Lübnan’da Unutulan Türkler

Lübnanlı Türklerin varlığını ilk kez ne zaman öğrendik? Peki, çocuklarının adını “Türkiye” koyacak kadar vatan özlemi çeken Lübnanlı Türklerin durumu ne hâlde? Türkiye sınırları dışında kalmış, dünyaya gözlerini başka ülkenin vatandaşları olarak açan kardeşlerimizin buruk hikâyesini  “Lübnan Dosyası” haberimizde sizler için derledik.

Haber: Murat Karadeniz

Türkiye sınırları dışında kalmış, dünyaya gözlerini başka ülkenin vatandaşları olarak açan Osmanlı torunlarının, hayat hikâyesi çok eskilere dayanıyor. Türkler, Lübnan’da yaklaşık bin senedir hem idâreci hem toplum olarak yaşıyor.

LÜBNAN’DA İLK TÜRK HÂKİMİYETİ

IX. yüzyılın son çeyreğinde ilk kez bir Türk devleti Tolunoğulları’nın hâkimiyetine geçen Lübnan, ardından İhşîdîler’in idâresi altına girdi. Bölge 969’dan itibaren tedrîcî olarak Fâtımîler’in hâkimiyetine geçti.

Kısa süreli ve istikrarsız Selçuklu hâkimiyeti (1078-1117) döneminde yaklaşık 15 bin Türk buraya yerleştirildi.

Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin 1187’deki Hittîn zaferi ve ardından 1189’da Kudüs’ü fethinin ardından Lübnan’ın sahil kesimi hariç bölge Türk hânedanı Eyyûbîlerin elinde geçti.

STRATEJİK YERLERE TÜRK AŞİRETLERİ YERLEŞTİRİLDİ

Memlûk Sultanı Baybars ve Kalavun döneminde Lübnan’daki Haçlı hâkimiyetine son verildi. Memlûklar, XIV. yüzyıl başlarında bölgeye bazı Türk aşiretlerini yerleştirdi. Lübnan, XIV. yüzyıldan itibaren güçlü Memlûk hâkimiyeti altında istikrarlı bir dönem geçirdi.

Lübnan, 1516’da Yavuz Sultan Selim’in Suriye-Mısır seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine girdi. Yine bu dönemde hac yolunu korumak gayesiyle Suriye ve Lübnan’a bazı Türk aşiretleri yerleştirildi. Kısa süreli Mısır idaresi (1832-1840) hâricinde Osmanlı yönetimi 1918’e kadar sürdü.

TÜRKLER KENDİ KADERİNE TERK EDİLDİ

Lübnan, 1918 Ekim başında İtilaf kuvvetlerince işgal edildi. Ekim 1918’den Lübnan bu tarihten itibaren bağımsızlığını kazandığı Kasım 1943’e kadar Fransız yönetiminde kaldı. Burada kalan Türkler de kendi kaderine terkedildi.

lübnanlı türkler1989’da adı bilinmeyen bir subayın emri altındaki bir Türk askerin Lübnan’daki büyükelçiliğimize gelmesi, Lübnan’daki Türk varlığı ile ilk tanışmayı gerçekleştirmiş. Bu tanışma ne yazık ki ancak 2007’de kemâlâta ermiş.

Tarihsel olarak bakıldığında Türk varlığının şümulünün Selçuklular dönemine dayandığı görülmekte. Charles Winslow, Lübnan üzerine yaptığı çalışmasında şu ifadelere yer vermektedir: “Lübnan Dağı’na hâkim olan Memlûklar 12. yüzyılda Kisrivan’dan Trablusşam’a kadar olan alanı kendi içinde bölgelere ayırdıktan sonra bazı stratejik bölgelere Türk aşiretlerini yerleştirmiştir.” Lübnanlı tarihçi Kemal Salibi de “A House of Many Mansions” isimli kitabında Türklerin, Lübnan’a Memlûklar tarafından yerleştirildiği açıkça belirtilmektedir.

TÜRKLERİN VARLIĞINDAN NASIL HABERDAR OLDUK?

Lübnan’da siyâsî dengelere zarar verir düşüncesiyle 1932’den beri nüfus sayımı yapılmamış. Osmanlı ana coğrafyasına bu kadar yakın olan bir yerleşim yerinde Türk izlerinin olmaması mümkün mü? Nitekim Lübnan’da yaklaşık 400 bin Türk yaşıyor ve bu Türklerin varlığından 1989’a kadar haberdar olunmamış.

Günümüz Lübnan Türklerini 5 ayrı başlık altında sınıflandırabiliriz: Akkar Türkleri, Baalbek Türkleri, Girit Türkleri, Türkiye Muhâcileri ve Suriyeli Türkler, Çerkesler ve diğerleri.

lübnanlı türkler

1- Akkar Türkleri

Akkar bölgesi, Lübnan’ın kuzey vilâyeti sınırları içinde yer almaktadır. Akkar’da iki Türk köyü bulunmaktadır. Akkar Türkleri, kimliklerini nispeten korumaları, Türkçeyi az da olsa konuşabilmeleri ve Türkiye ile bağları açısından ön plana çıkmaktadır. Akkar Türklerinin nüfusu yaklaşık 15 bin civarındadır.

