüm için kâm istiyorum. Fakat o cânân: «Bu aşk sarhoşu olan gönlün kâmı nedir?» diye sorsa, bilemem!..”

Hikmet-i dünyâ ve mâfîhâ bilen ârif değil,

Ârif oldur bilmeye; dünyâ ve mâfîhâ nedür?!.

“Biliniz ki dünya ve içindekilerin hikmetini bilen kimse ârif değildir. Ârif, dünya ve içindekilerin ne olduğunu bilmeyen (bunlarla gönül alâkası olmayan) kimsedir!”

Böyle diyen Mecnun, mânevî bir sâfiyet kazanıp mecazdan hakîkate geçmişti. Tevhîd ehlinin ve Hak dostlarının yolunu tutarak kemâle ermişti. Artık dünyaya ve eşyâya îtibârı kalmamıştı. Nakıştan murâdı nakkaştı. Onun bu hâlini anlayan Leylâ:

“–Ey kâmil insan! Şimdi senin hâlini idrâk ettim. Ne yüce bir mertebeye varmışsın! Allah mübârek eylesin! Bense, ne gâfilmişim ki cehâletle sarhoş olmuşum! Fakat şimdi âgâh oldum! Artık ben de nefsânî îtibar ve alâkayı bir kenara bırakıp hiçlik yolunu seçtim!” dedi.

Bunlar da gösteriyor ki Fuzûlî, Mecnûn’un çöllerde aşk ile yapayalnız kalışını görmüş ve onun hâlini çok güzel bir şekilde ifâde etmiştir. Der ki:

“Çöllerde dolaşan Mecnûn’un mihnet ve elemini âb-ı hayat çeşmesi kenarında oturanlara sorma! Âlemin dertsiz insanları bizim derdimizden haberdar değildirler. Derdin kadrini dertliler iyi bilirler.”

ŞAİRLİĞİN SERMAYESİ

Bunun içindir ki Fuzûlî’ye göre şiir, bir ıztırap ve derdin mahsûlüdür. Şöyle der:

“Dert, şâirliğin sermâyesidir. Şâir olmak için zevk ve safâ lâzımdır sanma! Bilesin ki şiir yarışında müsâbakayı kazanan derttir.”

“Gönlünde bir derdi bulunmayan, ciğeri yaralı olmayan insanın şiirinde tat vardır zannetme! Zevk ve safâ, huzur ve rahat, şiire zevk vermez. Asıl ıztırâbın doğduğu şiirdir ki, gönüllere müessir olur.”

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

LEYLA VE MECNUN HİKAYESİ

Leyla ve Mecnun Hikayesi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Gerçekren çok güzel olmuş

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.