2- Baalbek Türkleri

Baalbek Türkleri dışa kapalı bir toplumdur ve aşiret olarak örgütlenmiştir. Bu bölgedeki Türkler, Baalbek şehrine yayılmış; hayat tarzları, kültür ve sosyo-ekonomik düzeyleri yüksek ve diğer Türklere göre Türkçe’yi daha düzgün konuşuyorlar. Baalbek Türklerinin nüfusu yaklaşık 10 bin civarındadır.

3. Giritli Türkler

Giritlilerin hikâyesi oldukça uzun ve çilelerle dolu. Osmanlı döneminde Girit kaybedilince, Türklere rahat vermez Rumlar. İki seçenek bırakırlar onlara. Ya dinlerini değiştirip topraklarından ayrılmayacaklar ya da göçmek zorunda kalacaklar. 1898’de başlayan göçler 1924’e kadar devam eder. Giritlilerin büyük bir kısmı İzmir ve Mersin’e yerleştirilirken bir kafile de Trablus ve Şam’a gönderilir. Sultan II. Abdülhamid Hân Hazine-i Hassa’dan para harcayarak muhâcirler için burada Hamidiye köyünü inşa eder. Girit göç  öye yerleştirilir. Lübnan'da bulduğu Türkler, dinlerini değiştirmemek için terk-i diyar edenler. 1. Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı; Suriye ve Lübnan topraklarını kaybeder. Sınırlar yeniden çizilince Hamidiye köyü Suriye tarafında kalır. Böylece Trablus’taki Giritliler ile Şam’dakiler ayrılır. Akrabalar arasında iletişim günümüzde yok denecek kadar az. Lübnan’da kalan Giritliler, hep Girit’e tekrar dönmeyi beklemiş. Ancak Osmanlı’nın yıkılmasıyla umutları tükenmiş ve Trablus’taki mahallelerine hapsolup kalmışlar. Lübnan’da 1975’te başlayan ve 1990’a kadar devam eden iç savaşta Giritliler büyük bir zarar görmemiş; ancak bu durum onların bulundukları alanın dışına çıkmasını hep engellemiş. Lübnan’da yaklaşık 30 bin civarında olan Giritli Türklerin soyadları “aki-eki” ile biter.

krit camii

4. Türkiye Muhâcirleri ve Suriyeli Türkler

1940’lı yıllarda maddi imkânlarından ötürü Türkiye’nin güney şehirlerinden göç ederek Lübnan’a yerleşmiş Türklerdir. Burada yaklaşık 60 bin civarında Türk vatandaşı yaşamaktadır. Türkiye’den Lübnan’a göç edenler genellikle Beyrut, Trablus, Akkar ve Baalbek’te ikamet etmektedir. Ayrıca burada yaklaşık 50 bin Suriyeli Türk yaşamaktadır.

5. Çerkesler

Eyyûbî ve Memlûk ordusunu oluşturan kölemenlerin çoğunluğunu teşkil eden Çerkeslerin buraya yerleşimi 12. yüzyıla dayanıyor. 93 Harbi sonrası Kafkaslardan göçe zorlanan Çerkeslerin bir kısmı da Osmanlı Devleti tarafından Suriye ve Lübnan’a yerleştirildi. Osmanlı Devleti’nin sona ermesi sonrası Çerkesler Suriye, İsrail ve Ürdün sınırları içinde kaldı. Türkiye’yi ikinci vatan olarak gören Lübnan Çerkesleri çevrelerinde sadece Sünniler olarak tanınmaktadır. Dağınık biçimde yaşayan Çerkeslerin nüfusu hakkında net bir bilgi bulunmamaktadır.

lübnanlı türkmenler

NEDEN BİZİ BIRAKIP GİTTİNİZ?

Lübnan Türklerinin 11. yüzyılda bölgeye yerleşen Türk boylarının devamı olmaları ihtimâli oldukça güçlüdür. Türkler ciddi mânâda asimilasyona tâbi tutulmasına rağmen Arapça ve ecnebi dillerin yanında hâlen Türkçe konuşuyor. Ayrıca aynı kültür ve âdetlere sahip olduğumuzu görmemiz de mümkün.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğudan çekilmesiyle ayrı düştüğümüz burada yaşayan kardeşlerimizin öyle dokunaklı hikâyeleri var ki etkilenmemek elde değil. Onlar hep ata topraklarına, Osmanlıya, Türkiye’ye özlem duymuş. Hepsinin dilinde aynı sual: Neden bizi bırakıp gittiniz?’’ İmparatorluk coğrafyasında Kayıp Türkler’’in hayatı, coğrafyalara dağılmış hazin bir hikâyedir.

UZUN SENELER ONLARDAN SES GELMEDİ

Onlardan uzun seneler buralara ses gelmedi. Bizler de onları kaderine unuttuk, terkettik. Oysa eski bir Türk toprağı olan Lübnan’da, soydaşlarımızın olmaması düşünülemezdi. Velhâsıl artık biliyoruz... Onların nerede yaşadıklarını, ne yaptıklarını ve sıkıntılarını yakından takip ediyoruz. Çok şükür kavuşturana...

Not: Haber çeşitli kaynaklardan derlenerek hazırlanmıştır.

Dipnot: fusa ilişkin rakamların önünde “yaklaşık” sıfatının eklenmesinin sebebi, Lübnan’daki son nüfus sayımının 1932’de yapılmış olmasıdır. Bu sebeple Lübnan’la alâkalı kesin nüfus verilerine ancak birden çok kaynağa dayalı olarak sahada yapılacak bir çalışmayla ulaşılabilir.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.